Bugünkü dünya sistemini kuran ve bu sistemin öncülüğünü yapan Batı toplumları ve ABD’dir. Japonya ve Çin gibi Asya toplumları, ancak Batı toplumlarının desteği ve aşısıyla gelişmektedir. Batı’ya entegre olmuştur ve kendi başlarına hiçbir güçleri yoktur. İslam coğrafyasındaki toplumlar ise dünya sosyal-ekonomik politikalarında ve siyasetinde hiçbir şekilde rol sahibi değildir. Dünya, giderek Batı toplumlarının yönetiminde tekelleşmiştir. Batı toplumları da, ABD özelinde tekel bir konsorsiyuma dönüşmüştür. ABD’yi ise bir aile grubu yönetmektedir. Özellikle 2. Dünya savaşından sonra giderek İngiliz-Amerikan ittifakı, Amerika’nın öncülüğüne ve özelde de Amerika’nın derin gücünün yönetimine dönüşmüştür.
Yıldız ailelerinden meydana gelen bu derin küresel güç, bugün küresel ekonomiyi, teknolojiyi, bilimsel vakıflar aracılığıyla bilim adamlarını elinde tutmaktadır. İblis aşılı Roma, Yahudi ve Grek kültürünün bir çağdaş versiyonu olan bugünkü pragmatist batı normları, yine Lüsifer maskeli İblis’in çağdaş aşısıyla New-Age felsefesine dönüşmüştür. Tüm dünya toplumları adeta kişiliklerini, kültürlerini ve hatta siyasetlerini bu küresel kültürün temsilcilerine teslim etmişlerdir. Ne toplumlar içi farklılaşmanın, sosyal grupların ve siyasetin bir önemi kalmıştır ne de dünya çapında ayrı ayrı toplumların dünya politikasında bir rolü ve etkinliği söz konusudur.
Bu İngiltere ve ABD’de merkezileşmiş olan küresel gücün, dünyaya yönelik siyasi-stratejik planları işlemektedir. Küresel güç hangi olayı nasıl geliştiriyor, yorumluyor ve yönlendiriyorsa, o öyle kabul edilmektedir. Adeta kuyruk haline gelmiş diğer toplumların, bu konularda ne bir görüşü ve ne de alternatif gücü söz konusu değildir. Dünyada mevcut bulunan BM ve benzeri ekonomik küresel kuruluşlar da, bu derin küresel siyasetin aracı ve uygulayıcısı olmaktan öte bir şey değildir. Dünyadaki mevcut krizler, kaos, kargaşa, zulümler; özellikle de İslam coğrafyasında meydana gelen insanlık dışı dramlar ve buna seyirci kalınması, bu tespitimizi doğrulayan örneklerdir.
Bir toplumu yahut dünya çapında toplumları ayakta tutacak olan temel enerji; sosyal, ekonomik, siyasal farklılaşmalardır. Farklılaşma, toplumu toplum yapan en temel güçtür. Dünya genelinde de mevcut toplumlar arasındaki sosyal, siyasal ve ekonomik farklılaşmalar, dünya siyasetini ve gelişmesini sağlayacak olan temel enerjidir. Toplumlar ve hatta devletler bu farklılaşma enerjisinin doğurduğu entegrasyonla ortaya çıkarlar ve yaşamlarını sürdürürler. Farklılaşma varsa toplum vardır, devlet vardır. Aksi halde toplumlar ve küresel çapta dünya siyaseti çökmeye mahkûmdur.
Evreni ayakta tutan farklılaşma enerjisidir. Farklılaşma enerjisi (entropi) azaldıkça evren ölüme yaklaşır. Canlıyı ayakta tutan farklılaşma enerjisidir. Farklılaşma, Allah’ın bir lütfudur ve sünnetullahtır. Bunu kavramadığınızda, yani bu esasın insanlar ve toplumlar için bir hayat enerjisi olduğunu kavrayamadığınızda; o zaman çevreyi ve ekosistemi yok edersiniz, ürünü ve insanı tekleştirmeye çalışıp yok edersiniz. Toplumsal hayatı; farklı toplumların, milletlerin, dillerin hikmetini kavrayamayıp yok edersiniz. Var olan canlı hayatı ve toplumları; yahut gezegenimizinyaşam sistemini, iyileştiriyorum, geliştiriyorum, evrimleştiriyorum gibi şeytani hayallerle tekleştirerek yok edersiniz. Sonsuz Yüce Allah, her şeyi zıddıyla yarattığını; her şeyi çift çift yarattığını bize açıkça bildiriyor.
Sovyet sosyalizmi, neden çöktü? Bunun tek, açık ve kesin bir cevabı var: Lemurya şeytan toplumunun farklılaşmayı ortadan kaldıran; toplumun canlılık ve gelişimini donduran komün yaşamının kopya edilmesi. Farklılaşmayı öldüren tektipleşme. Toplumun bütün boyutlarda;kadın-erkek, zengin-fakir, farklı meslekler-çabalar, farklı inanışlar, farklı görüş ve düşünceler, özgürlükler vs. gibi farklılaşmalar ortadan kaldırılmış, bunun yerine; sözde gerçek komünizme geçişi sağlamak için, komünist partisi diktatörlüğü kurulmuştur. Böyle bir sistemin geleceği olamaz ve de olmamıştır.
Bugün, dünyanın sözde özgür, liberal, kapitalist batı uygarlığı; ne özgürdür ne liberaldir ne de kapitalistir. Geldiği noktada, oligarşik bir derin gücün planları, bu planlara bağlı hedefleri, bu hedefleri gerçekleştirmeye yönelik sosyal, ekonomik, siyasal eylemleri söz konusudur. Batı dünyasının öncülüğünü yaptığı sözde özgür Dünya, adeta kendilerini tanrılaştırmış olan bir takım klan şeflerinin ağzından çıkan emirlere mahkûmdur. Toplumsal ve küresel bazda faklılaşma ölmüştür.
Küresel ekonomiyi ve altını elinde bulunduran bu güçler, dünyayı bu ölü noktaya; kriz ve kaoskapısına getirdiği gibi, bundan sonraki dünyanın geleceğini de kendileri belirleyecektir. Çünkü tüm küresel, ekonomik, siyasal faktörler ve aktörler kuyruktur. Bu küresel gücün dışındaki aktörlerin, dünyanın geleceğiyle ilgili hiçbir ciddi görüşü, raporu, programı yoktur. Dünya’da böyle görüşler serdeden sosyal-siyasal gruplar olsa da, onlar marjinal hale getirilmiştir ve bu görüşleri sönümlü bir ses dalgasından ibarettir.
Özetle Batı’nın öncülük ettiği bu sözde özgür dünya, toplumsal ve küresel farklılaşmayı yok etmiş; tekil-oligarşik bir siyasal konsorsiyuma dünyayı mahkum etmiştir. Sosyalizm gibi bu sistemin de çöküşü kaçınılmazdır ve çökecektir. Fransız sosyolog Alaine Touraine’nin;”Toplumlar öldü, sosyoloji öldü, çöküş kaçınılmaz.” şeklinde özetlenecek tespitleri, gerçeğin ilanından başka bir şey değildir.
Sonsuz Yüce Olan Allah, kolay bir yaşam ve kazancın nasıl bir güce dönüşeceğini; Rahman olan Allah’ı örten zalimlerin, bu oligarşik gücle nasıl bir tiranlık kuracağını bize önceden bildirmektedir:”İnsanlar, tek(zalim) bir ümmet(güç) haline gelecek olmasaydı; Rahman’ı örten kimselerin, evlerinde gümüş tavanlar ve üzerinde yükselecekleri merdivenler kılardık.” Zuhruf (43-33)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder