24 Mayıs 2013 Cuma

Bürokratik saltanat-İmtiyaz-Yavuz Bahadıroğlu


Bürokratik saltanat


Birkaç milletvekiliyle görüştüm. “İmtiyazlar” konusunda haklı olduklarını düşünüyorlar. Ben de sordum: “Madem haklı olduğunuza inanıyorsunuz, neden gecenin bir vakti gümrükten mal geçirir gibi geçirdiniz?” diye sordum.

“Öyle denk geldi” demekten başka bir cevap alamadım.
Hayır, öyle denk getirildi. Haklı olduğuna inanan insan, haklılığını herkesin önünde çatır çatır savunur. Öyle gece imzala, gündüz imzayı geri çek olmaz!
Gerçi ben milletvekili maaşının yeterli olmadığına inanıyorum. Çünkü “seçmen ağırlamak” gibi, çok ağır bir alışkanlık var Türkiye’de. Bu da ayda hatırı sayılır bir miktar tutuyor.
Madalyonun bir yüzü böyle… Ama bir de öteki yüzü var: Asgari ücretle geçinmeye çalışan milyonlarca insan yaşıyor bu ülkede. Üç kuruş maaş alan emekliler. En beteri de işsizler… Böyle bir ülkede milletvekilinin aldığı maaş bile göze batar. Kimine göre yüz lira “büyük para” iken, kimine yüz bin lira beş para…
Yine de bence asıl tasarruf başka alanlarda yapılmalı. Mesela üst düzey bürokratlara tahsisli tatil yerleri, dinlenme mekânları, orduevleri, tatil köyleri, lojmanlar…
Saymakla bitiremezsiniz.

Hangi tatil beldesinden geçsem, yüksek bürokratlara tahsisli resmi dinlenme tesisleriyle karşılaşıyorum. Bunlar kabul edilemez. Fukara milletin parasıyla tatil olmaz.
Türkiye yıllardan beri “Yağma Hasan’ın Böreği” misali yağmalanıyor. Başlangıçta AK Parti bunun üzerine gideceğini söylerdi. Galiba o da alıştı. Bu konuda pek ses seda çıkmıyor.
Şimdi size bir döküm vereceğim. Rakamlar biraz eski olmakla birlikte çok şeyin değişmediğini biliyorum…
İngiltere’de Kraliyet Ailesi’nin kullandığı dört sarayın toplam personeli bin civarında iken, Sayın Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı döneminde Çankaya Köşkü’nde çalışanların sayısı 1. 200 kişi civarındaydı.
Sayın Abdullah Gül bu sayıyı kaça indirdi bilmiyorum. Ama Başbakanlık yaptığı dönemde “Özel kalemimde 80 kişi çalışıyor, çoğunu hiç görmedim” diye yakındığını çok iyi hatırlıyorum.
Dahası var…
KİT ve belediyelerle birlikte kamunun elindeki araç sayısı 125 bin civarında… Oysa Japonya’da bu sayı 10 bin, İngiltere’de 12 bin, Almanya’da 11 bin, Fransa’da 9 bindir.
237 bin 224 lojman kamu görevlilerine hizmet veriyor. Devletimiz komik bir kira karşılığında lojmanda oturan çalışanının ayrıca kapıcı, su, elektrik, bahçıvan, demirbaş, telefon, aşçı, kaloriferci, bakım-onarım masraflarını da karşılıyor.
Kimi eski, kimi çalışan siyasetçilere ve yüksek bürokratlara hem otomobil, hem eskort, hem de koruma veriliyor. Bunların tüm masrafları devlet kesesinden karşılanıyor…
Hiçbir şey yapmadıklarından dolayı çok yorulan devletlülerimizin istirahat buyurmaları için 2 bin 644 resmi tatil köyü var. Tatil köylerinde her şey sudan ucuz. Bakım, onarım da devlete ait…
172 dünya devletin içinde yurtdışında en fazla müşavir bulunduran ülke olma rekoru yıllardan beri Türkiye’ye ait… Dışarıda çoğu lisan bilmeyen 7 bin 500 personelimiz var.
Fransa, ABD ve Almanya’yı 14’er, Japonya’yı 12 bakan yönetirken, Türkiye’yi 21 “sayın bakan” yönetiyor.
Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yüzde 38’i yoksul (Tam 25 milyon kişi) Bu kesim beslenmek için günde 1,5 dolar bile harcayamıyor. Günde temel gıda maddeleri için 1,5 dolar dahi harcayamayan kesimin yüzde 47’si 14 yaşın altında…
“İmtiyaz” işte bu yüzden ağır geliyor.


İmtiyaz


Hollanda Başbakanı’nın bisikletle makamına geldiğini, bakanların ve milletvekillerinin Roma Dondurması almak için öğle paydosunda öğrencilerle birlikte kuzu kuzu sıra beklediklerini gördüğümde çok şaşırmıştım…

İster istemez “bizim-kiler”in görkemli makam arabaları, eskortları, korumaları gözümün önüne gelmişti…

“Hangisi daha Müslümanca?” diye düşünmekten kendimi alamamıştım.
Bırakınız Müslümanlığı, acaba hangisi daha insanca?

Millete “hizmet” için gelenlerin “nimet” için geldiklerini düşündürecek davranışlardan kaçınmaları lâzım. Aksi davranışlar hem siyaseti, hem de parlamentoyu yaralıyor. Çünkü millete bunun sebepleri kolay kolay anlatılamıyor.

Aslına bakarsanız, “mücbir” bir sebep de yoktur. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve hadi diyelim ki bakanlar için korumalar gerekir, bir takım imtiyazlardan yararlanmaları da yaptıkları görev icabıdır…
Ama sıradan milletvekillerinin “imtiyaz” peşinde koşmaları anlaşılır şey değildir. Bu yüzden “Milletvekillerine yeni imtiyazlar verildi” şeklindeki haber başlığına hiç mi hiç ısınamadım.
Anlayamadığım şudur: “Vekil” olan biri, “asil” olanlardan neden daha imtiyazlı bir hayat yaşasın?..
Neden VİP kullansın?..

Neden uçağın ön kısmındaki “ayrıcalıklı kişiler” arasında sehayat etsin?..

Ekonomiden giriş yapsa, iki garibanın arasına otursa, fırsattan istifade kendisine anlatılacakları dinlese, notlar alsa, Ankara’ya gidince bu konuları Meclis’e taşısa, yaldızı mı dökülür?

Hayatının büyük bölümünü “Lâstikçi Mehmed Ağa’nın oğlu” olarak imtiyazsız yaşayan biri, çarıklıların oylarıyla milletvekili seçildikten hemen sonra neden yüz seksen derece değişir?..

Bakan yapılınca neden daha ziyadesiyle farklılaşır?..
Kendi cebinde olması gereken “cep telefonu” neden korumalarının, sekreterlerinin, özel kalem çalışanlarının ceplerinde gezer de, eski dostların tüm çağrıları koruma duvarına toslayıp geri döner?

Vatandaştan “farklı” görünmek, vatandaşa tepeden bakmak, vatandaşta olmayan üstün hakları tepe tepe kullanmak insanın gururunu tabii ki okşar (çünkü gurur Şeytandandır), ama aynı zamanda da “gurur âbidesi”ne dönüştürür.
Meclis’te yemeği ucuz yesinler…

Meclis berberinde tüm çoluk çocuklarıyla birlikte üç kuruşa tıraş olsunlar…
Tedavilerini yurtdışında yaptırsınlar…
Üst sınırdan maaş alsınlar…
Bunlar tamam da, neden yetmiyor, neden hâlâ “padişah imtiyazı” peşinde koşup iktidarı muhalefetiyle anında anlaşıyorlar:
“İmtiyazlı olacağız!”
Makam arabaları, sekreterler, danışmanlar, VİP’ler, lâcivertler, dinlenme tesisleri, özel oteller, vesaireler…

Milletvekili lojmanları satılıp tüm tatil tesislerinin ve tüm lojmanların satılacağı konusunda iri lâflar edildiğinde çok mutlu olmuştum…

Nihayet askerlerimizin, vekillerimizin ve bilumum “üst düzey”lerimizin artık “bizden biri” haline geleceğini sanmıştım…

Benim için bu çok önemliydi, zira “tecrit” yaşamaktan kurtulacaklar, oy aldıkları kitlelere karışacaklar ve halkın dertlerini halkın arasında yaşayarak öğreneceklerdi.
Rüya görmüşüm…

Meğer “saltanat”, “imtiyaz” şeklinde devam edecekmiş.
Hayırlı olsun bakalım!



Hiç yorum yok: