Demiştik ki, “cumhuriyet bir ‘redd-i miras’ üzerine kurulmuştur”.
Alfabemizi reddettik...
Kılık kıyafetimizi reddettik...
Hukuk sistemimizi reddettik...
Müziğimizi reddettik...
Mimarimizi reddettik...
Tarihimizi reddettik...
Ecdadımızı reddettik...
İlhamını dinimizden alan köklü kurumlarımızı (medrese, tekke, zaviye) reddettik...
Dilimizi reddettik...
Hatta ve hatta dinimizi bile (âdeta) reddettik (en azından buna zorlandık)...
Bunlar bir medeniyetin temel taşları sayıldığına göre de, medeniyetimizi reddettik.
Tabii bir kimlik bunalımına sürüklenip arabeskleştik...
Biraz Batılı, biraz Doğulu...
Biraz Amerika, biraz Avrupa...
Biraz Roma, biraz Mekke...
Biraz Müslüman, biraz Hıristiyan (yaşam biçimi olarak)...
Biraz muhafazakâr, biraz devrimci...
Biraz mafya, biraz kanun!
Bu yüzden hemen her sahada bitmez tükenmez tereddütler, hemen her alanda şaşkınlıklar, hemen her şey yaz-boz tahtası...
İstikrar kırmızı mumla aranıyor!
Ayrıca, yaşanan “redd-i miras”, işte bu türden “kültür ihtilâli”nin eseridir!
Hatırlayalım ki, “kültür ihtilâli” dünyada yalnız üç milletin başına geldi: Çinlilerin, Arnavutların ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının...
Mao’nun ölümüyle Çin bu yoldan döndü. Hatta aralarında Mao’nun karısının da bulunduğu “kültür ihtilâli” mimarlarını cezalandırdı, kadîm kültürüne sarılıp bunun moral etkisi sayesinde adeta “yeniden diriliş”i gerçekleştirdi (Türkiye yeni anayasa sürecinde böyle bir yola girer mi dersiniz?).
Çin’in birden bire ekonomik bir dev olma yoluna girmesi ve bu açıdan dünyayı tehdit etmeye başlaması tesadüflerle izah edilemez. Kanaatimce bu hızlı atılımlar, Çin’in yıllar sonra kendi kültürüyle nihayet buluşmasından gelen moral gücün sonucudur.
Arnavutluk da, keza, Enver Hoca’nın ölümünden hemen sonra kültür ihtilâli yolunda kendini inkârdan vazgeçti. Dinini ve kültür kaynaklarını yeniden keşfetmeye çıktı. Kapatılan camileri, medreseleri, tekkeleri açtı. Kılık kıyafet tercihini serbest bıraktı. Kısaca “resmi ideoloji” denilen devlet dayatmacılığından döndü. Şimdi, komünizmin çürüttüğü toplumsal dinamiklerini kurmaya ve dirilmeye çalışıyor.
Kültür ihtilâline muhatap olan dünyanın üçüncü ülkesi Türkiye ise benzer adımlar atıyor. Ama büyük bir handikabı var: Kemalizm! Kemalistler Türkiye’nin yeni başlangıçlar yapmasına izin vermiyorlar. Etkili makamlarda (vaktiyle ele geçirdikleri) oldukları için de, direnip siyasetin işini zorlaştırıyorlar. Sayın Başbakan’ın sık sık bürokrasiden yakınması boşuna değil. Engellendiğini düşünüyor. Engelleniyor da...
Ama direniş aşılamaz değil. Bizim gibi son derece netameli bir coğrafyada yaşamak için her gün yenilenmek zorunda olan dinamik ülkelerde eski dogmaları ilânihaye sürdürmeye zaten imkân yok. 30’lu, 40’lı yılların ihtiyaçlarına göre oluşturulan sistemlerin yeni gelişen ihtiyaçlara hem cevap veremediği, hem de bu yüzden ülkeleri tıkadığı biliniyor. Kim bundan daha fazla tıknefes olmak ister ki? Tıkanmışlıktan nemalananlar hariç...
Kısacası, Türkiye, bu çağı da ıskalamamak için, hızla değişmek zorunda...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder