20 Şubat 2012 Pazartesi

Sultan İbrahim Deli miydi?-Mustafa Müftüoğlu


Dördüncü Murad’ın vefâtı üzerine, 9 Şubat 1640 Perşembe günü, Osmanoğulları’nın on sekizincisi olarak 25 yaşında tahta çıkan Sultan İbrahim, Birinci Ahmed’in oğlu ve Dördüncü Murad’ın en küçük kardeşidir. Birinci Ahmed’in diğer evlâdları; Süleyman, Kasım ve Bâyezid Sarayda boğdurulduğundan beri ve Dördüncü Murad’ın erkek çocukları hep küçük yaşta öldüğünden ağabeyi Dördüncü Murad’ın vefâtıyla saltanat yolu, hânedânın yegâne erkek evlâdı Veliahd – Şehzâde İbrahim’e açılmış ve böylece biraz da tesadüflerin yardımıyla Sultan İbrahim, tahta çıkmıştır.
25 yaşına kadar Sarayda devamlı bir ölüm korkusu ile yaşayan ve bu yüzden cülûsuna müzmîn bir baş ağrısı ile asâb bozukluğundan şikâyetçi olan Sultan İbrahim’in 9 Şubat 1640 tarihinden 8 Ağustos 1648 Cumartesi gününe kadar 8 sene, 5 ay 28 gün devam eden saltanatında, devşirme vezirlere Harem’deki hasekilerin korkunç faaliyeti görülmüş; Sultan İbrahim, sözde tedavi kasdiyle bu gürûh elinde kalmıştır!
Meşhûr “Cinci Hoca”, bu devirde Saraya hulûl ile şöhret ve servet sahibi olmuş, bilhassa Vezir-i Azam Semin Mehmed Paşa ile Padişâhın vâlidesi Kösem Sultan’ın Sultan İbrahim üzerindeki tesirleri pek feci olmuştur.
Saltanatının ilk yıllarında Kemankeş Kara Mustafa Paşa’yı sadâret makamında tutmak basîretini gösteren Sultan İbrahim, gerek bu Vezir-i A’zamın, gerek Şeyhülislam Yahya Efendi’nin müspet tutumlarıyla devleti ağabeyi devrindeki düzenle idareyi becerebilmişse de, Cinci Hoca’nın melânetiyle Kemankeş Kara Mustafa idam olunmuş, bu idamdan 27 gün sonra da Şeyhülislam’ın da vefatıyla devlet idaresi, tamamen devşirmelerin eline geçmiştir.
İşte Semin Mehmed Paşa’nın Sultan İbrahim üzerindeki korkunç tahribatı, bu devrede görülmüş ve bu Vezir-i Azam, Sultan İbrahim devri ılgınlıklarında mühim rol oynamıştır!
Sultan İbrahim ile bu Sadrazam Semin Mehmed Paşa arasında geçen aşağıdaki konuşma, devletin o yıllarda ne tiynetteki kimseler elinde kaldığını tespit bakımından mühimdir.
Sultan İbrahim’in; «Lalam, Kara Mustafa Paşa gâhi bana itiraz edip “Bu iş, nâ’mâkûldür.” derdi; senden hiç anın (onun) gibi söz sâdır olmadı. Cümle kelâmın, “sadaka’l emîr” kaidesine bina olduğunun aslı nedir?» suâline bakınız bu Semin Mehmed Paşa nam(lı) hâin, ne cevap veriyor; «Siz, yeryüzünün halifesi, zıllu’llâhsınız. (Allah’ın gölgesi), zâmîr-i münîrinize lâyih olan havâtır fil’l cümle ilhâm-ı Rabbânîdir (hatırınıza ne gelirse, Allah’ın ilhâmıdır) ve kavlen ve fiilien sizden bî-hûde hatâ zuhûr eylemez ki, itiraza mecâl ola.»
Sultan İbrahim devrine işte bu tip kimseler hâkim olmuş ve bu çeşit telkinler sonunda Sultan İbrahim, saltanatının ilk yıllarında Hatt-ı Hümâyûnlarını; «Eğer bir yanlış yazdım ise bildiresin.» diyerek gönderir iken, birdenbire değişivermiştir!
Padişâhdaki bu âni değişikliği inceleyen İsmail Hâmi bey, Kronolojisinde şöyle diyor: «Dördüncü Murad’ın 16 sene, 4 ay, 29 gün süren saltanat devrinin her dakikasını kemend bekleyerek ve her ayak sesini cellâdların ayak sesleri zannederek ecel buhranları içinde geçirdikten sonra, hiç ummadığı bir anda kendisini mutlak bir kudretin rakipsiz sahibi vaziyetinde gören Sultan İbrahim’in bütün çılgınlıkları, şehzâdelik esâretiyle pâdişahlık hürriyeti arasındaki tezâdın hâsıl ettiği rûhî sarsıntılarla izah edilebilir: Hayatının sonuna kadar çektiği “Hafakan ve sevdâvî illet”, işte bunun neticesidir. Sultan İbrahim’in rûhî bir tedavi ihtiyacından dolayı Cinci Hoca ve diğer birtakım üfürükçüler, devletin başına musallat olmuş, Osmanlı hânedânında kendisinden başka erkek kalmamış olmasından dolayı da neslin devamını temin için vezirlerden valilere kadar bütün devlet adamları, kendisine güzel câriyeler takdîme derek baştan çıkmasına sebep olmuş, nesli inkırazdan kurtulmuşsa da muhtelif Şark ve Garp milletlerine mensup hasekilerle câriyeler, Sultan İbrahim’i sonsuz bir sefâlet girdâbına sürüklemiştir. Devletin bütün varidatını yuttuktan sonra memuriyetlerin bile tevcihine sebep olan saray israfatı, işte bu yüzdendir.»
Sultan İbrahim’in cülûsunda şikayetçi olduğu asâb bozukluğu ile müzmin başağrısı, ne hikmetse bazı tarihçilerce deliliğe kadar götürülmüş ve yukarıya aldığımız İsmail Hâmi Bey’in tespit ettiği gerçekler, incelenmeden çalakalem yazılan eserlerde hayâlî türlü vakâlarla Sultan İbrahim ve devri karikatürize edilmiş, hatta bu yazılanlar, sonraları yerli-yabancı bir çok muharrire mezvû olarak çeşitli roman ve piyes(ler) yazılmıştır.
Bu yazılanlara devrin Şeyhülislamı Karaçelebi-zâde Abdülaziz Efendi’nin “Zeyl-i Ravzatü’l Ebrâr”ı kaynak olmuştur ki, bu eserin sahibi Şeyhülislam, Sultan İbrahim düşmanlığıyla mâruftur ve Hammer dahil bütün tarihçiler, Şeyhülislam’ın hislerine mağlup olduğunda ittifak etmişlerdir.
Taht’a çıktığı gün; «Elhamdülillah, yâ Rab ki, benim gibi za’if kulunu bu makama lâyık gördün. Yâ Rab, eyyâmım’da (saltanatım sırasında ümmeti (milleti) hoş – hâl eyle ve birbirimizden hoşnut eyle» diyerek şükür ve niyazda bulunan Sultan İbrahim, saltanatının bir devrinde Semin Mehmed Paşa gibi dalkavukların ve validesi Kösem Sultan’ın telkiniyle bazı aşırı hareketlerde bulunmuşsa da, iddia edildiği gibi deli değildi!
Ahmet Refik adlı tarihçi, Sultan İbrahim’in devr-i saltanatına “Samur devri” demektedir. Halbuki devrin Vezir-i Azamı Rum asıllı Hezâr-pâre Ahmed Paşa, bu samur meselesinin kahramanıdır. İhdas ettiği “Samur(kürk) ve Amber(koku) Vergisi” ile Yeniçeri Ocağı’nın isyanını hazırlamış, hatta bu sebepten azledilip cesedi parçalanmıştır. Böyleyken Sultan İbrahim’in samur ibtilâsı dillere destan olmuş ve işte yukarıda görüldüğü gibi bir tarihçi, o devre “Samur devri” diyebilmiştir!
Sultan İbrahim, bu idam edilip cesedi paramparça olunan Hezârpâre Ahmed Paşa’dan sonra Sadârete getirilen “Sofu” lakâbıyla meşhur Koca Mehmed Paşa devrinde hal’edilmiştir. Hezârpâre Ahmed Paşa’nın ihdâs ettiği “Samur ve anber vergisi” dolayısıyla ayaklanan Ocak ağalarına ilmiyye sınıfı da katılmış ve Fatih Camiinde toplananların başında bulunanlar, Sadrazam Sofu Mehmed Paşa’yı dinledikten sonra Sultanahmed meydanına ilerleyip, Sarayı muhafazaya memur bostancıbaşıyı elde ederek hal’i gerçekleştirmişlerdir.
Hal’i tebliğe memur heyeti, «Bre hâinler, Pezevenkler!” diyerek tahkir eden Sultan İbrahim’le Kara Çelebi-zâde Abdülaziz arasında çok sert bir konuşma cereyân etmiş ve bu konuşma esnâsında Karaçelebi-zâde, velevki mahlû da olsa bir padişaha söylenemeyecek sözler sarf etmiştir! İşte Sultan İbrahim devrini karikatürize eden yazarların hemen hepsi, bu adamın yazdığı “Zeyl-i Ravzatü’l Ebrâr” adlı eseri kaynak edinmişlerdir ki, bu eserin sıhhatini şu yukarıdaki olay, ortaya koymaktadır.
Hal’ olunan Sultan İbrahim, iki câriyesiyle beraber sarayın bir odasına hapsedilmiş, bu odanın kapı ve pencereleri tamamen örülüp sadece yemek alıp vermek için küçük bir delik bırakılmıştır. Sultan İbrahim, bu odada 10 gün kalmış ve bu müddet içinde devamlı bağırıp çapırarak feryat etmiş, küfürle karışık tehditler savurmuştur.
Mahlû padişahın tekrar cülûsu için girişilen bazı teşebbüsler dolayısıyla hal’ erkanı başı başta Kösem Sultan olmak üzere Sultan İbrahim’in idamına karar vermişlerdir ki, Kösem Sultan’ın iktidar hırsıyla evlâdına kıyması, tarihin nefretle kaydettiği bir gerçektir!
Kösem Valide Sultan’ın arzusu üzerine bazı Yeniçeri Ağalarıyla Sadrazam Koca Mehmed Paşa ve Şeyhülislam, yanlarına meşhur cellâd Kara Ali’yi alarak 18 Ağustos 1648 Salı günü, Sultan İbrahim’in hapsolunduğu odaya girerek kemendle boğdurmak suretiyle mahlû’ (tahttan indirilen) padişahın işini bitirmişlerdir.
Otuz üç yaşında idam olunan Sultan İbrahim, Ayasofya avlusuna amcası Sultan Mustafa’nın yanına gömülmüş ve 7 yaşındaki oğlu Dördüncü Mehmed tahta çıkarak Kösem Valide Sultan, “Saltanat Nâibesi” olmuştur.
IV. Mehmet
Dördüncü Mehmed, çocuk yaşına rağmen, babasının idamıyla ilgili 70 şahsı tespit ederek, bilâhare bunların cümlesini ortadan kaldırmasını bilmiştir. Evlâd kâtili Kösem Valide Sultan ise, bir müddet saltanattan sonra günün birinde o da bir perde ipiyle boğdurulmuştur. 

Hiç yorum yok: