16 Şubat 2012 Perşembe

Hedef mi metot mu? - Mahir Kaynak

Seçim propagandaları kimin halka ne vereceği üzerine inşa edilmiş görünüyor. Bütün hesaplar para ile yapıldığı için önemli hatalar içeriyor. Paranın bir kurgu olduğu, onun satın alabileceği şeylerin önemli olduğu unutuluyor. Eğer üretim artmıyorsa, parayı nasıl dağıtırsanız dağıtın, insanların tüketeceği şey aynı kalır sadece birinin sofrasından alıp diğerine verebilirsiniz. Ayrıca borç alan bir ülke ürettiğinden fazla tüketiyor demektir ve borç ödemeseniz bile borç almayı durdurursanız tüketim azalır, halkın refah düzeyi düşer. Mesela bugün çok sayıda araba satılırken bu sayı ansızın azalır ve halk iktidardan şikayet eder.


Yani ekonomi politikaları dağıtmak üzerine değil üretmek üzerine kurulmalıdır. Belli bir gelir dağılımında halkın taleplerinin kompozisyonunun ne olacağı hesaplanmalı, bunu üretecek tedbirler alındıktan sonra dağıtım düşünülmelidir. Paranın değeri psikolojiktir ve bugün çok önem verilen bir para yarın bir kağıt parçasına ya da defterdeki anlamsız rakamlara dönüşebilir. Yani parayı dağıtırken gerçekte onun satın alabileceği şeyleri dağıtırsınız ve bunun miktarı sınırlı ise kimseye olandan fazlasını veremezsiniz.
Tartışılan diğer konu kasetlerin sebep olduğu iddialardır. Bunlar ahlaki bir sorun sayılır ve buna göre değerlendirilirse, arkasındaki siyasi hesaplar doğru okunmazsa tuzağa düşülmüş olur. Böyle bir durumda siyasi hesabın ne olduğu araştırılmalı, bu eylemin sebebi ve kullanılan araçlar araştırılmalıdır. Kullanılan metot yanlıştır ama yaratacağı sonuçlar farklı olabilir. Şu soruya da cevap aranmalıdır: Bu odakların eylemleri sadece tasfiye ile mi sınırlıdır yoksa belli yerlere beğendikleri kişileri de getiriyorlar mı? Bu durumda birinin getirdiğini diğeri götürebilir. Burada sadece dış odakları değil, hem onları, hem de içeride, çoğunlukla dışarı ile birlikte hareket eden, odakları da kastediyoruz.
Bu gibi operasyonlar dünya ölçeğinde yapılıyor. Mesela IMF başkanının tasfiyesi planlanmış intibaı uyandırıyor ve onun Fransa’da iktidar olmasının önü kesiliyor. Taraflardan biri onu ahlaksızlıkla suçlarken diğeri komplo yapıldığını iddia ediyor. Burada gerçeğin ne olduğunun hiç önemi yok. Siyasi proje başarıya ulaşmış görünüyor.
Kullanılan metodu ahlak dışı bulabilirsiniz. Ancak geçmişte tasfiye edilmek istenenlere karşı suikast düzenleniyordu ve çok sayıda önemli siyasi figür bu yolla tasfiye edildi. Bunların en önemlilerinden biri de ABD Başkanı Kennedy’nin öldürülmesi idi. Bu konudaki senaryomu paylaşmak istiyorum.
ABD ve SSCB Dünyayı paylaşmış ve bu paylaşımı sürdürmek için birbirini hasım ilan etmişti. Hiçbir ülke yerini değiştiremiyordu, değiştirmeye çalışan yöneticiler hainlikle suçlanıyordu. Kennedy ve onu destekleyenler terazinin diğer kefesindeki SSCB’yi tasfiye edip bu kefeye Avrupa’yı koymak istediler. SSCB bunun anlaşmaya aykırı olduğunu ve bir savaşı göze almadan bu projenin gerçekleşmeyeceğini söyledi ve dünyanın nükleer bir savaşın eşiğinden döndüğü kabul edildi. Çünkü ABD bir savaşı göze almak yerine başkanını feda etmeye razı olmuştu. Metotları tartışmayalım, hedefleri anlamaya çalışalım. 

Hiç yorum yok: