Gelin, Libya'yı biraz da Evlad-ı Hilal'den tanıyalım!

Bugün Libya'nın doğusu kısa süre içinde Kaddafi rejimine son vermek isteyenlerin eline geçti. Bu bölge Osmanlı Hilafeti'nin en sadık dostları olan Senusilerin güçlü olduğu bir bölgeydi. Trablusgarp'ın 1911'de İtalyanlar tarafından işgal edildiğinde Osmanlı Subayları Libya'ya girerek Senusilerle omuz omuza savaşmışlardı. Senusiler de Kurtuluş Savaşı'nda Ankara Hükümeti'ne destek vermişlerdi. 1951'de bağımsızlığını kazanan Libya'nın başına İdris es-Senusi geçmişti. 1969'da Kaddafi ve arkadaşları Kral İdris'i bir askeri darbeyle işbaşından uzaklaştırdılar ama Senusilik Doğu Libya'da gücünü sürdürmeye devam etti.
“Hilal'in Çocukları” anlamına gelen “Evlad-ı Hilal”den Libya'nın Arap ve berberi kabileleri arasında iftiharla anlatılan müslüman fatihler kastediliyor. Anadolu'da “Battal Gazi” neyse Libya'da da “Busayd Hilali” odur. Libya'nın pek çok aşireti İslam fetihleri sırasında Libya'ya gelen Evlad-ı Hilal Araplarına mensuptur.
Libya'da “Kaddafi rejimi”nin yıkılması için meydanlara dökülenler, 1969'da askeri darbeyle devirilen Kral İdris döneminin ayyıldızlı bayraklarını taşıyorlardı.
Kral İdris, isyancıların kontrolü ele geçirdiği Doğu Libya'dan,yani Osmanlı dönemindeki Bingazi Sancağı'ndan idi. O dönemde Libya Trablus, Bengazi ve Fizan adıyla üç ayrı idari birimden oluşuyordu.
1911'de İtalyanlar Libya'yı işgal ettiklerinde ilk direniş de Doğu Libya'dan başlamıştı. Enver Bey(Paşa), Mustafa Kemal Bey(Paşa) ve arkadaşları, Derne, Tobruk ve Bingazi'deki direniş cephelerinde komutanlık yapmışlardı.
Cağbub'daki Senusi zaviyesini ziyaret eden Osmanlı subayları arasında Mustafa Kemal(Paşa) da vardı. Kurtuluş Savaşımıza destek veren Şeyh Ahmet Şerif es-Senusi'yle dostluğu Cağbub'da başlamıştı Mustafa Kemal'in.
KRAL İDRİS VE AİLESİ
Kral İdris, başta Bingazi bölgesi olmak üzere Libya'yı bir ağ gibi örmüş olan Senusi tarikatının reisiydi. Ahmet Şerif es-Senusi'den sonra tarikatın başına kuzeni ve damadı İdris es-Senusi geçmişti. Ahmet Şerif es-Senusi, tarikatin kurucusu Muhammed Ali es-Senusi'nin torunuydu.
Ali es-Senusi vefat ettikten sonra yerine, Ahmet Şerif es-Senusi'nin amcası Seyyid Muhammed el-Mehdi el-Senusi geçmişti. Onun da yerine Ahmet Şerif es-Senusi geçmişti. Ahmet Şerif es-Senusi kurtuluş savaşı sonrasında Türkiye'den ayrılıp Hicaz'a yerleşmiş ve burada vefat etmişti 1933'te.
Kendisi de aslında bir Senusi müridi olan Ömer Muhtar, Senusi tarikatının pasif direnişe geçmesini kabullenmeyerek yıllarca İtalyanlara karşı savaşmıştı. İkinci Dünya Savaşı'nda İdris es-Senusi'nin liderliğindeki Senusiler işgalci faşist İtalya'ya karşı müttefiklerle birlikte olmuşlardı. İdris es-Senusi “Sirenayka Emiri” ünvanıyla Amerikalılılar ve İngilizler tarafından tanınmıştı.
1945'ten sonra Libya'nın, biri Bingazi, diğeri Trablus olmak üzere iki başkentli bir ülke şeklinde kurulması bile tartışılmıştı. Sanırım “Libya bölünüyor mu acaba” diyenler bu döneme atıf yapıyorlar.
DOĞU LİBYA SENUSİLERİN KALESİYDİ
Doğu Libya'nın kısa süre içerisinde Kaddafi karşıtlarının eline geçmesinin nedenlerinden biri de bu bölgenin Senusi bölgesi olmasıydı. Unutmayalım, daha 42 yıl önce Libya'yı Senusi hanedanı yönetiyordu.
1969'daki darbeden sonra Senusi hanedanı ülke dışına çıktı ama Senusiler yok olmadı, bir şekilde Libya toplumu içerisinde varlıklarını sürdürdüler. Tıpkı Libya'nın diğer bölgelerindeki “Arusiler”, “Ticaniler” ve “Şazeliler” gibi Senusiler de yaşamaya devam ettiler.
1972'de Senusi ailesinden iki önemli ismin de aralarında yer aldığı dört kişi Kaddafi'yi devirmek için bir darbe girişiminde bulundukları iddiasıyla idama mahkum edilmişti.
ABDÜLHAMİD'İN İTTİHAD-I İSLAM SİYASETİ
Senusiler sadece Sirenayka dediğimiz Doğu Libya'da değil, Fizan ve Trablus bölgesinde de yaygın ağlara sahiptiler. Farklı kabilelerden oluşan Libya'da Senusi zaviyeleri bir tür sosyal, siyasi ve dini tutkal rolü oynuyorlardı.
İşin ilginci Senusi hanedanı Libya'ya sonradan(1800'lerin ortalarında) yerleşmiş bulunan Cezayir kökenli bir aileye mensup idiler. Buna rağmen Senusiler elli altmış yıl içinde Libya'nın doğu Libya ve Fizan bölgesini bir tarikat ağıyla bütünleştirmeyi başardılar.
Osmanlı devletinin Libya'da resmi hakimiyeti ile yerel Senusi hakimiyeti kimi zaman çatışmalı da olsa büyük ölçüde biribirine paralel gitmişti. Sultan II. Abdülhamid'in” Hilafet” ve “İttihad-ı İslam” siyaseti Senusilerle Osmanlılar arasındaki ilişkiyi olumlu yönde etkilemişti. 1911'deki İtalyan işgali Senusiler ile Osmanlıları adeta bütünleştirmiş idi.
Öte yandan Kuzey Afrika'nın işgal edilmiş diğer bölgelerindeki müslümanlar da milli kurtuluşlarını İstanbul'a bağlamışlardı. Birinci Dünya Savaşı'ndan Devlet-i Aliye'nin yenik çıkması üzerine İstanbul'a bağlanan umutlar da kırılmıştı.
Hilafet müessesesi ortadan kalktıktan sonra herkes kendi başının çaresine bakmaya başlamıştı. Başta “Büyük Arap İmparatorluğu” hayaliyle İngilizlerle anlaşarak Osmanlı'ya isyan eden Hicaz Emiri Şerif Hüseyin olmak üzere Hilafet iddiasındaki aktörler de Kuzey Afrika müslümanlarının ilgisini çekmeyi başaramamıştı.
Şerif Hüseyin'i Hicaz'dan kovarak işbaşına gelen “Suud” hanedanı da Hilafet iddiasına rağmen bırakın diğer milliyetten olan müslümanları, Kuzey Afrika'nın Arap müslümanlarını bile cezbedememişti.
Bir makam olarak Osmanlı hanedanının uhdesinden çıkarılarak kaldırılan Hilafet, 1924'te alınan bir kararla Ankara'daki Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin manevi şahsiyetine dercedilmek suretiyle gömülüp gitmişti. Bu tarihten sonra toplanan “Hilafet Kongreleri”nden de herhangi bir sonuç alınamamıştı.
1924'ten beri Hilafet, İslam dünyasının tartıştığı ama henüz bir çözüm bulamadığı konulardan biridir. Hilafet müessesinin yerini “İslam Konferansı Teşkilatı”nın tutup tutmayacağı da keza aktüel olarak tartışılıyor.
Kuzey Afrika'da sömürgeci güçlere karşı direnen sufiler..
Kuzey Afrika'nın son üç yüz yıllık tarihinde Sufi tarikatlerin önemli rol oynadıkları bir vakıadır. Akdeniz sahillerinden Afrika'nın içlerine doğru İslam'ın yayılması büyük ölçüde sufi tarikatler eliyle gerçekleşmiştir. Kuzey Afrika'ya damgasını vuran tarikatler daha çok “Kadiriyye” ve “Şazeliyye” türevleri olan tarikatlerdir. Cezayir, Fas, Tunus ve Libya'da Kadiriyye, Şazeliyye, Ticaniyye, Arusiyye, Senusiyye, Sudan bölgesinde Hatmiyye, Sammaniye, Meczubiyye gibi.
1800'lerde Afrika “yeni sufilik” denilen bir dalgayla karşı karşıya gelmişti. Aslında 11. Ve 13 yüzyıl arasında Sufi bir dalga Kuzey Afrika ve Sahraaltı Afrikası'nda yayılmıştı. Afrika içlerindeki bu mirası hurafelerden ve eski pagan inanışlarından gelen kültürden arındırmak amacı taşıyordu bu yeni dalga.
Fas'lı Seyyid Ahmed el-Fasi'nin talebeleri başta Sudan olmak üzere Kuzey Afrika'daki pek çok yerel tarikat kurmuşlardı. “Sufi” ve “Ulema” aynı kişinin uhdesinde birleşmiş, merkezi idarelerden uzak yaşayan kabileler de sufilerin idaresini benimsemişlerdi. Afrika içlerinde yaşayan kabilelerle merkezi idareler arasındaki iletişim kanalları Sufi-liderler tarafından doldurulmuştu.
Öyle ki tarikatler ve kollarını kuran Şeyhlerin aileleri kuşaktan kuşağa bu misyonu yerine getirmeyi sürdürdüler. Mesela Cezayir'i 1830'da işgal eden Fransızlara karşı isyan eden İmam Abdülkadir Cezairi prestijini ailesinin liderliğini yaptığı Kadiriyye tarikatına borçludur. Keza 1871'deki bir diğer isyanda da Rahmaniyye tarikatı önderlik etmişti.
Sudan'da İngilizlere karşı isyan ederek halkı kendi etrafında birleştirmeyi başaran Mehdi Muhammed Ahmed de Kuzey Afrika'dan intikal etmiş bulunan “Sammaniye” tarikatine yaslanmıştı. Fransız işgaline karşı mücadele eden “Genç Tunuslular” hareketine ilham kaynağı olan meşhur Tunuslu Hayrettin Paşa da Şazeli tarikatine mensuptu. Hayrettin Paşa, Sultan II. Abdülhamid'in sırdaşı Şazeli Şeyhi Muhammed Zafir'in himayesindeydi.
19. yüzyılda Afrika'yı paylaşan sömürgeci güçler merkezi ve kıyı bölgelerinde tutunmuşlar ama daha içerilere yayılmaları Sufi direnişiyle karşılaşmıştı. Senusi tarikati de Cezayir'in işgal edilmesinden sonra Libya'da kurulmuş bir tarikattir ve amacı İslam beldelerini sömürgecilere karşı savunmaktı. İlk Senusi şeyhi Muhammed Ali es-Senusi Cezayir kökenliydi.
Doğu Libya'dan Fizan taraflarına kadar yayılan Senusi zaviyeleri “Sahraaltı Afrikası”nda Fransız sömürgecilere karşı mücadele etmişlerdi. Libya'nın işgal eden İtalyanlara karşı ilk direnişe geçenler de Senusiler olmuştu.
Zileytin şehrinde türbesi ve adına camisi bulunan Şeyh Abdusselam el-Esmer ise Arusiyye'nin bir dalı olan Selamiyye'yi kurmuştur. “İslam tarihi” kitabıyla tanıdığımız Osmanlı entelektüellerinden Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi, 1900'lerin başlarında Fizan'da sürgündeyken Arusilikle ülfet etmişti.
Fizan'da Gat kazası kaymakamlığı ve kumandanlığı yapan Cami Baykut'un “Galatasaray'ın eski talebesindendi. İyi okumuş, Batı kültürüyle yetişmiş bir adam, aynı zamanda bütün manasıyla Doğulu bir mistik” olarak tarif ettiği “Jöntürkler” den Filibeli Ahmet Hilmi burada tasavvufla tanışmıştı.
Arusiliği 1915'de İstanbul'da yayımladığı “İki Gavs-ı Enam” kitabıyla tanıtan da Filibeli olmuştu. Şeyh Abdülkadir Geylani ile Şeyh Abdüsselam el-Esmer'i anlatan bu kitabı “Mihr-i Din Arusi” mahlasıyla kaleme almıştı.Arusiyye Tarikatı, 15. Yüzyılda Şazeliye'nin bir kolu olarak kurulmuştu. 18. Yüzyılda Libya'nın Zileytin şehrinde Şeyh Abdüsselam el-Fitri tarafından yeniden organize edilerek çevreye yayılmıştı.
Türkiye'de “Arusi-Selami “ tarikatının bir kolu da Cumhuriyet döneminde Ömer Fevzi Mardin tarafından kurulmuştu. Prof. Şerif Mardin'in amcası olan Ömer Fevzi Mardin, Hamidiye Kahramanı Rauf Orbay'ın yakın silah arkadaşıydı.
Mardin'in Trablusgarp savaşı sırasında “Hamidiye Zırhlısı”nda görev yaparken Arusilikle tanıştığı rivayet edilir. Mardin'in “Üveysi” olarak kurduğu tarikate, “ Arusiye-Selamiye-Ömeriye” adı verilmiştir.
Arusilik, Üzeyir Garih'in Eyüp Sultan mezarlığında Nakşibendi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi ve Mareşal Fevzi Çakmak'ın kabirlerinin arasında öldürülmesinin ardından gündeme gelmişti. Ömer Fevzi Mardin'in de Küçük Hüseyin Efendi'nin halifeleri arasında yer aldığı ve daha sonra Arusiliğe meylederek kendi tarikatini kurduğu rivayet olunuyor.
Sultan Abdulhamid'in şeyhi de Kuzey Afrikalıydı!
Sultan II. Abdülhamid'in Fas, Tunus ve Libya'da etkili olan Şazeliye'nin “Medeniyye” kolunu kuran Şeyh Muhammed Hasan Zafir el-Medenî'nin oğlu olan Şeyh Muhammed Zafir'e intisaplı olduğu rivayet ediliyor.
Sultan Abdülhamit, Muhammed Zafir'i İstanbul'a davet ederek bir konak tahsis etmişti. Sultan Abdülhamit Şeyh Zafir'e bir tekke de yaptırtmıştı. Ertuğrul tekkesi ve camisi olarak bilinen Beşiktaş'taki bu yapı restore edilerek Cumhurbaşkanın Abdullah Gül'ün de katıldığı bir törenle hizmete açılmıştı.Hilafet müessesesini güçlendirmek isteyen Sultan Abdulhamid Kuzey Afrika'da etkili olan Medeniyye tarikatının Şeyhi Muhammed Zafir'i yakınında bulundurmuştu. Şeyh Zafir Sultan Abdülhamid'in en yakınında yer almış birkaç şahsiyetten biriydi. Şeyh Zafir, Abdülhamid'in İttihad-ı İslam siyasetinde danışmanlık da yapıyordu.
Medeniye'nin kurucusu Şeyh Muhammed Hasan Zafir, Şazeliye'nin Fas ve Cezayir'de etkili olan Darkaviye şubesinin piri Şeyh Ahmed ed-Darkavî 'ye intisap etmişti. Medeniye'nin de Bingazi, Mısrata ve Trablus'ta zaviyeleri vardı. Şeyh Muhammed Zafir el-Medeni 1847'de vefat ettiğinde Mısrata'daki dergahında toprağa verilmişti.
Senusiliğin kurucusu Muhammed b. Ali es-Senûsî de Mekke'de Şazeli-Darkavi Şeyhi Ahmed b. İdris el-Fâsî'ye intisap etmişti. Şeyh Senusi Mekke'den ayrıldıktan sonra Doğu Libya'ya dönerek kendi zaviyesini kurmuştu.
Şazeli-Medeniye'nin Suriye, Lübnan ve Filistin'deki bir kolu da “Yaşrutiye” tarikatıydı. Yaşrutiye'nin kurucusu Şeyh Ali el-Yaşruti Tunus asıllıydı ve bugün Libya sınırları içerisinde yer alan Mısrata'da Şeyh Hamza Zafir'e intisap ettikten sonra Afrika içlerinde irşad faaliyetlerinde bulunmuştu. Bilahare Suriye'ye giden Şeyh Ali Yaşruti ilk tekkesini Akka'da kurmuş ve 1890'ların sonlarında burada vefat etmişti.