10 Nisan 2013 Çarşamba

TÜRKLERDE “KUT” KAVRAMI VE OSMANLILAR’IN KUTSİYET ELDE ETME ÇABALARI-Doç.Dr. Hasan Basri KARADENİZ


TÜRKLERDE “KUT” KAVRAMI VE OSMANLILAR’IN

KUTSİYET ELDE ETME ÇABALARI

Doç.Dr. Hasan Basri KARADENİZ DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ,

FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ, TARİH BÖLÜMÜ

ÖZET





Kut, Eski Türklerde Siyasi iktidar anlamına gelmekte ve bu unvan Tanrı tarafından
hakanlara verilmekte idi. Tanrı “kut” bağışı ile Türk hakanına hükümdarlık güç ve yetkisi
vermekte idi. Eski Türkler’deki siyasi iktidarın Tanrı tarafından verilmesi düşüncesi İslamiyet
sonrası da devam etmiş; bu defa hakimiyet görevi “Allah” tarafından çeşitli yollarla verilir
olmuştu. Nitekim, Osmanlılar’da hakimiyet düşüncesi de Orta-Asya Türk geleneğinin
devamıdır. Onlar, hakimiyetin bir soy, hükümdar ailesi veya halk üzerinde kabulünü beşeri
kanunların değil “Allah”ın tayin ettiğine inanıyorlardı. Dolayısıyla kendi sultanlıklarını
da onlara Allah bağışlamıştı. Peki bu nasıl olacaktı? İslamî anlayışa göre bu ancak
Peygambere gönderilen vahiy yolu ile olabilirdi. Bir daha peygamber gelmeyeceğine göre bu,
çeşitli rumuzlar ile gerçekleşebilirdi. Bunlar, salih rüya, keramet, keşif ve astroloji gibi gaibden 
gelecek ili ilgili haberler veren yollardı.


Şeyh Edebali Eski Türk Devletleri’nde hükümranlık anlayışı karizmatik olup, yetki ve kudret

tanrıdan alınmıştır. Türk hükümdarının idare etme hakkı tanrı tarafından bağışlanmıştır
(KAFESOĞLU, 1988: 236-237). Bu telâkkiyi Hun Devleti tanhusunun “Benim hükümdar
olmam Tanrı tarafından kararlaştırıldı”, Göktürk Devleti’nin ünlü hanı Bilge Kağan’ın “Tanrı
irade ettiği için tahta oturdum, dört yandaki milletleri nizama soktum”, “Babam kağan ile anam
hatunu Tanrı tahta oturttu” ve “Tanrı irade ettiği için kut’um olduğu için kağan oldum” vb.
ifadelerinde görmek mümkündür (TURAN, 1979: 147-186) , (KAFESOĞLU, 1988: 237).
Ayrıca, Asya Hun İmparatorluğunun ünvanı “Göktanrının, güneşin, ayın tahta çıkardığı
Tanrı Kut’u Tanhu” idi (KAFESOĞLU, 1988: 237). Burada “kut” kavramı ön plana
çıkmaktadır. Kut’un kelime manası, uğur, devlet, baht, saadet vs. olmakla birlikte, Türk ve
Moğollar’da genellikle gökten inen bir nur, sütunu şeklinde tasavvur olunur ve han soyunun
bundan meydana geldiğine inanılırdı. Kut taşıyan hakan mukaddes olup, Hazar hakan
ailesinde olduğu gibi yüzünü halka göstermezdi. Hanlar umumiyetle, gökten inen bir ışıktan gebe
kalmış bir prensesin evlatlarıdır (İNALCIK, 1959: 74-76). Nitekim, Oğuzname’ye göre
Türkler’in ilk büyük atası Oğuz Kağan ilâhi bir menşeden gelmiş, daha çocuk iken bir takım
kahramanlıklar yapmış ve kendisi gibi gökten ışık içinde yeryüzüne inen bir kızla evlenmiştir
(TURAN, 1979: 146).

Kut eski Türklerde siyasi iktidar anlamına gelmekte, bundan feragat ise siyasi iktidardan

vazgeçme idi (KAFESOĞLU, 1988: 236-237). Tanrı kut bağışı ile Türk hakanına hükümdarlık
güç ve yetkisi vermekte, diğer bir ifade ile onu siyasi iktidar sahibi kılmakta idi. İşte, Türk
Kağanı’da Tanrıdan aldığı güç ile Türkler’in anayurdu Orta Asya’nın hemen her tarafında
yaşayan milletleri kendisine tabi kılıyor ve onlara üstünlüğünü kabul ettiriyordu (KOCA,

328). Bundan başka, ilâhi menşeden gelen Türk Kağanını kut yani siyasi iktidar ile donatan

Tanrı, ona bir taraftan iktisadi güç anlamına gelen “ülüg veya ülüş”bağışı vermekte ve Türk
ülkesinde bolluk ve bereketi artırmakta iken, diğer taraftan da yine ona verdiği güç “küç” ile
düşmanlarına karşı zafer kazandırmaktaydı (KOCA,328 ).

Bununla birlikte, Türk Hakanı Tanrı tarafından bazı olağanüstü güçler ile donatılmış

olmasına rağmen, o hiçbir zaman olağanüstü bir varlık kabul edilmemiş; hem iktidarını aldığı
Tanrıya karşı sorumlu olmuş, hem de yazılı olmayan Türk töresine karşıda yükümlülük
taşımıştır. Şayet, kağan bu sorumluluğu taşımaz, diğer bir ifade ile başarısız olursa, Tanrı’nın
verdiği kut yine Tanrı tarafından geri alınırdı. Mesela, II. Göktürk Devleti Kağanı Kapağan’ın
oğlu İnal başarılı olamamış; bu sebeple Bilge ve Kültigin Kardeşler “kut taplamadı” yani “kut
ondan memnun olmadı” diyerek, onu tahttan indirmişlerdir (KOCA, 328 ).

Eski Türkler’deki siyasi iktidarın Tanrı tarafından verilmesi telâkkisi İslamiyet sonrası da

devam etmiş; bu kez hakimiyet görevi “Allah” tarafından çeşitli yollar ile verilir olmuştu. Bunun
ilk misallerini aşağıda zikredeceğimiz üzere, Büyük Selçuklular’ın atası Dukak’ın rüyalarında
göreceğiz.

Nitekim, Osmanlılar’daki hakimiyet düşüncesi de Orta Asya Türk geleneğinin devamıdır.

Onlar, hakimiyetin bir soy, hükümdar ailesi veya halk üzerinde kabulünü beşeri kanunların değil,
“Allah” ın tayin ettiğine inanıyorlardı (İNALCIK, 1959: 81). Dolayısıyla kendi sultanlıklarını da
onlara Allah bağışlamıştı.

Osmanlı Tarihçisi Hadidî’nin Osmanlı hanedanını överken söylediği: “Müslüman gâzi,

ulu şâhdur bu Zemin üstüne zillu’l –lâhdur bu” (HADİDÎ, 1991: 21). kayıttan açıkça Osmanlı
ailesinin yer yüzünde Allah’ın gölgesi, yani onun adına yeryüzündeki insanları yöneten gazi
sultanlar olduğu anlaşılır. Yine, Osmanlı tarihçilerinden Oruç Bey’de, Osmanlı Tarihi
yazmasının gerekliliğini Osmanlılar’ın “Zillullâhi fi’l-arz” yani Dünya’da Allah’ın temsilcisi
olmalarına dayandırır (ORUÇ BEY, 1972:17).

Bununla birlikte, 1392’de I. Bayezid Mısır Abbasi Halifesi’ne elçi göndererek

“Sulatanu’r -Rum” ünvanını talep etmiş ve bu istek, Memluklu Sultanı Berkuk’un onayı ile
Halife tarafından kabul edilmiştir (KOPRAMAN, 473, WİTTEK, 1943: 563). Fakat bu o kadar
da önemli değildir. Esas olan sultanlığın Allah tarafından tasdikidir. Peki bu nasıl olacaktı?


İslamî anlayışa göre bu ancak Peygambere gönderilen vahiy yolu ile olabilirdi. Bir daha

Peygamber gelmeyeceğine göre bu ancak çeşitli rumuzlar ile gerçekleşebilirdi. Bunlar, salih
rüya, kerâmet, keşif ve astroloji gibi gaibden gelecek ile ilgili ilâhi haberler veren yollardı.
Bu usullerden en önemlisi şüphesiz “rüya”dır. İslâmi anlayışa göre, rüya Nübüvvetin
1/ 46’sıdır ( İMAM NABLÛSİ, 1976:39-45, MUHYİDDİN-İ NEBEVİ, 222). Rüyada üç önemli
unsur vardır. Bunlar rüyayı gören, rüyada görülen ve rüyayı yorumlayan şahısların vasıflarıdır.
Osmanlılar’a saltanatı müjdeleyen rüyaları tahlil ettiğimizde rüyayı gören ya Ertuğrul Gazi ya da
Osman Gazi’dir. Rüyada görülen ya Resullullah (S.A.V) yada Şeyh Edebali’dir. Rüyayı
yorumlayan da yine Şeh Edebali’dir.

Osmanlı ailesine saltanatı müjdeleyen rüyaların Ertuğrul Gazi yada Osman Gazi üzerinde

olması dikkat çekicidir. Şüphesiz bu durum, Osmanlı Devleti’ne daha kuruluş aşamasında
“kutsiyet” kazandırma ile ilgili olup, Selçuklular ve Gazneliler için de geçerlidir.
Osmanlı ailesine saltanatı müjdeleyen rüyalar tespitlerimize göre, Kurân’a tazim,
göğüsten ağaç çıkma, Osman Gazi’nin doğumu ve Mihail Gazi’nin müslüman olmasıdır.

_ Kurân’a Tazim Rüyası: Bu rüya Osmanlılar’dan önce Selçuklular’ın kuruluşunda da

mevcuttur. Anonim Selçuknameye göre, Selçuklular’ın ceddi Lokman (Dukak olmalı) evleneceği
zaman zifaf odasında Kurân’ı kerim görmüş, bunun üzerine Lokman bu evi terk ederek
başka bir evde zifafa girmiş ve o gece rüyasında Hz. Peygamberi görmüş, Hz. Peygamber
Kurân’a gösterdiği hürmetten dolayı kendisinin ve çocuklarının Dünya ve Ahirette izzet ve
devlete nail olmaları için dua etmiştir (KÖPRÜLÜ, 1988:8). Sadruddin el- Hüseyni’ye göre ise
bu rüyayı gören Selçuk Bey’in babası Dukak olup, Hz. Peygamber’in ve ashabının dualarını
almıştır (TURAN, 1979: 154).

Bu rüyaların benzer bir motifi Osmanlı kroniklerinde de yer alır. Kurân’a tazim rüyasını

Osmanlı tarihlerinden Kemalpaşazâde, Müneccimbaşı Gelibolulu Ali, Rûhi ve Karamani
Mehmet Paşa (GELİBOLULU ALİ, 1997:38-39, RÛHÎ, 18, MÜNECCİMBAŞI, 1995:55,
KARAMANİ MEHMET PAŞA, 1949: 343-344). Ertuğrul Gazi’ye atfederken, sadece Neşri’de
Osman Gazi zikredilir (NEŞRİ, 1997:73-74). Bu tarihlerden Kemalpaşazâde de Ertuğrul Gazi
sefer esnasında bir köyde imamın misafiri olur. İmam onu ihtimamla ağırladıktan sonra oturma
esnasında arkasında Kurân-ı kerim bulunduğu için onun yana çekilmesin ister. Bu talebi

yerine getiren, Ertuğrul Gazi hane halkı çekildikten sonra abdest alır ve Kurânı hatmeder.

Sabaha yakın uyur. Uykuda gaibden ona hitap edilir. Bu hitapta senki benim kelamıma ikram ve
ihtimam gösterdin. Ben dahi seni ve evladını mükerrem eyledim. İnsanlık içinde ilini muazzam
eyledim. Ertuğrul Bey uykudan uyandı. Bildi ki hanedanında saltanat ışığı yandı, diye yer alır (
İBN-İ KEMAL, 1970: 58-59).

Osmanlı tarihlerinden Karamani Mehmet Paşa’nın “namuslu, ihsanı bol, doğrudan

şaşmaz, Allah yolunda cihattan kaçmaz” (KARAMANİ MEHMET PAŞA, 1949: 343).
Neşri’nin “gayet dindar ve nâmdar ve şecâ’atiyle ma’ruf kişiydi. Zühd ü takvâda ve salahda ol
zamanın meşâhîrindendi” diye tavsif ettiği Ertuğrul Gazi yahut yine Neşri’nin “Ve Osman Gazi
gayet salih müslüman ve dindar kişiydi (NEŞRİ, 1997:73) diye vasıfladığı Osman Gazi’nin
böyle bir rüya görmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu rüyadan sarih bir biçimde Ertuğrul Gazi veya
Osman Gazi ve evlâdları yani Osmanlı hanedanı gaibden yani Allah katından saltanat ile
müjdelenmiş; eski Türk geleneğine göre ise “kut” sanmıştır.

Bu rüyayı doğru kabul eder isek, XIII. asrın sonlarında bir taraftan ,Anadolu’da Moğol

baskısından bunalan ve Bizans ucuna yani Söğüt ve civarına akın akın gelen asker
(ŞÜKRULLAH,1949:53), ahi, alp, gazi, derviş ve klasik Anadolu halkının Ertuğrul Gazi,
özellikle Osman Gazi’yi Allah’ın övgüsüne mazhar bir lider olarak kabul etmesi doğal bir
durumdur (İNALCIK, 39-44, KÖPRÜLÜ, 1988:33-37).

-----Mihail Gazi’nin Müslüman Olması Rüyası: Bu rüya Osmanlı kroniklerinden Oruç

Bey, Aşıkpaşazâde ve Hadidî’de mevcuttur (AŞIKPAŞAZÂDE, 1949:107). Mihail Gazi’nin
müslüman olmasını kaydeden diğer Osmanlı Tarihleri ise rüyadan bahsetmeyerek, onun vilayeti
Harmankaya’nın civarını fetheden Osman Gazi’nin daveti sonucu İslamiyeti kabul ettiğini beyan
ederler (HOCA SADETTİN EFENDİ, 1992:43, MÜNECCİMBAŞI, 1995:82, NEŞRİ, 1997:121,
I.DEFTER:75-80).

Diğer taraftan, Mihail Gazi’nin müslüman olduğu rüyada Oruç Bey ve Hadidî’de

Resulullah (S.A.V) ve Osman Gazi motifleri müşterek (ORUÇ BEY, 1972:17, HADİDÎ, 1991:
34). yer alırken, Aşıkpaşazâde’de sadece Resulullah (S.A.V) ile ilgili kayıt mevcuttur
(AŞIKPAŞAZÂDE, 1949:107).. Oruç Bey ile Hadidî’de ki ifadeler ise hemen hemen aynıdır.
Oruç Bey’de bu rüya; Kafir (Bizans) beylerinden namlı biri Osman Gazi ile karşılaşır. Onun

Osman olduğunu anlayınca ayağına kapanır ve kelime-i şahadet getirir. Daha sonra o, rüyasında

Hz. Peygamberi gördüğünü, onun kendisine İslâm dinini telkin edip, kelime-i şahadeti, fatihayı
ve ihlâs süresini öğrettiğini, akabinde sabahleyin kalk falan yerde bir yiğit vardır. Adı
Osman’dır. Hak yoluna gazaya niyet etmiştir. Benim ak sancağım onun yanındadır. Ona git ve
tabi ol dediğini belirtir. Devamla, Hz. Peygamberin onun adını Abdullah koyduğunu, Osman
ile gazaya gitmesini söylediğini, İslâm sanacağının Tan Üngürüs (Macaristan)’a kadar
ulaşacağını müjdelediğini ifade eder, diye kayıtlıdır (ORUÇ BEY, 1972:17).

Bu rüya ile ilgili Colın Imber Oruç Bey’in hayatta olduğu dönemde yaşadığı Edirne ve

Rumeli’de etkili akıncı ailesi Mihailoğulları’na gönderme yaptığını ifade eder (IMBER,
1997:68-69).. Bu görüşe katılmakla birlikte, rüya ile esas vurgunun İslam peygamberi ve Osman
Gazi üzerinde yoğunlaştığını ve esas hedef kitlenin de Müslüman Türk halkı, hatta İslam
aleminin tamamı olduğunu belirtmeliyiz. İslâmi anlayışa göre Resulullah (S.A.V.)’in rüyada
görülmesi çok mühimdir. Çünkü her rüya sahih değildir, şeytani olabilir, fakat Resulullah
(S.A.V.)’nin var olduğu rüyaya şeytan müdahale edemez. Dolayısıyla onun mevcut olduğu rüya
doğrudur. Nitekim, Hz. Peygamber “beni rüyada gören kimse, uyanık iken de görecektir veya
görmüş gibidir. Zira şeytan benim suretime giremez” der (MUHYİDDİN-İ NEBEVİ, 222).

Buna göre, adı geçen rüyada iki yönlü propaganda mevcuttur. Birincisi,yukarıda

zikrettiğimiz üzere, İslâm alemine yöneliktir. Buradan Resulullah (S.A.V.)’ın emri ve
Mihail Gazi vasıtasıyla ak sancağın yani gaza bayrağının Osman Gazi’nin elinde
bulunduğuna işaret edilmekte, dolayısıyla başta Anadolu Türk halkının ve İslâm aleminin ona
itaat etmesi ve onun emrine girmesi istenmektedir. Aksi durum Resulullah (S.A.V.)’a isyandan
başka bir şey değildir. İkincisi ise, Rumeli’deki büyük akıncı ailelerinden Mihailoğulları
evlatları dahil Resulullah (S.A.V.) vasıtasıyla övülmekte ve onların eliyle Macaristan’ın fethi
müjdelenmektedir. Aynen bir hadis-i şerifte İstanbul fethinde bunu gerçekleştirecek komutanın
ve askerlerinin “Konstantiniyye (İstanbul) elbet bir gün fetih olunacaktır. Ne mutlu o askere ve
onun kumandanına” hadisi ile müjdelendiği gibi.

Göğüsten Ağaç Çıkma Rüyası: Öncelikle mitolojik dönem Türk düşüncesinde ağaç

kutsal kabul edilir ve tanrıya ulaşmanın yolu olarak görülür. Çünkü kutsal ağaçların başları
insan gözüyle görünmeyecek şekilde göğe doğru uzanmakta ve gökte olduğu farz edilen ve bir

ışık aleminden ibaret olan cennete ulaşmaktadır. İlerki dönemlerde ise kutsal ağaç Tanrıyı

sembolize etmiştir (ERGUN, 2000: 23-24). Eski Türk Mitolojisinde Tanrıya ulaşmada vasıta
kılınan Ağaç kültü, aşağıdaki rüyalardan anlaşılacağı üzere, İslâmi dönemde “saltanat”ın karşıtı
görülmüş ve rüyada görülen ağaçlar bu minval üzere yorumlanmıştır.

Bu tür rüyanın benzeri Osmanlılar’dan önce Selçuklular ve Gazneliler’in kuruluşunda da

mevcuttur. Selçuklular ile ilgili rüyanın iki versiyonu vardır. Birincisinde “Selçuk’un babası
Dukak rüyasında göbeğinden üç ağacın çıktığını, her tarafı saran dallarının göklere yükseldiğini
görmüş ve bunun üzerine Korkutata’da kendisine evlatlarının cihan padişahı olacağını
müjdelemiştir” (TURAN, 1979: 153-154). İkincisine göre, “Oğuzların menkıbevi hükümdarları
arasında Tuğrul isminde biri ile iki kardeşinden bahsedilir; bu çocukların babası,daha oğulları
devlet kurmadan evvel bir rüya görür; Kendi göbeğinden çıkan üç büyük ağaç gövdesi büyür
büyür, ve her tarafa gölge salar ve tepeleri göklere erer; bunu kabilenin kâhinine söyleyerek
tabir ettirir; bu kabile içinden büyük bir hükümdar çıkacağını zaten evvelden haber
vermiş olan kâhin, bu adama – çocuklarının hükümdar olacağını, fakat bu sırrı kimseye
açmamasını, tembih eder (KÖPRÜLÜ, 1988:7-8).

Gazneliler ile ilgili rüya ise Cüzcâni’nın Tabakât-ı Nâsıri’sinde bulunur. Buna göre:

“Gazneliler’in kurucusu Mahmut Gaznevi’nin babası Sebuktigin oğlu doğmazdan bir saat evvel
rüyasında kendi evindeki bir ateşlikten bir ağaç çıkarak bütün Dünya’ya gölge saldığını görmüş
ve bir tabirci bunu onun fatih bir oğlu olacağı tarzında tefsir etmişti (KÖPRÜLÜ, 1988:7).
F. Köprülü, yukarıdaki rüyaların Osman Gazi’ye atfedilen rüyanın prototipi
olduğunu belirtir ve gerçekte bu Oğuz ananelerinin Anadolu Türkleri arasında şifahi olarak
mevcut olduğuna değinerek Osmanlı kroniklerine halk ağzından geçtiğine işaret eder
(KÖPRÜLÜ, 1988: 8).

Osmanlılar’a ait göğüsten ağaç çıkma rüyası ilk dönem Osmanlı kroniklerinin bir

çoğunda mevcuttur. Bu kaynaklardan Oruç Bey, Gelibolulu Ali ve Anonim Tarihi bu rüyayı
Ertuğrul Gazi’ye atfetmekte ve aşağıda zikredeceğimiz Osman Gazi’nin doğum rüyası ile
birleştirmektedir (GELİBOLULU ALİ, 1997:40, ORUÇ BEY, 1972:25, ÖZTÜRK , 2000: 11).
Ayrıca, bu kronikler rüyayı yorumlayan kişiyi de farklı şekilde kaydederler Anonim tarihte iki
rivayet zikredilir; Önce rüyayı yorumlayanın Abdülaziz olduğu kaydedilir, daha sonra ise bu

kişinin diğer bir rivayet ile Edebali adlı bir şeyh olabileceği ifade edilir (ÖZTÜRK , 2000: 11).

Gelibolulu Ali’de Edebali’den bahsedilmez, sadece Abdülaziz’in ismi yer alır (GELİBOLULU
ALİ, 1997:40), Oruç Bey’de ise Abdülaziz Anadolu Selçuklu Sultanı Alâaddin’in veziridir.
Osman Gazi’ye tuğ, sancak, davul v.s. getiren Abdülaziz Ertuğrul Gazi’nin rüyasını Edebali
(Oruç Bey’e göre, Şeyh Edebali bu esnada Konya’dadır), (ORUÇ BEY, 1972:25)’nin
yorumladığını belirterek, rüyayı Osman Gazi’ye anlatır (ORUÇ BEY, 1972:24-25). Burada
Abdülaziz isimli bir şahsın yer alması dikkat çekicidir (Abdülaziz, Gelibolulu Ali’de âlim
(GELİBOLULU ALİ, 1997:40), Oruç Bey’de vezir, (ORUÇ BEY, 1972:24-25) ve Anonim
Tarih’te ise rüyayı yorumlayan kemal sahibi bir kişi olarak kayıtlıdır. (ÖZTÜRK, 2000: 11).
Bir diğer hususta her üç kaynağın rüya vasıtasıyla Anadolu Selçukluları ile rabıta kurmaları
olup, bu kaynaklara göre Ertuğrul Gazi Konya’ya gelerek rüyasını yorumlatmıştır. Özellikle,
Oruç Bey’in rüyayı Selçuklu veziri olarak kaydettiği Abdülaziz’e anlattırması, Selçuklu
saray çevresinin Osmanlı sultanlığını manen tasdik ettiği anlamı taşır.

Diğer kronikler bu rüyayı Osman Gazi’nin gördüğünü belirtirler. Neşri,Aşıkpaşazâde ve

Ruhî mezkûr rüyanın hemen akabine Kumral Abdal’ın keşfi olarak aşağıda zikredeceğimiz
hadiseyi ekler iken , Lütfi, Kemalpaşazâde, Hadidî, ve Müneccimbaşı rüyayı sade şekli ile
kaydeder (LÜTFÎ, 2001:154-155, I. DEFTER, 93, HADİDÎ, 1991: 30, MÜNECCİMBAŞI,
1995:55). Bu rüya Neşri’ye göre: Osman Gazi’nin halkı arasında kerâmeti zahir Edebali adlı bir
şeyh vardır. Her tarafta meşhurdur. İlmi rüyayı bilir. Yaptırdığı zaviyesinde halka hizmet eder.
Zaman zaman Osman Gazi’de onun zaviyesine gelir ve misafir olur. Osman Gazi bir gece
rüyasında bu şeyhin koynından bir ayın çıkıp kendi koynına girdiğini, göbeğinden bir ağacın
bitip Dünya’yı sardığını ve onun gölgesinde dağların olduğunu, o dağların dibinden pınarların
çıktığını çeşmelerin aktığını görür. Ertesi günü bu rüyasını şeyhe anlatır. Şeyh Osman’ı
müjdeler. Ona ve evladına Allah’ın saltanat verdiğini ve evladlarının onun gölgesinde olacağını
belirtir ve kızı Mal Hatun’u onunla evlendirir (NEŞRİ, 1997:C.1.82-83).

Bu rüyada da Osmanlı hanedanı saltanat ile müjdelenmektedir. Fakat, önceki rüyalarda

müjde ya Allah katından yada Hz. Peygamber tarafından verilmişti. Burada ise klasik bir rüya
sözkonusudur. O zaman mezkûr rüyanın hemen hemen Osmanlı kroniklerinin tamamında itibar
görmesinin çekiciliği nedir? Bunu rüyayı yorumlayan Şeyh Edebali’nin kişiliğinde aramak

gerekir. Edebali Karaman Vilayeti’nden olup Şam’da tefsir, hadis vs. ilimlerini tahsil etmiş; daha

sonra da tasavvufa intisap ederek şeyh olmuştur. Eskişehir ucuna gelip yerleşen Edebali,
buradaki zaviyesinde gelip giden yolculara hizmet etmiş; Osman Gazi’ye kızını vererek bu
hanedan ile sıhriyet kurmuş; ucta fikirlerine danışılır manevi lider olmuştu. Bunun yanı
sıra,Edebali’nin akrabası Dursun Fakıh’da Karacaşehir’de Osmangazi adına ilk hutbeyi okuyan
İslam bilginidir. Osmanlı kronikleri Edebali’nin kişiliğini ehl-i keşif, kerâmet sahibi, veli, kutb-u
zaman, rüya ilmini çok iyi bilen bir şeyh olarak tavsif ederler (NEŞRİ, 1997:82, İBN-İ
KEMAL, 1970: 58-59, I. DEFTER, 93, HADİDÎ, 1991: 30, GELİBOLULU ALİ, 1997:64-65).
Diğer taraftan, Osmanlı tarihçilerinden Aşıkpaşazâde’nin Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda etkili
olduğunu belirttiği dört önemli unsur, gaziyan-ı rum, ahiyan-ı rum, abdalan-ı rum ve baciyan-ı
rumdur (AŞIKPAŞAZÂDE, 1949:237). İşte, Şeyh Edebali Söğüt ucunda tutunmaya çalışan
Osmanlı uç beyliğinde hem abdalların önderi, hemde ahi (OCAK, 1997: 167-168). kimliği ile
büyük nüfuz sahibidir. Böyle bir şahısın yorumladığı ve Osmanlı ailesine saltanat müjdesi
verdiği bir rüyanın uçta bulunan alp, gazi, derviş vs. tarafından tartışmasız kabul göreceği bir
gerçektir.

Osman Gazi’nin Doğum Rüyası: Bu rüya Osmanlı tarihlerinden Müneccimbaşı’da

kayıtlıdır (MÜNECCİMBAŞI, 1995:54-55). Anonim Tarih , (ÖZTÜRK , 2000: 11). ve Oruç Bey
ise Ertuğrul Gazi’ye ait olarak yazdıkları göğüsten ağaç çıkma rüyasının sonunu Osman
Gazi’nin doğumu ile tamamlar (ORUÇ BEY,1972:25). Müneccimbaşı’da kayıtlı rüyaya göre; Ertuğrul Gazi oğlu Osman doğmadan önce bir gece rüyasında ocağından bir suyun kaynayıp çıktığını deniz haline gelerek yeryüzünü kapladığını görür. Uyanınca gördüğü rüyayı arif bir kimseye anlatır ve tabir etmesini ister. O da Ertuğrul Gazi’nin bir çocuğunun doğacağını onun ve soyunun yeryüzünün büyük bir kısmına hükmedeceğini belirtir. Müneccimbaşı’na göre bu rüyadan birkaç gün sonra Osman Gazi Dünya’ya gelir (MÜNECCİMBAŞI, 1995:54-55).

Bu rüya genelde yukarıdaki rüyaya benzer. Ay ve ağacın yerini suyun yeryüzünü

kaplaması alır. Rüyayı yorumlayan yine arif bir kişi ve sonuçta yine Osmanlı ailesine rüya ile
manevi alemden saltanat müjdesi verilir. Bir de rüyanın hemen akabinde Osman Gazi’nin
doğumu dikkat çeker.


Diğer taraftan İslam tasavvuf düşüncesine göre gaibden haber alma usullerinden biri de

şeyh ve dervişlerin olağanüstü olaylar (keramet) ile insanların ibret almalarına vesile
olmalarıdır. Büyük mutasavvıflardan Abdurrahman Câmî’nin ünlü eseri Nefehâtu’l- Üns’de
evliya kerametleri , gizli şeyleri açığa çıkarmak, açıkta olanları gizlemek, varı yok etmek, yoğu
var etmek, gıyaben söyleneni işitmek, bir yerden bir yere nakilsiz gitmek, havada uçmak,
gaibden ve gelecekten haber vermek şeklinde vs. şeklinde tasnif edilir (ABDURRAHMAN
CÂMÎ, 1998:144). Tarihi kaynaklarda, Osmanlılar’a saltanatı müjdeleyen bir çok keşif ve
kerâmet kayıtlıdır. Biz bir kaçını tahlil etmekle yetineceğiz. Bunlardan en eskisi Dede Korkut’un
keşfi olup, Osmanlı kroniklerinden Müneccimbaşı (MÜNECCİMBAŞI, 1995:57). ve Ruhî
(RÛHÎ, 370) de yer alır. Bundan başka, bu keşif XVI. asrın ikinci yarısında yazıya geçirilmiş
olan (SÜMER, 1992:275). Dede Korkut kitabında da mevcuttur. Bu kitaba göre:

“Resul aleyhisselam zamanına yakın Bayat boyından Korkut Ata dirler bir er koptı.

Oğuz’un ol kişi tamam biliçisiyidi. Ne dirse olur idi. Gayıbdan dürlü haber söyler idi. Hak
Ta’ala onun könline ilham ider idi. Korkut Ata ayıtdı: Ahır zamanda hanlık girü Kayı’ya dege
kimsene ellerinden almaya ahır zaman olup kıyamat kopınça. Bu didügi “Osman neslidür, işde
sürilüp gide yorır. Ve dahi niçe buna benzer söz söyledi. Korkut Ata Oğuz Kavmınun müşkilini
hal iderdi. Her neki buyursa kabul iderler idi. Sözin tutup tamam iderler idi” ( ERGİN, 73).
XV. yüzyılın ikinci yarısında yazıya geçirilmeden çok önce Türkler’in Anadolu’ya
geldikleri Bayburt-Erzurum bölgesinde o zamandan itibaren muhtemelen konar-göçer Türkmen
halkın ağzında dolaşan Dede Korkut hikayelerinde, Osmanlılar’a saltanat müjdesi verilmesi
dikkat çekicidir. Bu müjdeyi veren kişinin, henüz İslamiyet’i tam olarak hazmedememiş; eski
dinleri Gök Tanrı inancından bazı motifleri yeni dinleri ile birlikte yaşatmaya devam eden konargöçer Türkmenler’in Orta Asya’daki dini önder Şaman’ın yerini alan, gaibden ilham alıp
çeşitli haberler veren Korkut Ata’nın olması oldukça önemlidir. Bu hikayenin diğer bir önemi
de, Osmanlı hakimiyet sahasının dışında mevcut olmasıdır. Çünkü, XVI. asrın ilk çeyreğine
kadar Doğu Anadolu bölgesi hiçbir zaman Osmanlı hakimiyetine girmemiştir.

Böylece, XVI. yüzyılın başında kısa bir dönem (1501-1514) Safevi hakimiyetine giren

Akkoyunlu aşiretlerinin 1514 Çaldıran Savaşı sonrası Osmanlı idaresini gönüllü kabul
etmelerinde, Safeviler’in yoğun baskı ve zulümlerinin yanısıra (YİNANÇ, 262-263). o dönemde

bölge halkı arasında canlı olarak yaşayan Dede Korkut’un Osmanlılar’ı kıyamete kadar

hükümran göstermesinin de etkisi olmalıdır.

Diğer taraftan, Osmanlılar’a hükümdarlığı müjdeleyen ve onlara kudsiyet

kazandıran önemli bir keramet Kumrul Abdal’a aittir. Bu kerâmeti Kemalpaşazâde oldukça
mufassal olarak kaydeder (İBN-İ KEMAL,1970: 88-92). Müneccimbaşı ise İdris-i Bitlisi’nin Heşt Behişt eserinden naklederken Kemalpaşazâde gibi kerâmeti Kumral Abdal’a atfeder (MÜNECCİMBAŞI, 1995:56). Buna mukabil, Neşri, Aşıkpaşazâde ve Ruhî bu kerâmeti başka bir versiyon olarak kaydederler. Ancak, hadiseyi karıştırarak göğüsten ağaç çıkma rüyasının sonuna eklerler. Ayrıca, bu kronikler Kumral Abdal’ın yerine Şeyh Edebali’nin müridi “Turud-Turgud” adlı bir şahsı koyarlar (NEŞRİ, 1997: 83, AŞIKPAŞAZÂDE, 1949:95, RÛHÎ, 380). Kumral Abdal’ın
kerâmeti Müneccimbaşı’na göre; Kumral Abdal uçta Yenişehir civarında oturan, zaman zaman
müritleri ile gaza yapan salih bir kimsedir. Bir gün Hz. Hızır veya Allah dostlarından birisi
Kumrul Abdal’a rastlar. O kişi Kumrul Abdal’a Osman Gazi’nin yanına gitmesini ve Allah’ın
ona kıyamet gününe kadar devam edecek büyük bir devlet ihsan ettiğini müjdelemesini emreder.
Kumrul Abdal Osman Gazi’yi tanımazdı. O kişi Osman Gazi’yi tanıyabileceği bazı işaretler
verir. Bu tarifler üzerine o Osman gazi’yi bulur ve müjdeyi verir. Osman Gazi’de ona
Yenişehir civarında bir zaviye yaptırır (MÜNECCİMBAŞI, 1995:56-57).

Burada iki obje öne çıkar. Birincisi, Osmanlı Devleti’nin kıyamete kadar varlığını devam

ettirmesi, yani “Devlet-i ebed müddet” anlayışı; ikincisi ise bu keramet ile karşılaşan ve anlatan
Kumral Abdal’ın kimliği ve topluma verilen mesajdır. Gerçi, Kemalpaşazâde’de kıyamet gününe
kadar devam etmeden bahsedilmez, sadece devleti ele geçirme ve gaza zamanının geldiği
müjdelenir (Osman nâm ber sahib-i hurucun medâric gazve ve ‘urucı hengâmı geldi deyu
beşâret iyledi, (İBN-İ KEMAL, 1970: 88-89). ise de devamında gaibden gelen zat Kumrul
abdal’a nasihat eder, Osman Gazi’yi över ve onun;
“ol şah saâdet-penâh müeyyed min indallah’dır”.

Allah indinde bahtiyarlığı kabul edilmiş biri olduğu ve o ne tarafa giderse peşinden

ayrılmaması gerektiğini söyler (İBN-İ KEMAL, 1970: 89). Burada kerâmeti değerlendirmeden
önce Kemalpaşazâde’nin “devleti ele geçirme ve gaza zamanının geldiği” ifadesini tahlil

ettiğimizde, Osmanlı Devleti ideolojisinin oluşmasında çok önemli bir yere sahip bu devlet

adamının yukarıdaki sözler ile Moğollar tarafından ortadan kaldırılan Anadolu Selçukluları’nın
yerine ilâhi işaret ile Osmanlılar’ın getirildiğini, dolayısıyla onların Allah katında kutsanarak
Selçuklular’ın meşru varisi olduğunu kastettiği anlaşılır.

Öte yandan, Kumral Abdal, söğüt ucunda zaviyesinde müridleri ile yaşayan cezbeli,

serdengeçti, gazi derviştir (OCAK,1999:84). Kumral Abdal, Şeyh Edebali, Abdal Musa,
Abdal Murad, Geyikli Baba vs. kolonizatör Türk dervişleri olarak, Osmanlı Devleti’nin
kuruluşunda uç bölgelerinin Türkleşme ve İslamlaşmasında önemli rol oynamışlar ve Türk
iskânının öncüleri olmuşlardır. Bu kolonizatör dervişler aynı vazifeyi daha yoğun olarak
Rumeli’de de gerçekleştirmişlerdir (BARKAN, 1942: 297-387).
İşte bu keramet ile, Osmanlı Devleti’nin sonsuza kadar yaşayacağı mesajı; bu devletin
kuruluşunda efsanevi kimliği olan salih, gazi bir derviş eliyle,onları gaza için daha fazla
şevklendirmek amacıyla özellikle Rumeli gazilerine verilir.

Diğer taraftan, Osmanlılar’ın zuhuruna ve saltanatlarına dair bundan evvel zikrettiğimiz

ilahi işaretler İslami çevrelere aittir. Yine, Müneccimbaşı’da geçen bir kayıt, Hıristiyan
Dünyası’na ait olup, rahip ve keşişlerin ilm-i nücum yani astrolojiye dayanarak Osmanlıların
geleceği ile ilgili verdiği haberdir. Buna göre; Siroz yakınlarında yüksek bir dağ üzerinde
muteber sayılan bir kilise vardır. Orada bir çok rahip ve keşiş oturur, astronomi ve felsefe gibi
eski ilimler ile meşgul olurlardı. Bu keşişler ve rahipler, Osmanlı Devleti’nin ortaya çıkışını ve
kendi ülkeleri dahil bir çok memleketi ele geçireceğini ilm-i nücum yoluyla sezmişlerdi. Osman
Gazi’nin şöhretini duyan bu rahipler değerli hediyeler ile bir elçi gönderip, kendilerinin,
evladlarının, manastırlarının, kiliselerinin ve vakıf köylerinin korunması için ondan bir
emannâme istediler. Bu sırada Söğüt’te bulunan Osman Gazi onların isteklerini yerine
getirdi. Bir zaman sonra torunu Sultan Murad o toprakları fethettiğinde bu emannâmeyi ona
arz ettiler (MÜNECCİMBAŞI, 1995:57).

Bu keşif hadisesini, Osmanlı öncesi Balkanlar’ın siyasi istikrarsızlık içindeki yapısını

dikkate alarak değerlendirmek gerekir. Özellikle Sırp kralı Stefan Duşan’ın 1355’te ölümünden
sonra, Balkanlarda güçlü bir devlet kalmamış, küçük prenslikler birbirleri ile çekişirken,
Bizans’da iç gaileler ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Bu sebeple, Balkanlar’da senyörlerin ağır

vergi baskısından bunalan halk kendi dinlerine hoşgörü ile bakan Osmanlılar’ı tercih etmiştir

(BAŞTAV,1989:45-80,İNALCIK, 61-68 ). İşte, böyle siyasi ve ekonomik baskı altında bunalan
Balkan toplumu, Osmanlı Devleti’nin”istimâlet” yani hoşgörüsünün etkisi ile onun hakimiyetini
kabulde zorlanmamıştır. Bu keşfide yukarıdaki hoşgörüye mukabil Hıristiyanlığın en bağnaz
kesimi din adamlarının Osmanlılara bir sempatisi olarak görmek mümkündür. Diğer bir bakış
açısı ile ise, İstanbul’un fethinde şehir halkının ruh haletinde (DUKAS, 1956: 178). olduğu gibi
çaresiz toplumun başına geleceği kabullenmekten başka bir şey değildir. Her halükarda
Hıristiyan din adamları tarafından zikredilen bu keşfin Osmanlılar’ın Balkanlar’daki
hakimiyetinde müspet psikolojik etkisi olduğu da bir gerçektir.

Sonuç itibari ile, eserlerini XV. ve XVI. yüzyıllarda yazan Osmanlı Tarihçileri

Anadolu’da Osmanlı hakimiyetini meşrulaştırmak için, bir taraftan onların soylarını Oğuz
Han’a çıkarma gayreti ve Selçukluların varisi olduklarını ispata çalışırken, diğer taraftan da bu
hakimiyetin yukarıda bahsettiğimiz rüya, kerâmet, keşif vs. ilahi işaretler yoluyla Allah
tarafından onlara bahşedildiğini vurgulamışlardır. Böylece, Osmanlılar rakipleri Anadolu
Beylikleri’ne özellikle Karamanoğulları’na karşı hakimiyet mücadelesinde manevi üstünlük
sağlamışlardır.

KAYNAKÇA:

ABDURRAHMAN CÂMÎ, Nefehâtu’l- Üns, Haz. S. Uludağ-M.Kara, İstanbul 1998
ANONİM, Osmanlı Kroniği (1299-1512), Haz. H. Öztürk, İstanbul 2000,
AŞIKPAŞAZÂDE, Tevârih-i Âl-i Osman, Haz. N. Atsız., Osmanlı Tarihleri I, İstanbul 1949
BAŞTAV, Şerif, Bizans İmparatorluğu Tarihi, Son Devir (1261-1461), Ankara 1989
DUKAS, Bizans Tarihi, Çev. V.L. Mirmiroğlu, İstanbul 1956
ERGİN, Muharrem, Dede Korkut Kitabı.
GELİBOLULU MUSTAFA ALİ EFENDİ, Kitabü’t-Târih-i Künhü’l-Ahbar, Haz. İ. H.
Çuhadar ve diğerleri, C. II. Kısım I, Kayseri 1997
HOCA SAADEDDİN EFENDİ, Tacü’t-Tevârih, Haz. İ. Parmaksızoğlu, C. I, Ankara 1992
HADİDÎ, Tevârih-i Al-i Osman (1299-1523), Haz. N. Öztürk, İstanbul 1991

IMBER, Colın, “Osman Gazi Efsanesi”, Osmanlı Beyliği, İstanbul 1997

İBN-İ KEMAL, Tevârih-i Âl-i Osman, I. Defter, Yay. Şerafettin Turan, Ankara 1970
İMAM NABLÛSİ, İslâmi Rüya Tabirleri Ansiklopedisi, Çev. A. Bayram-M.S. Çöğenli, 1976
KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Milli Kültürü, İstanbul 1988
KARAMANİ MEHMET PAŞA, Osmanlı Sultanları Tarihi, Çev. İ. H. Konyalı, Osmanlı
Tarihleri-I, İstanbul 1949
KÖPRÜLÜ, Fuat, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Ankara 1988
LÜTFÎ, Lütfî Paşa ve Tevârih-i Âl-i Osman, Haz. K. Atik, Ankara 2001
MEHMET NEŞRİ, Kitâb-ı Cihannümâ, Yay. F. R. Unat- M. A. Köymen, C. I Ankara 1987
MUHYİDDİN-İ NEBEVİ, Riyâzü’s-Salihin, Çev. K.. Burslan-H.H. Erdem, C.II Ankara (Tarih
Yok) MÜNECCİMBAŞI, Camiü’d Düvel, Çev. A. Ağırakça, İstanbul 1995
TURAN, Osman,Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, İstanbul 1979
OCAK, A. Yaşar, “Osmanlı Beyliği Topraklarındaki Sufi Çevreler ve Abdalan-ı Rum Sorunu
(1300-1389)”, Osmanlı Beyliği(1300-1389), İstanbul 1997
OCAK, A. Yaşar, Osmanlı imparatorluğunda Marjinal Sufilik: Kalenderiler (XIV-XVII.
Yüzyıllar, Ankara 1999
ORUÇ BEY, Oruç Bey Tarihi, Haz. N. Atsız, İstanbul 1972
ŞÜKRULLAH, Behcetü’t -Tevârih, Çev. N. Atsız., Osmanlı Tarihleri I, İstanbul 1949
Makaleler:
ERGUN, Metin,, “Türk Ağaç Kültü İnancının Dede Korkut Hikayelerindeki Yansımaları”, Milli
Folklor, S. 47. (Güz 2000 Ankara)
İNALCIK, Halil, “Osmanlılarda Saltanat Veraseti Usulü ve Türk Hakimiyet Telâkkisiyle
İlgisi”, AÜ, SBFD, S.1, (Ankara 1959)
İNALCIK, Halil, “Osmanlı Tarihine Toplu Bir Bakış” , Osmanlı, C. I, s,39-44
KOCA, Salim, “Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilatı” Türkler, C.II KOPRAMAN, K.
Yaşar, , “Osmanlı-Memlûk Münâsebetleri” Türkler, C.IX,
WİTTEK, Paul, “Ankara Bozgunundan İstanbul’un Zaptına (1402-1455)”, Çev. H. İnalcık,
Belleten, C. VII, S.27 (Ankara 1943),











Hiç yorum yok: