12 Şubat 2012 Pazar

İnsan eksile eksile MODERN İNSAN oluyor! - Yrd. Doç. Dr. Mustafa Özel


Modern çağın getirdiği yenilikler bizleri 'insan' olmaktan çok kapitalizmin gönüllü kölesi haline getiriyor. Tüketiminin zaruri bir ihtiyaç haline getirildiği şu günlerde, 'daha iyi' yaşayabilmek adına daha çok borçlu gezer hale geldik.

***
Modern insan teknolojinin esiri olmaya başlayınca yıllardır süre gelen düzen bozulmaya başladı. Paranın reel- sanal ilişkisinden tutun da satın aldığımız ürünün arkasındaki zihniyet anlaşılınca neyin ihtiyaç neyin eksiklik olduğunu tekrar sorgulamaya başladık. İktisadın Gurusu sayılan, akademik hayatı boyunca yüzlerce makaleye imza atmış Yrd. Doç. Dr. Mustafa Özel, lüks ile kaliteli yaşamın birbirinden ayrıştırılması gerektiğini vurguluyor. Gönüllü kölelik sisteminin adının kapitalizm olduğunu dile getiren Özel, 'Kapitalizmde ihtiyaçlar da, onlara sahip olacak bireyler de "imal edilirler". Yani ürün ve hizmetlerden önce, ihtiyaç ve insan üretilir! Hiçbir büyük şirket, ürünlerinin tercih edilmesini meçhul tüketicilerin kaprislerine terk edemez. Ürünlerin tasarım ve imal aşamalarında, onu tüketecek kişileri de ruhen ve zihnen hazırlar." diyor.

Neden iktisat denilince aklımıza ilk olarak bankacılık, finans, borsa vs. geliyor?

Kapitalizm, simgeselin gerçek üzerindeki zaferidir. Bir nevi metafizik sistem! Bugün 200 ülke arasındaki her 1 dolarlık reel alışverişe karşılık, 100 dolardan fazla sanal ticaret yapılmaktadır. Balzac'ın İnsanlık Komedya'sında 19. yüzyılın Paris'ini yarım düzine bankacı parmağında oynatıyordu; 21. yüzyılın Parisleri de aynı durumdadır. "Finansal terör" çağındayız.

Reel ticaret-sanal ticaret sonucu oluşan finansal terör nasıl bir şey?

Reel ekonomide de ihtikâr yoluyla vurgun peşinde koşanlar vardır; fakat ihtikârın hem fiziksel hem de yasal bakımdan sınırları ve sıkıntıları vardır. Simgesel ekonomi ise spekülasyon ve manipülasyona son derece elverişlidir. Son iki yılda, küresel üretimin yarıdan fazlasını gerçekleştiren dünyanın en büyük iki ekonomisinin para birimleri olan Dolar ile Euro arasındaki parite 1.20 ile 1.50 arasında sürekli gidip geldi. Her yükseliş ve düşüşte milyonlarca küçük girişimci iflas etti. Bush haklı, küresel terör çağındayız. Fakat günümüzün teröristleri finans gökdelenlerinde oturuyorlar. Bilgisayarları, tahrip gücü en yüksek bombalardır! Bununla yüzleşip başa çıkmamız lazım. Sınırsız tüketim arzumuz devam ettikçe, bir kumarhaneye dönen küresel kapitalizmden şikâyet hakkımızı kaybederiz.

Teknoloji hayatımıza girdikçe tüketmek artık bir yaşam tarzı haline geldi. Peki, tüketicinin kimliğinde teknoloji neden ön plana çıktı?

Çağdaş insan tüketerek var olduğunu hisseden bir insandır. "Tüketiyorum, o halde varım!" Ama bu tüketim insanın gerçek ihtiyacı olan eşyayı değil, insana ihtiyaçmış gibi benimsetilen nesnelerin tüketilmesidir. Mesela reklamlar size 'bende bir şeyler eksik' duygusunu vermezse başarılı olamıyor. İnsanlar lüks bir kol saati, pahalı bir cep telefonu, marka bir eşarp sahibi olmadığı zaman kendini bir ağa girememiş, elit bir cemaatin parçası olamamış, aşağılarda kalmış, yarım kalmış hissediyor. Böyle olunca insanlara hiç bir gelir düzeyi yetmez hale geliyor.

İhtiyaçlar çoğu kez zaruretten doğmuyor mu?

Kapitalizm doğal bir sistem değildir. Kapitalizmde ihtiyaçlar da, onlara sahip olacak bireyler de "imal edilirler". Yani ürün ve hizmetlerden önce, ihtiyaç ve insan üretilir! Hiçbir büyük şirket, ürünlerinin tercih edilmesini meçhul tüketicilerin kaprislerine terk edemez. Ürünlerin tasarım ve imal aşamalarında, onu tüketecek kişileri de ruhen ve zihnen hazırlar. Tabii bunlara artık "kişi" diyebilirsek...

Statümüzü bindiğimiz otomobil ya da taktığımız kravat belirliyor. Bunları kabul etmeyen insan bulunduğu çevreden izole ediliyor. Peki ne olacak, Müslümanlar reklam yapmasın mı?

Bir işletmenin reklam yapmaması söz konusu olamaz. Mesele reklamın insana gerçeklik zeminini kaybettirmemesi ve ona inançlarına aykırı bir değer sistemi yüklememesidir. Bu iki şeyi bilinçli bir şekilde yapmayan reklamlar gayet meşrudur.

Nasıl yani?

Diyelim siz bir otomobil veya ayakkabı yaptınız, bunları en sağlam, en şık, en güzel otomobil veya ayakkabı diye topluma sunmanızda beis yok. Malınızı bu şekilde pazarlamanız son derece meşrudur. Ama 'Bu otomobil bir prestij simgesidir. Buna sahip olmayan o prestij düzeyine ulaşamaz!' derseniz, muhataplarınızın değer sistemiyle oynuyorsunuz demektir.

Müslüman bir insan nasıl prestij sahibi olabilir?

Bir Müslüman'ın prestiji yani itibarı imanından, takvasından, efendiliğinden, kısaca iyi bir etrafına faydalı bir insan olmasından gelir. Eğer itibarı kişinin huy ve davranışlarına değil de, sahip olduğu eşyaya bağlarsanız ve bunu saat başı televizyonlarınızdan ilan ederseniz, o toplumun değer sistemi bir iki nesil içinde değişir. Hiç fark etmeden! En güvenli otomobili almak hakkımızdır, bu bir ihtiyaçtır. Ama itibarımızı arttıracak bir otomobil olamaz!

Peki ya o bildik soru: "Biz bu ürünleri almasak, talep etmesek üretim olmayacak mı?"

Kapitalist sistem arz ve talebin kesiştiği bir sistem değildir. Kapitalist bir sistem arzın talebe boyun eğdirdiği bir sistemdir. Arz ortaya konur, talep edenlere de siz bunu arzu edeceksiniz dedirtir. Bu fiili bir durumdur, yani su akıyor mu acaba diye sormak tartışma konusu değildir ki. Hangimiz reklamları izleyip de onların etkisi altında kalmadan bağımsız tüketebiliyoruz? Mutlaka böyleleri vardır, milyonda bir.

Bağımsız özgür bir tüketici yok mudur?

İnsanlar bugün genelde özgür olmalarıyla, kimseye kul köle olmamalarıyla övünürler. Bunların hepsi birer efsaneden ibarettir. Çağdaş insan reklamcıların elinde oyuncak olan, hiçbir seçimini gerçekte özgür olarak yapmayan, başkalarından farklı olmak değil bir şebekeye dâhil olup "bende sizdenim!" diyebilmek için can atan bir varlıktır. Kapitalizm bu yüzden ayakta duruyor.

KAPİTALİZM GÖNÜLLÜ KÖLELİK SİSTEMİDİR!

Modern insan sürekli borçlanan bir varlık mıdır?

Bankaların bu kadar çok kredi vermesini de buna bağlayabiliriz. İnsan sürekli bir ihtiyacı olduğunu düşünüp kredi alıyor. Borcunu ödemek için de bir ömür boyu çalışmak zorunda kalıyor. Dolayısıyla kendisini özgür bir şekilde köleleştiren insandır. Kapitalizm gönüllü kölelik sistemidir ve kendimizi bile isteye bu hale getiriyoruz. Akıllı insanlar tek tek aptallık yapmazlar, fakat kolektif aptallığa bayılırlar.

Kapitalizm sürü psikolojisini fazlaca kullanıyor o halde..

Bir insan tek başına rasyonel olmayan bir iş yapmaz. Ama hepimiz topluca aldanmaya can atarız. İnsanoğlunun bu özelliği var 'Benzemek istediklerimiz yapıyor, o halde biz de yapmalıyız!'. Reklamcılar da bunu kullanır ve bizi toplu tüketim çılgınlığına alıştırırlar. Maliyeti 20 TL olan ayakkabı diyelim 30 TL'ye satılsa iyidir, fakat onu bize 330 TL'ye bir marka altında satıyorlar. Bunu biliyoruz ama o sürüye dâhil olmak için de onu satın alıyoruz. Bu parayı kazanabilmek için de 15 gün fazla çalışmayı göze alıyoruz. İşte bu, bile isteye kendini köleleştirmektir.

Markanın aslı fark yaratabilmek, onlardan ayrışmaktır değil mi?

Bir kısmından ayrışıyor, bir kısmıyla benzeşiyorsunuz. Keşke ayrışıp gerçek anlamda insani fark oluşturabilsek! Çünkü gerçek anlamda ayrışanlar özgürdür. Burada ben tasavvufun pozitif bir rol oynamasını beklerken, tekkelerde modalar daha hakim gözüküyor. Şıklığı eleştirmiyorum, insanın kendisini temiz ve güzel göstermesi dinin de bir vecibesidir. Ama şıklığa ancak İtalyan ya da Fransız modacıların geliştirdiği marka ürünlerle ulaşabileceğimizi düşünüyorsak, kendimizi buna şartlamışsak, maneviyat elimizden kaçıp gider. Tekrar ediyorum, kimi insanlar iyi giyinmeyi, kaliteyi gayr-i meşru görmektedirler, bu da doğru değil. Para kazanan, zenginleşen bir insan daha iyi bir araba, daha iyi bir ev sahibi olabilir. Ama moda ya da marka dediğimiz şey bir tabu sistemidir. Kendimizi, tıpkı Cahiliye putları gibi, kendi yaptığımız (bizim için tasarlanmış) bir puta teslim ediyoruz...

Biraz da siyaset konuşalım. Neden birileri Türkiye'de hâlâ değişimlere ayak diriyorlar?

Bu toprağın yerlisi diyebileceğimiz, literatürdeki adıyla "beyaz olmayan Türkler" sanki daha ikinci sınıf işlere layık, daha alt seviyeden hizmet işlerine uygun insanlarmış gibi uzunca süre baskı altında tutuldular. Bunun siyası mekanizmaları oluşturuldu. Fakat en küçük demokratik bir ortam oluştuğunda bu insanlar gerek eğitim gerek ekonomi alanında diğerlerinden daha başarılı, zeki, akıllı, tasarımcı olduklarını ortaya koydular. Bu doğal yükselişe karşı "gerici" bir direniş söz konusu, bu direniş hiç bir alanda sonuç veremez. İletişimin çağı diyebileceğimiz bugünün dünyasında toplumsal baskı yöntemlerinin sonuç vermesi mümkün değildir.

Peki, biz liberal kapitalist sistemin özneleriyle bugüne kadar mücadele içindeydik. Bu dönüşümü yaşayan dindar insanlar bu sistemi benimseyerek mi yollarına devam edecekler?

Hayati bir soru. Bu ülkede dindarlar da en az "laikler" kadar başarılı olduklarını ortaya koydu. 'Onlar'dan daha iyi girişimciyiz, yöneticiyiz; tasarlıyoruz ve üretiyoruz. Peki, biz kapitalist sistemi ayakta tutmak için mi bu mücadeleyi veriyoruz? Biz eğer bu tasarım ve üretim sürecimizde insanların otantik değer sistemleriyle ve gerçeklik algılarıyla oynarsak, manen de başarılı olur muyuz? Mesela herhangi bir kolayı en serinletici içecek olarak sunarsanız hiç bir sorun olmaz. Fakat bunun yerine 'hayatın gerçek tadı' gibi bir sloganla yola çıkarsanız, bu içecek başka bir geçeklik kazanır. Sanki onsuz hayat olmazmış gibi bir algı yerleşir. Bu da özellikle çocukların, gençlerin gerçeklik algısını zedeler. Onların tefrik etme gücünü azaltır. Kapitalizmin bu yönüyle savaşmak bir insanlık görevidir. Aynı şekilde reklamlar değer sistemlerimizle oynuyor. İtibar, dostluk gibi değerlerin içini boşaltıyor. İnsanları olmaya değil, sahip olmaya özendiriyor. Modernlik böylece otantik değerlerin reddi üzerine kuruluyor. Bizim bu reddi red edebilmemiz lazım.

Çağdaş yaşam bizi daha çok kapitalizmin kölesi haline getiriyor o halde..

Biz gerçekten özgür bireyler olsak kapitalizmin bu kadar kölesi haline gelmeyiz. Her marka bir tandırıdır. Çünkü tanrı da "ben seni kurtaracağım, edebi kurtuluşa erdireceğim" vaadinde bulunur. İnsanlar sanki markalarda ebedi kurtuluşu arıyor. Her markayı bir totem olarak görebilirsiniz, bunları bozmadan ardındaki gizeme erişemeyiz.

Hayatımızda kendimize lider tayin ederken öne çıkarmamız kıstaslar neler olmalıdır?

Lider, aklından ve ahlakından etkilendiğimiz kişidir. Bunları genelde çok uzağımızda ararız; oysa çoğu bize son derece yakındır. Arkadaşımızdır, eşimizdir, çocuğumuz veya öğrencimizdir.

Girişimci insan kimdir?

Bugünün dünyasında kişi ya da toplum olarak ayakta kalabilmek için dört tür insanın bir araya getirilmesi lazım. Bu dört kişinin işbirliği dayanışması olmadan kalıcı organizasyon oluşturamazsınız. Bunlar; girişimci, tasarımcı, yönetici ve üretici insandır.

O zaman girişimci risk alabilen insandır...

Girişimciliğin olmazsa olmazı risktir. Risk alamayanlar ister siyasi ister ekonomi ister sanat alanında olsun, başkalarını taklit etmekten öteye geçemezler. Riski hesapsız, ölçüsüz yaparsan kumarbaz, hesabını yaparsan girişimci olursun. Aile şirketlerinin genelde ikinci nesilde heba olmasının sebebi de budur. Her yönetici risk alamaz. Risk almadan tasarımcı olsanız o da işe yaramaz. Onun için çocukları daha işin başında patron koltuğuna oturtmak yerine, yönetici vasfı olan kişilere çırak vermek şirketin ömrünü uzatır. Babaların, şirketlerin geleceği için, çocuklarının işletmenin bütününü görmelerini sağlamaları lazım.

Tek kelime Tek yorum

Risk: Hesaplanabilir tehlike, Para: Çakma ilah,
Gelecek: Umut ve tedbir, Çocuk: Muamma ve umut, Eğitim: İrfan,
Reklam: Tuzak, Kriz: Sağlık, Halkla ilişkiler: İtibar yönetimi,
Globalizm: Sırıtan tiranlık, Lider: Gönülçelen, Otomobil: Yürüyen ev.
Ev: Direnç. (Kapitalizm bir kiracılar medeniyeti. Her on kişiden biri ev sahibi, dokuzu kiracı. Türkçe belki dünyanın tek anti-kapitalist dili: Ev'lenme, bir erkek ile bir kadının bir çatı altında, kapitalizme meydan okuması!)

Hiç yorum yok: