12 Şubat 2012 Pazar

Türkiye’de Yılbaşı - Avni Özgürel


Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren Batı tarzı toplantılar topluma yerleşmeye başladı.Meclis-i Mebusan’ı uğraştıran işlerdendi takvim meselesi. Halkın tepkisinden çekinildiği için ertelendi.1926′da miladi takvim kabul edildi, ama yılbaşı tatili için 1935′e kadar beklendi. Sadece takvim değil ezani saat kullanılmasının terk edilmesi konusu Osmanlı’nın son dönemlerinde kamuoyunu en fazla meşgul eden konulardan biriydi. Özellikle savaş içinde üç takvim ve iki saat kullanılmasındankaynaklanan sıkıntılar doruğa tırmanmıştı.

Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretini başlangıç kabul eden hicri takvime göre yıl yaklaşık on gün kadar kısaydı. Bu nedenle mevsimler ve aylar arasında değişken bir ilişki vardı. Yeni sene Muharrem ayıyla başlıyordu ve bu İslam tarihinde acı bir hadise olan Kerbela Vak’a'sına denk geldiği için kutlama yapılması yakışıksızdı. Halk arasında aşurelerle hatırlanan Muharrem sadece imparatorluğun son yıllarında saray çevresiyle sınırlı kalmak kaydıyla kutlanır oldu. Ancak bu kutlama da eğlenceli değil resmi seremoni düzeyindeydi. Yılbaşı, protokolun padişaha tebriklerini sunmasından ibaretti. O dönemde Batı’yla uyum sağlamak gayretiyle kullanılmaya başlananRumi takvim ‘mali’ gerekçelerle sunulmuştu. Yani ‘bütçe yılı’ olarak ve mart ayını sene başlangıcı sayarak.

‘Hıristiyan işi’

Öte yandan Osmanlı asırları boyunca farklı inançtaki cemaatler kendilerine göre yılbaşını kutladılar. Aralığın 15′inden sonra hareketlenen Hıristiyan cemaat, 24 Aralık gecesi Hz. İsa’nın doğuşunu kutlardı. Ortodoks Rumlar’ın ‘Hristugena’ adını verdikleri bu gecede çocuklar evden eve dolaşır, Kalanda denilen Noel şarkıları söylerler ve Noel, sabah kilisedeki ayinle son bulurdu. Çam süslemek çocuklar içindi. Evlerin içinde süsleme için şimdilerde aşina olduğumuz ve‘Yılbaşı Çiçeği’ denilen Rumcada kırmızı anlamına gelen dikenli bitki ‘kokina’ kullanılırdı. Hıristiyanlar dinsel açıdan pek anlam taşımayan 31 Aralık tarihine de mana uydurup bunu Hz. İsa’nın sünnet günü diye anarlardı.

Yılbaşı ve takvim meselesi Cumhuriyet’ten sonra da gündemden düşmedi. 1922 senesinin eylül ayında konu TBMM’ye geldi ama halkın tepkisinden çekinildiği için görüşülemedi. Teklif üç yıl sonra, yani 26 Aralık 1925′te kanunlaştı. Gerekçe devletin uluslararası ilişkilerinde ortaya çıkan sıkıntılı durumun ‘izalesi’ydi. Osmanlı döneminde cuma günü hafta sonu tatili sayılıyordu ama bunun resmi bir dayanağı yoktu. Yani devlet çapında uygulanan bir hafta sonu tatili uygulaması benimsenmemişti.

Hafta sonu tatili

Peşinden, 1 Ocak 1926′dan itibaren cumartesi günleri öğleden sonra başlamak üzere pazar günü tatil ilan edildi. Ne var ki yılbaşı günü hâlâ tatil değildi. Kutlanıyor ama tatil günleri arasına alınmıyordu. 1935′te çıkarılan yasayla o senenin yılbaşından itibaren 1 Ocak günü tatil ilan edildi.
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, Hariciye Köşkü’nde yılbaşı balosunda, 31 Aralık 1929.


 Saray ve yeni yıl

Kutlanmamakla birlikte Osmanlı İmparatorluğu bürokrasisi Hıristiyan yılbaşı kutlamalarına ilgisiz değildi. 1829 senesinin yılbaşı günü İstanbul’daki İngiliz elçisinin Haliç’te bir gemide büyük bir balo verdiği biliniyor. Ve bu baloya Osmanlı devlet adamlarının da davetli olarak katıldıkları. Yatsı namazını Tersane Divanhanesi’nde kılan Osmanlı paşalarının sandallarla balonun verileceği gemiye gittikleri ve orada sabaha kadar eğlendikleri sabit. Ertesi gün Serasker Hüsrev Paşa Kazasker Yahya Bey’in sorusu üzerine, katıldığı balonun kâfir işi olduğunu, ancak resmi görevi dolayısıyla katılmak zorunda olduklarını anlatıyor ve orada kaşık-çatal gibi mekruh şeyleri bile kullanmak zorunda kaldıklarını söylüyor. Kazaskerle böyle konuşan ve durumdan hoşnut olmadığı hissini veren Serasker Hüsrev Paşa’nın padişah 2. Mahmud’a tam tersine, eğlenceleri ballandıra ballandıra anlattığını, hatta ona elmaslı bir çatal kaşık takımı yaptırarak armağan ettiğini biliyoruz.

Ahmet Rasim’in kaleminden

Dönemin ünlü yazarlarından Ahmet Rasim, “Evvelleri biz Türkler, yılbaşı günlerinde başımızı sokmadığımız yer kalmazdı” diye anlatmaya başlıyor eski yılbaşlarını. Gerisini şöyle getiriyor usta yazar: “Galata, Beyoğlu, kısacası Ortodoks takvimini tutan milletlerin cümlesine kendimizi davet ettirir, sabahlara kadar eğlenirdik. O ne hovardalık rezaleti, ne sefahat gecesi idi! Aşağıda, yukarıda ne kadar genelev varsa, kapıları çekilir; her gazino, her kahve, her koltuk (küçük meyhane) her kumarhane. Her sokakta çalgı, saz eğlentisi, çengi, köçek. Her evin bir odasında ziyafet sofrası. Üstünde hindiler, yemişler, rakılar, biralar, etrafında türlü türlü erkekler. Evin birinden çık ötekine gir. Kumarhanenin birinde yutul, ötekinde kazan! Fuhuşa sarhoşluğa ait hangi ve kaç türlü vasıta varsa hepsi ayakta; bildiğimiz karnavallar, yahut eski Roma’nın satürnalleri buralarda akşamleyin dirilir sabahleyin can çekişirdi.”
       Ahmet Rasim




Hiç yorum yok: