17 Şubat 2012 Cuma

‘Örnek demokrasi’ ve tarihin ironisi-Taha Kılınç


 Dwight Eisenhower 

1947'de ilan edilen Truman Doktrini ile Sovyet Rusya'nın güneye doğru yayılmasını engelleyen ABD, hemen ardından ilan ettiği Marshall Doktrini ve bundan 10 yıl sonra, Ocak 1957'de kabul ettiği Eisenhower Doktrini ile Ortadoğu ülkelerine direkt müdahale edebilme imkanı buldu. 

Türkiye'yi ziyaret eden ilk Amerikan Başkanı olan Dwight Eisenhower tarafından Kongre'ye sunulan doktrine göre, ABD, bağımsızlığını korumak için ekonomik kalkınma gayreti içine giren Ortadoğu ülkelerine ekonomik ve askeri yardım yapacak, yine söz konusu ülkelerin istemesi halinde, "komünist dış güçler"in silahlı saldırıları karşısında, Amerikan askerlerini kullanabilecekti. 

Ortadoğu'yu tam anlamıyla Amerikan denetimine açan doktrini ilk kabul eden ülke Lübnan oldu. Lübnan'ı, Pakistan, Irak, Yunanistan ve Türkiye izledi. Doktrini son kabul eden ülke İsrail olurken; Mısır, Ürdün ve Suriye, Eisenhower'ın planına karşı çıktılar. 

Önceleri ABD ve Sovyetler Birliği arasında kendince bir denge politikası gütmeye çalışan, ama dünyanın gidişatına göre tavır almayı daha doğru bularak 1950'de patlak veren Kore Savaşı'nda canla başla ABD'nin yanında yer alan Türkiye, bunun "ödülünü" önce NATO'ya kabul edilmekle, sonra da hâlâ sıklıkla vurgulanan "ABD'nin bölgedeki stratejik ortağı" payesini elde etmekle aldı. 

Mısır, Enver Sedat'ın 1977'deki ani Kudüs ziyaretinin ardından ABD ve İsrail'le "müttefik" haline gelirken; Ürdün de 1995 yılında İsrail'le barış antlaşması imzaladı. 1879 yılından beri toprakları üzerinde Rus elçiliği bulunduran Suudi Arabistan, 1945 yılında, ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt ve Kral Abdülaziz arasında imzalanan antlaşma ile Amerikan şirketlerinin Suudi petrolü üzerindeki denetimini kabul etmiş oldu. 

Ortadoğu ülkeleri içinde Amerika ile "stratejik" ilişkilerini geliştirme anlamında "en geç kalanlardan biri", coğrafi konumuyla, dünya devi olmayı isteyen bütün süper güçlerin iştahını kabartan Yemen'di. 1990 yılındaki Birinci Körfez Savaşı'nda Irak'ın tarafını tutan, dolayısıyla Amerikan karşıtı cephede yer alan Yemen'in beklediği "demokrasi ve ilerleme fırsatı", 11 Eylül sonrası süreçte ayağına geldi: Büyük Ortadoğu Projesi. 

Yemen'in Amerika Birleşik Devletleri tarafından 'onurlandırılması' iki aşamada gerçekleşti. 20 Eylül 2006'da Amerikan Başkanı Bush, Yemen'de gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimlerini "siyasal çoğulculuğun adil biçimde sandığa yansıdığı bir seçim" olarak adlandırmış, iki gün sonra da Yemen Dışişleri Bakanı Ebubekir el-Kırbî ile görüşmesinde Yemen'deki 'örnek demokrasi'yi öve öve bitirememişti. 

Yemen artık 'onurlandırılmış' bir ülkeydi. Dahası, ABD'nin kendisine verdiği yeni paye ile, yani Büyük Ortadoğu Projesi'nin ortak aktörlerinden biri olma payesiyle de övünebilirdi. 

Kabaca, Arap ülkelerini demokratikleştirmeyi ve Ortadoğu'nun tümünü, Afrika'nın da bir kısmını içine alan bir bölgede siyasi değişim ve gelişimleri öngören projede, Yemen'e neden rol biçildiğini anlamak için bu ülkenin Ortadoğu jeopolitiğindeki yerine göz atmak ufuk açıcı olabilir: 

Kızıldeniz'in Hint Okyanusu'na açıldığı Babu'l-Mendeb boğazına hâkim konumuyla Yemen, dünyanın önemli petrol sevkiyat güzergâhlarından biri üzerinde yer alıyor. Dünyada tüketilen günlük petrolün %50'den fazlası, yani yaklaşık 45 milyon varil petrol, Ortadoğu ve çevresindeki önemli boğazlardan taşınıyor. Süveyş Kanalı yoluyla Kızıldeniz'den geçen bütün gemiler için Babu'l-Mendeb Boğazı tek alternatif durumunda. Yapılan araştırmalar, 2025 yılında ABD'nin, ihtiyacı olan petrolün %70'den fazlasını kendi toprakları dışından temin etmek zorunda olacağını gösteriyor. Buna Avrupa ve Çin'in petrol ihtiyacı da eklendiğinde, ABD'nin kendisine zorluk çıkarmayacak "örnek demokrasi"lere ne kadar muhtaç olduğu daha iyi anlaşılır.

Yemen, Körfez Savaşı sonrası süreçte, siyasi açıdan belki de en zor zamanlarını yaşadı. Güçlü komşusu Suudi Arabistan tarafından dışlanan ve yalnızlığa itilen Yemen, çözümü ABD ile yakınlaşmakta buldu. Bunun doğal bir sonucu mudur bilinmez, Suudi Arabistan ile uzun yıllardır devam eden sınır ihtilafına da bu süreçte son verildi.

Kademeli olarak "demokrasi"ye geçen Yemen, "gerektiğinde" Amerikan askerlerinin topraklarını kullanmasına da yeşil ışık yaktı. Aynı dönemde, Avrupa ile de yakınlaşma süreci başladı. Fakat Yemenli karar alıcıları, "ağabeyleri" önünde mahcup edecek bazı gelişmeler de olmadı değil: 

1992 yılında, Amerikan askerlerine karşı girişilen kanlı saldırının ardından, 2000 yılında Aden Körfezi açıklarındaki USS Cole adlı savaş gemisine bomba yüklü bir tekneyle saldırı düzenlendi. 17 denizcinin öldüğü olaydan sonra, 2002 yılının Aralık ayında Yemen'de üç Amerikalı doktor öldürüldü. 

Bu saldırıların her birinin ardından, ülkedeki 'aşırı'ları kademeli olarak devre dışı bırakan Yemenli yöneticiler için Amerikan planlarına adapte olmak, diğer bazı örneklere bakıldığında, çok sancılı olmadı. Öyle ki Yemen, İsrail ve Amerika tarafından desteklendiği bilinen Eritre tarafından işgal edilen Kızıldeniz'deki adaları konusunda bile sorunu diplomatik olarak halletme yoluna gitti.

Zaman zaman ülkenin kuzey kesimlerinde yaşayan Şiilere yönelik şiddet olaylarıyla medyaya konu olan Yemen'de 2005 yılının Mayıs ayında ülkenin önemli Şii liderlerinden Yahya Hüseyin ed-Deylemi ölüm cezasına çarptırılmış, Muhammed Ahmed Muftah da sekiz yıla mahkûm edilmişti. 

2007 yılına gelindiğinde ise Şii militanlarla devlet güçleri arasındaki gerilim, 'iç savaş' olarak adlandırılabilecek bir hale dönüştü. Şubat ayından itibaren, kuzeydeki Sa'da şehri ve çevresinde "Şii isyancılara" devletin gösterdiği şiddetli reaksiyona Suudi Arabistan'ın lojistik desteği de eklendi. Suudi savaş uçakları Şii köylerini bombalayarak Yemen'e isyanı bastırması konusunda yardımcı oldu. 

2011 yılı başından itibaren, Yemen, devlet başkanı Ali Abdullah Sâlih'in artık eskimiş bulunan iktidarına karşı seslerini yükselten halk kitlelerinin gösterileriyle dünyanın gündeminde. Ali Abdullah Sâlih, yılsonunda görevinden ayrılacağına ve yerine oğlunu ya da orduyu bırakmayacağına söz vermiş bulunsa da, göstericiler azla tatmin olacak gibi görünmüyor. 

Bütün bunların Amerikan Başkanı Bush'un Yemen'i 'örnek demokrasi' ilan etmesinden yalnızca beş yıl sonra yaşanması da herhalde tarihin bir ironisi olsa gerek. 

Hiç yorum yok: