Türkiye’nin en büyük terörü “bilimsel terör”dür. Bu ülkenin büyük çoğunluğu “yaratılış” gerçeğine inanmışken, bilim yuvaları denen üniversitelerde “evrim teorisi” bilimsel kabul edilip “yaratılış gerçeği” hala bilim dışı sayılmaktadır.
Mevcut kurguyu savunan cahillerin isimlerinin başında da genellikle Prof., Dr., Doç., tarzı unvanlar bulunmaktadır.
Bu son derece basit ve reel gerçektir.
Hadi teorik tartışmalar bir avuç “bilimsel şarlatanın” etrafında dönmektedir ama biz toplum olarak “bilimsel terörün” en büyük yansımasını sağlık alanında yaşamaktayız.
Yakın zamanda yaşanan “kollestrol ilaçları yararlı mı, zararlı mı?” tartışmalarında da olduğu gibi hemen birileri tarafını seçti.
Bir tarafta ilaç tröstlerinin gönüllü pazarlamacılığını reddeden vicdanlı hocalar, diğer yanda tamamıyla ilaç firmalarının finansmanlarıyla faaliyet gösteren tıp derneklerinin yöneticileri.
Ben bu ayrımda kesinlikle tıp derneklerinin karşısındayım.
Tıp derneklerinin yöneticisi olan hocalar, bu pozisyonları nedeniyle neredeyse hayatlarının tamamını finanse etmektedirler.
Seyahatler, organizasyonlar, kongreler, bilimsel toplantılar derken derneklerin yıla yayılmış faaliyetleri nedeniyle hem kariyerlerini artırmaktalar, hem lüks bir yaşam standardına ulaşmaktalar hem de bilimsel alanda söz söyleme yetisi elde etmektedirler.
Oysa tüm bu faaliyetlerin tamamı ilaç firmaların sponsorluğunda gerçekleşmektedir.
Doğrudan reklam yapması yasak olan ilaç sektörü, pr ve reklam için ayırdığı bütçesinin önemli bir kısmını tıp derneklerinin faaliyetleri için harcamaktadırlar.
Dolayısıyla, her alanda yetkin olduğu düşünülen tıp dernekleri ve yöneticileri ilaç kullanımı konusunda firmalar tarafından kontrol etmekte, yönlendirmekte ve daha çok ilaç satmak için kullanmaktadırlar.
Türkiye, “modern tıp” etiketi altında tam bir “ilaç pazarlama cennetidir”.
İlaç firmaları-tıp dernekleri-pr kapsamındaki medya organları üçlemesi sürekli olarak ilaç kullanımının artması noktasında propaganda yapmaktadır.
Tıp ilerledikçe, mikro bilgiler geliştikçe hastalık sayısı da sürekli artmaktadır.
Sadece kuş ve domuz gribi konularında Türkiye’nin nasıl manipüle edildiğini hatırlayın.
Şu temel bilgiye sahip olmak lazım; “Dünyada bilinen en güçlü ilacın bile bir hastalığın iyileşmesindeki etkisi yüzde yirmiyi geçmez. Hastalıkları tedavi eden vücudun kendi savunma sistemleri, kanıdır. İlaçlar, tek tekeri çamura batmış arabaya küçük bir destekten sonra kendisinin yoluna devam etmesi benzeri bir katkı yaparlar.”
Yani, “ilaç kullanmazsanız ölürsünüz” diyenlerin çoğu –elbet mutlak gereksinimi olan ilaçlar ve dozundaki yaklaşımları kast etmiyorum- şarlatan ve ilaç firmalarından nemalananlardır.
Üstelik, her ilacın mutlak yan etkisi vardır ve çoğu kez bu hastalara söylenmez.
İlaç kutularının içindeki bilgiler de daha çok bilimsel terimler ile anlatılır ki normal insan buradaki bilgileri anlayıp sorgulamasın.
Hiç bu güne kadar, ilaç açıklamalarının basitleştirmesini savunan tıp derneği duydunuz mu?..
Sadece, “kollestrol ilaçlarını savunan” Türk Kardiyoloji Derneği’nin sitesine bir bakın.
Sitede neredeyse tüm yıla yayılmış bir takvim var.
Tüm o takvimi ilaç firmaları finanse etmektedirler.
Böylesi bir ekonomik döngünün gönüllü parçası olan dernek yöneticisi hocalardan tarafsız olmalarını bekleyebilir misiniz?
“Kalbini sev, kırmızı giy” kampanyasını hatırladınız mı?
Yine TKD tarafından yapılmıştı.
Peki sponsoru kimdi hatırlıyor musunuz?
Bir margarin markasıydı.
Dünya Kalp Federasyonu tarafından kalp ve damar hastalıklarına dikkat çekmek amacıyla düzenlenen Kalbini Sev Kırmızı Giy Kampanyası‘na sağlığa zararı ispatlanmış margarinleri üreten bir firmanın sponsor olması bu tür olayların nasıl işlediğini güzel bir şekilde özetliyor.
Mis gibi tereyağına olmadık iftirayı atıp margarini kutsayan bu beylerin söylediği hiçbir bilgiyi sağlıklı kabul etmemekte yarar var.
Bunlar aynı zamanda “yumurta yasaklayıcılarıdır”.
Binlerce yıldır bilinen bir besini yasaklayıp onun boşluğunu ilaç takviyeleri ile doldurmaya çalışanlardır.
O sağlık kongrelerinde pek çok konuda prof unvanlı hocaların çok keskin görüş farklılıkları ortaya çıkıyor.
Dikkat buyurun, görüş ayrılığına düşülen konu hepimizin sağlığı.
Peki siz hiçbir doktorun en küçük bir tedavide bile size birden fazla seçenek sunduğunu gördünüz mü?.
Üstelik bu “modern tıp teröristlerini” besleyen ilaç sektörünün tamamı da yabancı menşelidir.
Neden biliyor musunuz?
İlk defa 1961 yılında başlayan IMF sürecinin bir sonucu var.
Tarihe dikkat edin lütfen, Amerikancı diye Menderes’i asan askerlerin yönettiği, günümüz anti-Amerikancı ulusalcıların yere göğe koyamadığı 60 darbesi hükümetini yönettiği ülkede ilk IMF anlaşmasının yapılmasındaki garabate de yeri gelmişken dikkat çekmekte yarar var.
Ama esas sorun bu değil, -lütfen bilen varsa paylaşsın- sonraki IMF anlaşmalarının birisinde alınan sadaka kaşılığında Türkiye 35 yıl boyuncu ilaç argesi yapmayacağını ve ilaç üretmeyeceğini taahhüt etti.
Dünyada kendi topraklarında sadece o coğrafyada yetişen “embed bitki” anlamında en zengin coğrafyada olmamıza rağmen üstelik.
Kemal Derviş’in tarım ürünleri ile ilgili verdiği kotalı anlaşmaların bir benzeri yani.
İşte bu kadar taraflı mantık içinde yaşayan “modern tıp teröristleri” pek çoğu ilaç firmaları tarafından ellerine tutuşturulan “bilimsel araştırma” safsataları eşliğinde saltanatlarının sürdürüyorlar.
Pek çoğu artık mesleğinin sonuna gelmiş olmalarına rağmen, kendilerine ve derneklerine ait arıştırma sayısı neredeyse yok denecek kadar azdır.
Yapılanların da ne kadar sağlıklı oldukları özel dikkate muhtaçtır.
Şükür ki, bu ülkede vicdan sahibi ve kendi toplumuna inanan hocalar da var.
Bilimsel teröristlerin tehditlerine ve mesleki kariyerlerini riske atma pahasına bu kirli düzene isyanlarını dile getiriyorlar.
O nedenle, tüm tıbbi tartışmalarda bağımsız çıkışlar her zaman önemlidir.
Tıp derneklerinin çatısı altında açıklama yapan hiçbir hocaya inanmıyor, güvenmiyor, söylediklerini ciddiye almıyorum.
Dileğim, kocakarı ilaçları ya da otçu çöpçü diye yüzelli yıldır dışlanan geleneksel tıp birikimimizin tekrar toplumla buluşması.
Ki, zaten yavaş yavaş böyle bir eğilim de başladı.
“Bilimsel teröristlerin” bağırmaları da bu yüzden zaten.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder