24 Şubat 2012 Cuma

Kazım Karabekir'in Gözüyle Yakın Tarihimiz Kitabından Notlar- Mustafa Armağan


Kazım Karabekir'İn Gözüyle Yakın Tarihimiz




"19 Nisan 1919’da Trabzon’a çıktım…"

Kazım Karabekir Paşa İstiklal Savaşı'nın bugüne kadar göz ardı edilen, gösterilmeyen, yazılmayan taraflarını inceliyor. Tarihe yeni bir gözle bakmak isteyenler için muhteşem bir araştırma...

İnkılap tarihlerimizin neden “Tarih” sıfatını hak etmediğini anlamak için Kâzım Karabekir Paşa’nın hayatına bakmak yeterli olacaktır. Sadece bir kaç fersiz cümlede geçer ismi. Resmi bile son yıllara kadar ders kitaplarında hemen hiç yer almazdı. Hatta bazılarına kalırsa “rejim düşmanı, Hilafetçi ve hain”di. İyi ama ne yapmıştı Paşa bu hakaretleri hak etmek için?

Karabekir Paşa’nın askeri ve siyasi hayatında haksızlıklara uğraması yetmiyormuş gibi, tarih kitaplarından da emekleri silinmişti. Doğu Cephesi’nde zafer üstüne zafer kazanarak makûs talihimizi yenen Paşa, Sevr’i yırtan ilk antlaşmanın altına imza atmıştı. Savaş sonunda adına “Şark Arslanı” diye posterler basılıyor, özellikle Doğu’da savaşın gerçek kahramanı sayılıyor, adı efsaneleşiyordu.

Ne olduysa savaş sonunda oldu ve Karabekir önce ordudan uzaklaştırıldı, derken Meclis’te mücadele ederken görüldü, sonra partisi kapatıldı ve ertesi yıl İstiklal Mahkemesi’nde idamla yargılandı. Gözetim altında tam 13 yılını geçirdi. İstiklal Savaşı’nı birlikte başlattığı ve en zayıf anında “Emrinizdeyim Paşam” diye desteklediği Mustafa Kemal Paşa ve çevresine eserleriyle muhalefet etti.

İstiklal Savaşı’nı kardeşlik duygularıyla bağlı bir kadroyla vermiştik. Ancak asıl savaş bundan sonra başlamış, iktidar rüzgârı, İstiklal Savaşı’nın İlk Beş’inden 4’ünü idam sehpasının önüne fırlatmıştı. Suçları neydi? Muhalefet etmek. Peki savaşı esaretten kurtulmak için yapmamışlar mıydı? Şimdi de hem kendi haklarını, hem de milletin haklarını savundukları için darağaçlarının gölgesinde bir hayata mahkûm ediliyorlardı.

İşte herkesin sustuğu bir zamanda Karabekir tek başına muhalefet bayrağını açtı ve basının önüne çıktı. İstiklal Savaşı’nı sanki sadece Mustafa Kemal Paşa yapmış gibi anlatılıyordu. Oysa Karabekir Paşa diyordu ki: “Onu Anadolu’ya gelmeye ben ikna ettim. Hatta bir ay önce, 19 Nisan 1919’da Trabzon’a çıktım…”

MUSTAFA ARMAĞAN, Karabekir’in 1918-1922 dönemini kendi ağzından aktarıyor. Yıllardır susturulmuş olan Paşa’yı konuşturuyor. Onun gözüyle tarihimizi sarsan 4 yılın hikâyesini yazıyor. Konuşan ne de olsa bir kahramandır. Kahraman olmayanlara düşen ise onu saygıyla dinlemektir, diyor.

Kazım Karabekir'in dilinden:
...
İddialarımı şöyle sıralayabilirim:
   İstiklal Savaşı yapma fikrini ilk önce ben ortaya attım. Bunun siyasi ve askeri esas planlarını ben tespit ettim.
   İlk olarak da 29 Kasım 1918 Cuma günü İstanbul Zeyrek'te ağabeyimin Süleymaniye Camii'ne nazır evinin bahçesinde bu meseleyi yakın dostum İsmet Bey'e açtım. Kendisiyle tartıştık. İsmet Bey bana şöyle yakınıyordu:
    '' Gördün mü Kazım? Her şey mahvoldu. Vaktiyle gördüğün gibi bizi savaşa sürüklediler ve bitirdiler. Derdin ki batıracaklar ve hayatımızla didişeceğiz. Fakat benim hiç bir ümidim kalmadı. Ben kararımı söyleyeyim mi Kazım? Köylü olalım. Askerlikten istifa edelim. Senin kaç liran var? Birleşelim,Kazım ağa , İsmet Ağa olalım. Hayatımızı çiftçilikle sürdürelim.''

     Ben de kendisine '' İsmet ne söylüyorsun? '' dedim. ''Zannediyor musun ki bizi yaşatacaklar? Ermeniler,Rumlar doğudan batıdan Türkü boğacaklardır. Bırak ki benim bir tarla alacak param yok. Fakat olsa da ayaklar altında zillet içinde ölmektense milletimizin bu kadar senelik yediğimiz ekmeğini namuskârane ölmekle ödemek daha çok yakışmaz mı bize ? ''

     İsmet şöyle cevap verdi:
  '' Kazım sen ne diyorsun? Sen durumu bilmiyorsun. Ordularımız mahvoldu. Boğazlara itilaf devletleri hakim, bütün güney sınırlarımız açık bir halde. Asıl felaket bizim içimizden Kazım! Tasfiye yapacaklar, tasfiye ! Anlıyor musun? Bugün savaşta kazandığın paşalığı alacaklar, bir belki de iki rütbe kaybedeceksin. Artık bize herşey düşman.(1)  Ben çok düşündüm. Neyimiz varsa birleştiririz, ne mümkünse alırız. Kazım ağa, İsmet Ağa ... Ben başka türlüsünü göremiyorum Kazım. Sen de bir iyi düşün.''

    Cevabım gayet netti :
'' İsmet , ben kararımı verdim. Bütün bu gemileri vaktiyle Çanakkale'den içeri sokmamıştık. Bunları gözünüzde büyütmeyin. Benim gözümde bostan korkuluğundan farkları yok. Biz ölümü göze alınca merak etme hepsini yine dışarı atarız. Milletin mahvolduğunu görmek zilletine düşmektense yaşadığını görerek ölmek daha Türk'e yakışan bir davranış olur. Ben dün boğazdan geçerken yemin ettim : Tek başıma bile kalsam veya tek dağ başı bile kalsa , silahımı ve üniformamı kimseye vermeyeceğim. Azim ve tedbirli her ümide yol açar. Durumu sen de anlarsın.''



...

M.Kamal ın Gayesi Saltanatı ve Hilafeti Üzerine Almaktı

 Büyük Zafer'den sonra saltanat kaldırılmış, hilafet ise yine Osmanlı hanedanında bırakılmıştır. Bu fikir de bana ait olup 1922 Ekim'inde trenle Ankara'dan Bursa'ya seyahat ederken Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya bizzat ben teklif etmiştim. Hatta o sırada Refet (Bele) Paşa da vardı.
   Mustafa Kemal Paşa'nın o zamanki gayesi ise hem saltanat hem de hilafeti kendi üzerine almaktı. Bunu önce saltanatı yaşı küçük bir şehzadeye verip kendisi 'naib ' olmakla elde etmek istemişti. Sonra TBMM tarafından ve benim teklifimle (  rıza nur un hatıranda da ,önerge Rıza nur tarafından verilmiş, Karabekir tarafından imzalanmıştır, diye geçer) Saltanatın kaldırılıp Hilafetin Osmanlı Hanedanında bırakılacağı gün (1 Kasım 1922 ) Saltanat ve Hilafeti almaya kalktı. 31 Ekim akşamı teklifim üzerine İsmet Paşa ile birlikte Çankaya köşküne giderek böyle bir hareketin meclisin dağılmasına yol açacağını , halk ile ordunun itiraz ve direnişi ile karşılaşacağını bunun ise felakete sebep olacağını İsmet PAşa'nın ağzından Gazi'ye bizzat anlattık. Teklifimi kabul etti ve aynen kendi eliyle yazarak da belgeledi. Böylece kanunun 6.maddesine Hilafetin Osmanlı hanedanında kalacağı cümlesi eklendi.
   İsmet Bey de şahittir ki , Mustafa Kemal Paşa'nın Hilafeti alması planı ancak böylece engellenebilmiştir.
 ***

Kazım Karabekir'e Yayın Yasağı ve İdamla Yargılanması !!

...
   Gazi Mustafa Kemal Paşa İstiklal Savaşının gerçek seyrini ve bu arada arkadaşlarının hizmet ve fedakarlıklarını millet huzurunda açıkca belirterek Türk tarihine hakkı olan bilgiyi tam ve eksiksiz olarak vermeli hatta siyasi ve askeri planda yüksek görevler başaran arkadaşlarının yaşadıkları değerli hatıralarını millete ve tarihe sunmalarını özellikle teşvik teşvik etmeliydi.
   Oysa o tam tersi bir yol tutturdu. Gerçeklerin bir bölümünü gizledi ve böylece emeği geçmiş kişilerin tarihi haklarını teslim etmedi. Onların emekleri ve değerleri örtbas edildiği gibi şuna buna servet ve makam dağıtılır gibi İstiklal savaşının hizmetleri de etrafına serpiştirildi. Böylece herşeyi kendisi düşünüp yaptı gibi gösterme sevdasına düştü. Bunu millete böyle belletmek için de başka hatıraların ve belgelerin yayınlanmasına izin vermedi.Kendi eseri olan Nutuk dışındaki kaynakları kuruttu. Hükümet kudretini ve gizli kuvvetlerini bu uğurda malesef israf etti.
   Bundan sonra uzmanların fikirlerine danışmaya gerek görmeyerek ve ''Milleti ben kurtardım bundan sonrasını da ben yapacağım '' diyerek tamamen başına buyruk bir kişiliğe büründü.Bütün kendisini seven fedakar ve vefakar arkadaşlarını kötüledi. Onları kırıp döktü. Kendisinden uzaklaştırdı. İşte bu kırılıp dökülen ve uzaklaştırılan fedakar ve vefakar arkadaşlarından biri de benim.
    En güçsüz olduğu zamanlarda yanında duran onu koruyan ,tutan ve fikirlerini destekleyerek milletin başında en şerefli işler görmesini sağlayan ben ve arkadaşlarım gün geldi İstiklal Mahkemesine bile verildik. Hayatımızla oynanmak istendi. Tutuklandım, sorguya çekildim, hatta idamla yargılandım. Evim defalarca basıldı. Yine de istenilen yapılamadı, teslim olmadım.

   Bir takım dalkavuklar ısrarla İstiklal Savaşında benim değersiz işler gördüğümü anlatmaya ve böylelikle genç neslin huzurunda beni manen öldürmeye çalıştılar. Bu yetmiyormuş gibi iş gazetelere döküldü ve benim İstiklal Savaşında tek sepheye sadık kalmadığım gibi acayip şeyler yazılıp çizilmeye başlandı. 
   Nihayet 1933 yılının ilk aylarında benim de sabrım tükenmişti. İleride anlatacağım gibi bu saldıran yayınlara tahammül edemeyip yine basıl yoluyla sert ve acı bir cevap verdim ve bütün gerçekleri canlı şahitleri ve değerli belgeleriyle birer birer ortaya koymaya başladım. Bana saldıran Milliyet in ve diğer gazetelerin ondan alarak yayınladıkları mektup şeklindeki cevaplarımın ortalığı sarsmaya başlaması üzerine hemen yukarıdan yayın yasağı getirildi ve zaten epeydir gözetlenmekte olan Erenköy'deki ahşap köşküm , bu sert çıkışım üzerine neredeyse bir nezarethane haline getirildi. Özgürlüğüm kısıtlandı. Çoluk çocuğuma bile sataşıldı,hizmetçim taciz edildi.
   Bu durumda gazetelerde görüşlerimi yayınlama hakkım engellenmişti. Ben de elim kolum bağlı oturmaktansa İstiklal Savaşı gerçeklerini bu defa kitap haline getirip yayınlama imkanlarını aradım ve kısmen buldum da. Sinan matbaasının sahibi Sinan(omur) Bey'le anlaşıp müsveddeleri teslim ettim. Yazar Feridun Kandemir de getir götür işlerini yapıyordu. Tam kitabımın  tashih ve basım işi tamamlanmıştı ki ileride iç yüzünü ayrıntılı olarak açıklayacağım Kızıl Pençe örgütünden iki milletvekili ile tetikçilerden birisi kitabımın basılmakta olduğu matbaaya baskın düzenleyip kendi paramla 3 bin adet bastırdığımİstiklal Harbimizin Esasları adlı kitabıma el koydular ve alınan formalar çuvallara doldurulup İtfaiye araçlarına konularak Bakırköy kireç ocaklarında yaktırıldı.

  Ardından da Erenköyü'ndeki köşküm polisler tarafından üçüncü defa arandı. Aramaya 70 kadar sivil memur ,polis, hatta İstanbul Emniyet Müdürü Fehmi (Vural) Bey gibi kişiler katıldı. Elemanlar evimde pek çok yakışıksız hareketlerde bulundular. Bir çok belgemi müsadere edip gözümün önünde 4 çuvala doldurdular ve götürüp M.Kemal Paşa ya teslim ettiler.
   İkisi de yakın dostum olan M.Kamal Paşa cumhurbaşkanı, İs

met İnönü başbakan iken bu kötü işler Türk tarihine kaydettirilmiş oldu. HAKİKAT YAZMAK YASAKTI. FAKAT KÂH TARİH, KÂH DA ANSİKLOPEDİ GİBİ ŞAŞAALI İSİMLER ALTINDA OLAYLARI YALAN YANLIŞ YAZMAK SERBEST... !

Bu durum, İsmet İnönünün Cumhurbaşkanlığı zamanında da sürüp gitti. Bu hususta 1939 yılında Tan Gazetesine yaptığım bir açıklama, bir tür yobazların yaygaralarına boğduruldu. Ben bir ropörtajda Nutuk'ta da yanlışlıklar ve haksızlıkların olduğunu söylemiş ve ertesi günkü nüshada bu iddiamı ispatlayacak açıklamalar yapacağımı ifade etmiştim. Ne var ki birileri bir avuç genci sokağa dökerek beni protesto ettirdiler. Tan Gazetesi de protestoları haklı buldu ve ropörtajın devamını yayınlamayacağını iftiharla yazarak gerçekleri söylemek için yapacağım bu önemli çıkışı engellediler.

  Başta İsmet İnönü olmak üzere sorumlu kişileri uyardımsa da , hepsi boşa gitti. Ben de işi en son ve en büyük mahkeme olan zamana bıraktım. Elbette zamanın vereceği hüküm pek yaman olacaktır.
  Daha şahitleri bile sağ olan İstiklal Savaşı'nın gerçeklerini örtbas etmek amacıyla kullanılan bu zorbalıkların gayesi pozitif bilimlerle donanmış olması gereken aydın gençlerimizi sindirerek hipnotize etmek ve İstiklal Savaşını onlara bir bilim olarak öğretmek değil, bir iman olarak belletmek ve inandırmaktır..
---

İstiklal Savaşının Amentüsü !?

...
  Daha şahitleri bile sağ olan İstiklal Savaşı'nın gerçeklerini örtbas etmek amacıyla kullanılan bu zorbalıkların gayesi pozitif bilimlerle donanmış olması gereken aydın gençlerimizi sindirerek hipnotize etmek ve İstiklal Savaşını onlara bir bilim olarak öğretmek değil, bir iman olarak belletmek ve inandırmaktır..
  20.yüzyılda Türk tarihi adına ağır bir leke olan bu çirkin hareketler, hızını Ankara'da yarı resmi sayılan ve adı da üstelik Hakimiyet-i Milliye (Milletin Egemenliği)olan bir gazetede yayınlanan şu öğreti ve işaretten alır :

       İstiklal Savaşı'nın ''Amentü'' sü şöyle bir kanun olmalıdır.:

       Madde 1) Mustafa Kemal düşündü, Mustafa Kemal yaptı ve Mustafa Kemal yazdı.
       Madde 2) Bunu bir nefeste okumayan kişi , Türk vatandaşlığı hakkından mahrumdur!

İşte Cumhuriyet devrinde ortaya çıkan ''Modern Hurafe'' zihniyeti sonucundadır ki bu amentüye uygun düşmeyen aykırı ve farklı yayınlar lanetlenmiş, yasaklanmış hatta yayınlamaya teşebbüs edenlerin de hem mevcut durumları hem de gelecekleri mahvedilmiştir.


***
Birileri Kahramansa, Kazım Karabekir gibiler ne ?

Birileri Kahramansa, Kazım Karabekir gibiler ne ?




Doğu Fatihi olarak bilinen Kazım Karabekir'i kimler tarihten, kitaplardan silmeye çalıştı ? Neden yazdığı kitaplar yakıldı, dosyaları toplatıldı ? Kimler onun tecrübelerinin gelecek nesle aktarılmasını engellemek için yakın tarihi ,nutuk masasında beyin ameliyatı yaptı ?? Öyle ki , bir sonraki resimde göreceğiniz üzre 1931 yılında basılan tarih kitabına koyulacak resimden Kazım Karabekir kesilip atılacaktır ! Tıpkı tüm başarılarının örtüldüğü , zaferlerin imanlı halk ve askerleri bir yana itip, putlaştırılmış bir kişiye mâl edileceği gibi..
Birileri Kahramansa, Kazım Karabekir gibiler ne ?

Kendini Tarihin Merkezine Koyan Kamal Paşa

''19 Nisan 1919 da Trabzon'a çıktım''
    Kazım Karabekir Paşa nın bu sözleri kadar yakın tarihimizi başmbaşka ve çıplak bir ışık altında gösterecek ikinci bir cümle bulmak kolay değildir. Resmi tarihin temel tezine yalın bir itirazı ; öte yandan basitliği içinde son derece net bir iddiayı barındırıyor bu kısa cümle. Hem resmi bir tezi yanlışlaması açısından olumsuz ; hem de pek sesini duyurma imkanını bulamamış , derinlere kaçmış bir suru andıran gayri resmi tezi dillendirmesi açısından olumlu içerikte. Bize paslı kapıları açmayı vaad eden sihirli bir cümle başka deyişle.
    Adeta diyor ki bize :   '' Hakikatin ışığını biraz da başka yerler de arayın! ''
Uzun süredir  geçmişe tek odaktan baka baka reflekslerini yitirmiş olan gözümüzün hareketsizliğine tek yöne bakmaktan tutulmuş boynumuzun ağrılarına sarsıcı bir açıklama getirirken kayıp hakikati bulmak için nerelere bakmamız gerektiğini de şöyle öğütlüyor Karabekir Paşa : 
    '' Vatandaş ! Yanlış bilgi felaket kaynağıdır. Her işin evvela hakikatini ara ve öğren. Sonra münakaşasını istediğin gibi yap.. Birincisi vicdanına, ikincisi seciye ve irfanına dayanır.''

''19 Nisan 1919 da Trabzon'a çıktım''
   Bu kısacık cümle  nutuk un açılış cümlesini akla getiriyor ister istemez. Hatırlayın lütfen, Gazi Mustafa Kemal Paşa da Nutuk una ''19 Mayıs 1919 da Samsuna çıktım'' diye başlamıyor muydu? Samsun a gidişinin öncesinde başından geçenleri, Samsun a neden ve nasıl çıktığını anlatmaktansa doğrudan doğruya konuya giriyor ve İstiklal Savaşının hikayesini oradan başlatıyordu. Yani asıl 1919 dan 1924 e kadarki Osmanlı'dan kopuş ve Türkiye Cumhuriyeti 'nin kuruluş tarihini kendi bakış açısından ve tamamen kendisini merkeze koyarak anlatmaktaydı.
     Böylece bu master anlatı 1927 yılı şartlarında olayların üzerinden henüz 10 yıl dahi geçmeden, yani vakaları daha tarihe mâl olmadan nutukla bir hamlede Tarihin kafesi içine alacak , üstelik farklı anlatılar yasaklanacak veya göreceğimiz gibi bunların yakılması sayesinde diğerleri üzerinde mutlak bir egemenlik kuracaktı. Böylece çoğul bir yapı olan tarih yerini tekil tarih e bir başka deyişle çok erkenden resmi tarihe bırakılacak ve bu dönemde olup bitenler Mustafa Kemal in mutlak Tek Adamlığı etrafında örgülenerek dunulacak, nihayet bu icat edilen gelenek günümüze kadar kesintisiz bir şekilde sürüp gelecekti.
   Bugün dahi böyle değil mi ? Bırakın istiklal savaşını Karabekir gibi bir paşanın başlattığını iddia etmeyi, Çanakkale savaşını bile o tarihte henüz bir yarbay olan Mustafa Kemal Bey in kazandığı gibi abes bir mantığa sürüklenmiş bulunmuyormuyuz? Oysa normal olarak her savaşın bir başkomutanı vardır. Yenilgi de zafer de tabii olarak onun hesabına yazılır. Sarıkamış hezimeti asıl başkomutan olarak Enver Paşa ya mâl ediliyorsa hemen 3 ay sonrasında başlayan Çanakkale Zaferinin de fiili başkomutanı ( gerçekte ise başkomutan vekili) Enver Paşaydı. Ancak dikkat edin lütfen, Enver Paşanın ismi yakın tarihimizin yalnızca olumsuz olaylarına yamanır da, Çanakkale gibi bir zafere zinhar yaklaştırılmaz.
   Keza 18 MArt 1915 günü düşman mermilerine göğsünü siper eden ve İTilaf donanmasına Çanakkaleyi geçirmeyen Müstahkem Mevki nin muzaffer komutanı Cevad( Çobanlı) Paşaydı. O gün Kirte ye askeri birlikleri teftişe gittiği için Cevad (Çobanlı) Paşa nın yerine kurmay başkanı olan Selahaddin Adil Bey bakıyordu. Pek bilinmez ama '' 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ''  işte bu Selahaddin Adil bey in (sonradan paşa oldu ) komutasında kazanılmıştır. Onun şerefli ismi de tarihimizin bu altın sayfasından jiletle kazınmış ve yerine başkaları ikame edilmiştir.
  Sebep mi ?? Tabii ki , Selahaddin Adil bey in Cumhuriyet'ten sonraki Tek parti rejimine muhalif bir tutum takınmış ve Terakkiperver Cumhuriyet Partisini desteklemiş olması , adının tarihten silinmesi için yeter de artardı bile. Sen misin muhalefet eden? Biz de seni tarihten öyle bir sileriz ki , nâm ü nişânın kalmaz ortada !!!

Böylece yakın tarihimizin Cumhuriyet in ilk resmi tarih metni sayabileceğimiz nutuk un okunup yayınlandığı 1927 yılından itibaren, hatta biraz daha öncesinden başlayarak ciddi bir beyin ameliyatına tabi tutulduğunu ve ameliyatın etkisinin günümüzde de geçmediğini söyleyebiliriz.

Şöyle öğütlüyor Karabekir Paşa

Uzun süredir geçmişe tek odaktan baka baka reflekslerini yitirmiş olan gözümüzün hareketsizliğine, tek yöne bakmaktan tutulmuş boynumuzun ağrılarına sarsıcı bir açıklama getirirken, kayıp hakikatı bulmak için nerelere bakmamız gerektiğini de şöyle öğütlüyor Karabekir Paşa :
'' Vatandaş ! Yanlış bilgi felaket kaynağıdır. Her işin evvela hakikatını ara ve öğren. Sonra münakaşasını istediğin gibi yap... Birincisi vicdanına, İkincisi seciye ve irfanına dayanır. ''




Hiç yorum yok: