15 Nisan 2013 Pazartesi

Suriye işi eskiden daha büyük dertti 1957'de neredeyse savaş açacaktık-Murat Bardakçı


Bugün aramızın şekerrenk olduğu Suriye ile, 1957 yazında savaşın eşiğine gelmiştik. Adnan Menderes hükümeti, ailesi Konyalı bir Türk olan Suriye Cumhurbaşkanı Şükrü el Kuvvetli'yi devirmek için İstanbul'da uluslararası konferanslar topluyor, jetlerimiz Amerikan savaş uçakları ile beraber Suriye semalarında uçuyordu.


SURIYE'de kıyamet kopuyor, batı dünyası Baas diktasına nasıl son verileceğini ve Beşşar Esed'in de ne şekilde gönderileceği meselesine kafa yoruyor, komşumuzun geleceği en fazla bizi alâkadar ettiği için Türkiye de işin içine tamamen girmiş bulunuyor.

Öncelikle hatırlatayım: Suriye liderinin ismini yukarıdaki paragrafta yanlış yazmadım, adamın adının doğrusu "Beşar Esad" değil "Beşşar Esed"dir ve Türkçe'ye kelime kelime çevrildiği takdirde de "Müjde veren arslan" demektir!

Esed ailesinin senelerden buyana özel mülkü gibi idare ettiği Suriye'nin geleceği konusunda şimdi müttefikleri ile beraber bir yol bulmaya çalışan Türkiye, pek hatırlamayız ama, Şam rejimini değiştirmek için bir zamanlar Istanbul'da uluslararası konferanslar toplamış, hattâ Şam'a askerî müdahale hazırlıkları bile yapmıştı...

Işte, geçmişte Suriye meselesinin çözümünün sadece silâh yoluyla olabileceğine inanarak yaptığımız bazı girişimlerin kısa öyküsü...

DARBE GELENEĞİ BAŞLIYOR

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Fransız mandası altına giren Suriye 1936'da Fransa'nın kontrolünde bir cumhuriyet olmuş, 1941'de bağımsızlığını ilân etmiş, Fransa kararı 1944'te tanımış ve son yabancı birlik de ülkeyi 1946 Nisan'ında terketmişti.

Türkiye ile bağımsız Suriye'nin ilişkileri, o senelerde iyi gibi görünüyordu. Hatay meselesinin halledilmesinden sonra da ortada Lozan Anlaşması'na rağmen hâlâ çözülememiş bazı sınır, gayrımenkul, kaçakçılık ve vatandaşlık problemleri vardı ama iki memleket arasında çekişmeden pek sözedilemezdi. Hattâ, 1951'de Ankara ile Şam arasında siyasî bir ittifak bile gündeme gelmişti.

Ama, Suriye'de birdenbire bazı önemli değişiklikler yaşandı. 1946'da işbaşına gelen ve ailesi aslen Konyalı olan Suriye Cumhurbaşkanı Şükrü el Kuvvetli, 30 Mart 1949'da liderliğini Albay Hüsnü Zaim'in yaptığı bir darbe ile devrildi. Bu darbe Arap dünyasında sonraki senelerde yaşanacak pekçok darbenin öncüsü olacak, Suriye'de 1950'lerden itibaren ardarda ihtilâller yaşanacak ve sabah en erken kalkan general ihtilâl yapıp devlet başkanlığı koltuğuna oturacaktı.


JETLERİMİZ HAVALANDI

Hüsnü Zaim iktidarda sadece dört ay kalabildi, başka bir darbe ile devrildi ve Suriye 1949'dan 1955'e kadar ardarda darbeler ve tam sekiz cumhurbaşkanı gördü. 1949'da devrilip sürgüne giden Şükrü el Kuvvetli 1955 Eylül'ünde yeniden iktidara geldi ve Suriye'de ne olduysa, el Kuvvetli'nin bu ikinci cumhurbaşkanlığı sırasında oldu.

Mısır'da 1952'de krallığı devirip devlet başkanı olan Cemal Abdülnasır, o günlerde Arap dünyasını derinden etkilemiş ve "Arap milleyetçiliği" duygusu zirveye çıkmıştı. Abdülnasır'ın tek bir "Arap Devleti" hayali ve Süveyş Kanalı'nı millîleştirmesi Ortadoğu'yu birbirine katıyordu. 

Türkiye, Iran, Irak, Pakistan ve ingiltere'nin 1955'te "Bağdat Paktı"nı kurmaları üzerine de Abdülnasır yönetimi Rusya'dan daha fazla destek almaya ve Suriye'yi de yanma çekmeye başladı.

Asıl kriz, 1956 sonunda ortaya çıktı. Amerikan Başkanı Eisenhower'in "Sovyetler'in Ortadoğu'ya I inmelerine ve bölgede | bu şekilde gelişmeler yaşanmasına izin verilmemesi gerektiğini" söylemesi üzerine ortalık daha da karıştı ve Adnan Menderes * hükümeti, Amerika'nın teşviki ile Suriye'deki Sovyet etkisinin Türkiye'nin aleyhine olduğunu, gelişmelerin önlenmesi gerektiğini duyurdu. Suriye Dışişleri Bakanı Salâh Bitar da komünist bloktan silâh aldıklarını doğrularken her an bir Türk saldırısı beklediklerini söyledi!

Karşılıklı suçlamaların 1957 ilkbaharında sertleşmesi ve Suriye'nin Türk sınırına 50 bin asker yığması üzerine Türk, Ingiliz ve Amerikan savaş uçakları Suriye'nin sınır bölgelerinde uçmaya başladılar. Ankara ile Şam arasında karşılıklı notalar gidip geldi. Türk Dışişleri "Mısır ile Suriye'nin arasında büyük bir mesafe ve başka ülkeler vardır ama Suriye bizim komşumuzdur. Dolayısı ile Şükrü el Kuvvetli'nin Mısır'a değil, öncelikle Türkiye'ye yaklaşması gerekir. Suriye, âlicenaplığımızı suiistimal ediyor" şeklinde açıklamalar yaptı. Şükrü el Kuvvetli de "Türkiye'de de bir Rus ticaret heyeti var. Bu, Türkiye'nin komünist olduğunu mu gösterir?" diye cevap verdi.

Bütün bunların üzerine Halep'te binlerce Suriyeli gencin katıldığı ve Türkiye'nin protesto edildiği gösteriler yapılıyor, Türkiye de Suriye sınırına asker yığıyordu. Arabuluculuğa çalışan Lübnan'ın çabaları da sonuç vermedi.
1957 yazında Suriye'ye binlerce Rus gönüllünün gitmeye başladığı ve Sovyetler'in de çok miktarda silâh gönderdiği haberlerinin duyulması üzerine, gerilim daha da arttı. Akdeniz'deki Amerikan 6. Filosu alarma geçirilince işin içine Sovyetler de girdi ve Moskova, Amerika'nın bazı Arap ülkeleri ile beraber Türkiye'yi de "Suriye'ye karşı kışkırttığını" açıkladı!

RUSYA DEVREYE GİRİYOR

Asıl kriz, 1957 Ağustos'unun son haftasında yaşandı. Amerika'nın girişimleri ile Istanbul'da bir konferans toplandı ve Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Irak Kralı İkinci Faysal ve Ürdün Kralı Hüseyin ile Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Loy Henderson, atılacak son adımı belirlemeye çalıştılar. "İstanbul Konferansı" denen ve iki gün devam eden toplantı sırasında Ingiliz savaş gemileri Lübnan'a gönderilince Sovyetler de Savunma Bakanı Zukov'un Şam'a gideceğini duyurdu.


İLİŞKİLER BİR DAHA DÜZELMEDİ

Ama, bütün beklentilere rağmen Istanbul Konferansı'ndan askerî müdahale kararı çıkmadı. Gerginlik devam ederken Mısır lideri Cemal Abdülnasır bir adım daha attı ve Mısır ve Suriye, 1 Şubat 1958'de "Birleşik Arap Cumhuriyeti" adını alarak tek bir devlet haline geldiler. Beraberlik, Abdülkerim el Nahlavi'nin Şam'da 1961 Eylül'ünde yeni bir darbe yapmasına kadar sürdü, darbeden sonra Suriye birlikten ayrıldı ve ardından da Baas darbesi, 1971'de de bugüne kadar devam eden Esed ailesinin iktidarı geldi.

Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkiler ise, 1957 Ağustosu'ndan itibaren hiçbir zaman düzelemedi... Ama, o senelerdeki savaş hazırlıklarını hatırlayınca, Suriye ile ilişkilerimizin şu anda sadece suçlayıcı demeçler seviyesinde ve gayet kibar bir şekilde gittiğini söyleyebilirsiniz...

Devrik lider, darbeciye böyle seslendi: El pezevenk, el deyyuus, el kerhaneciii!

1957'de Mısır lideri Cemal Abdülnasır ile elele verip sadece memleketini değil, bütün Ortadoğu'yu birbirine katan Şükrü el Kuvvetli, Suriye'ye sonradan göçetmiş Konyalı bir Türk ailenin çocuğu idi.
1891'de Şam'da doğdu, Suriye'nin Osmanlı toprağı olduğu Birinci Dünya Savaşı yıllarında ayrılıkçı faaliyetlere karıştığı için İttihad ve Terakki'nin üç güçlü liderinden Cemal Paşa'nın emriyle tutuklandı, Şam'da kapatıldığı hapishanede biraz fazla dayak yedi, intihara teşebbüs etti ve son anda kurtarıldı.

SÜRGÜNDE ÖLDÜ

Suriye'de Osmanlı idaresinin ardından kurulan Fransız mandası sırasında da rahat durmadığı için idama mahkûm oldu, kaçtı, uzun seneler sürgünde kaldı, 1932'de ilân edilen genel aftan sonra memleketine döndü ve 1943'te cumhurbaşkanı seçildi.

İngilizler'in de desteğini alarak Fransız birliklerinin 1946'da Suriye'yi terketmesini sağlayan Şükrü el Kuvvetli, 1948'deki Arap-İsrail savaşında Suriye'nin yanısıra diğer Arap ülkelerinin yenilgiye uğraması üzerine gücünü kaybetti ve 1949 Mart'ında Albay

Arap dünyasında darbelerin öncüsü: Albay Hüsnü Zaim.

Hüsnü Zaim'in yaptığı bir darbe ile devrildi. Bir süre hapiste kaldıktan sonra Mısır'a sürgüne gönderildi ama 1955'te Şam'a döndü ve yeniden cumhurbaşkanı oldu.

El Kuvvetli'nin bu defaki iktidarı, Mısır lideri Cemal Abdülnasır'ın gölgesi altında kaldı. Genelkurmay Başkanı General Afif el Bizri'nin yönlendirmesiyle memleketini Sovyet güdümüne soktu ve Suriye'nin 1958 Şubat'ında "Birleşik Arap Cumhuriyeti" adı altında Mısır ile birleşmesi anlaşmasını imzaladı. Ama, 1959'da bu defa Abdülnasır ile çatıştı, istifa etmek zorunda kaldı, yeniden sürgüne gitti ve 1967'de Lübnan'da öldü.

Aslen Konyalı olan bu renkli politikacı, Arap siyaset tarihine de geçen en meşhur konuşmasını 1949'da askerî darbe ile devrilişinden sonra gönderildiği Mısır'da yapmıştı. Kahire Radyosu'nda Su-riyeliler'i Şam'da iktidarda bulunan askerî rejime başkaldırmaya çağırırken bir anda heyecanlanan Şükrü el Kuvvetli, kendisini deviren Hüsnü Zaim'e hitaben "Hüsniii! El pezevenk el kebîr (büyük pezevenk), El deyyuus el ekber (en büyük deyyus), el kerhâneciiii" diye haykırmıştı.

Basınımız o günlerde savaş tamtamları çalmakla meşguldü

SURİYE'de 1957'de olup bitenleri, bütün dünya çok yakından takip ediyor, Türk gazetelerinde de "Şam'da olup bitenlere artık izin verilmemesi" gerektiği konusunda yazılar çıkıyordu.
Bu yazılardan biri, zamanının önde gelen romancılarından kabul edilmesinin yanısıra asıl mesleği gazetecilik olan Peya-mi Safa'ya aitti. Peyami Safa, Milliyet'te 1957'nin 27 Ağustos'-unda yayınlanan "Suriye Vak'-ası ve İstanbul Konferansı" başlıklı yazısında Amerika ile İngiltere'nin Suriye'ye müdahale etmesini istiyordu.

AMERİKA NEREDE?

İşte, Peyami Safa'nın yazısının bazı bölümleri:

"Suriye, yıllardanberi kızıl propagandanın Ortadoğu santrallerinden biri hâline gelmişti.

Türkiye'den kaçan mâhudlar (komünistleri kastediyor), orada faaliyetlerine devam ediyorlardı. Suriye ordusunun kızıllaşması, orada sistematik bir tarzda çalışan Sovyet ajanlarının en büyük hedefe vardıklarını gösteriyor. Artık, Suriye'yi peyk devletler (doğu bloku ülkeleri) arasında farzetmekten daha tabiîbirşey yoktur.

Bir İngiliz gazetesinin dediği gibi 'Şimdi Türkiye, hemen Sovyet kontrolü altında bulunan memleketler tarafından sarılmış olduğuna göre, herhalde kendini âdetâ tahammül edilmez bir tehlikeye mâruz hissetmekte olsa gerektir'.

Suriye hâdisesi yalnız Türkiye'yi değil, bütün Ortadoğu memleketlerini aynı tehlike ile karşı karşıya getirmiştir Irak, Ürdün, Lübnan, Suudi Arabistan, hattâ Mısır bu tehlikenin manevî sahası içindedir.
Irak ve Ürdün krallarının iştirak ettikleri İstanbul Konferansı, Ortadoğu'nun bu en hayatî meselesi üzerinde durmuş olmalıdır.

Hem Ortadoğu'da barışı, hem de petrolleri tehdit etmesi bakımından Suriye hadisesine İngiltere'nin ve bilhassa Amerika'nın seyirci kalmasına imkân yoktur.

Temenni edelim ki bu Suriye vak'ası, dostlarımız Amerika ve İngiltere'nin -Kıbrıs misâlinde olduğu gibi- yıllardanberi Ortadoğu'da takip ettikleri çarpık ve sakar politikanın son kötü sürprizi olsun.

...Suriye vak'asından sonra Ortadoğu'nun her tarafında, işiten kulaklar için fâsılasız tehlike düdükleri çalmaya başlamıştır..."


Hiç yorum yok: