14 Nisan 2013 Pazar

Irak'ı Mithat Paşa ihya etti-Avni Özgürel

Osmanlı asırlar boyunca Irak, Safevi sarayıyla Topkapı arasında bir tür rekabet sahası oldu.


Osmanlı asırlar boyunca Irak, Safevi sarayıyla Topkapı arasında bir tür rekabet sahası oldu. İran mezhep bağlılıkları dolayısıyla ayrı bir hassasiyet gösterdiği bölgeye hâkim olma yarışından kopmadı; Osmanlı da şia'ya karşı Sünni geleneğin temsilcisi olması sebebiyle bu topraklardaki iddiasından hiç vazgeçmedi.

Gerçek o ki, 19. yüzyıla kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun başındaki padişahlar bölgenin ihtiyaçlarıyla fazla ilgilenmediler. Irak, yerel aşiretlerin güç dengesine dayalı, büyük bir sorun çıkmadığı sürece müdahale gerekmeyen bir bölge olarak algılandı.

Ancak milliyetçilik akımının Arap halkını etkilemesi ve keşfedilen zengin petrol yatakları dolayısıyla Avrupa devletlerinin dikkatlerini bölgeye çevirmeleri üzerine İstanbul silkindi. Ve ilk olarak bölgeye vali olarak Mithat Paşa atandı. Tuna valiliği sırasında Balkanlar'da silinmeyecek izler bırakmış olan paşa, vezirlik yetkisiyle tayin edilmişti. 

Vergiler kalkıyor

Mithat Paşa işe halkın şikâyet ettiği ve toplanması her zaman sorun haline gelen vergileri kaldırmakla başladı. Irak 'Halk Avrupa mallarına alışmasın' diye konulmuş gümrük vergilerinin yüksekliği dolayısıyla kaçakçılığın legal meslek haline geldiği bir yer olup çıkmıştı. Paşa bunun yerine arazi ve emlakla satılan üründen alınan vergi uygulamasını getirdi. Hazine arazisi olup miri sistem gereği işletilen, üzerinde yetiştirilen ürün değerinin üçte ikisinin devlete üçte birinin ekip biçen insana ait olması esasına dayalı sistemi de kaldırdı. Bunun yerine devlet memurları tarafından sıkı bir şekilde denetlenecek şekilde sadece satılan üründen vergi alınması prensibi kabul edildi. 

Ardından Kürt ve Çeçen asıllı kuvvetlerden oluşan bir yerel inzibat gücüyle harekete geçip yıllardır halktan topladıkları vergiyi hazineye yatırmayan, para talep edildiğinde ayaklanan aşiret lideri mültezimlerin üzerine yürüdü. Divaniye'de kurduğu mahkeme bu davalara bakıyordu. Aynı zamanda bir tür 'vergi barışı' ilan ederek merkezi yönetime itaat etmek isteyen, ama zimmetindeki paraya işletilen faiz yüzünden ödeme imkânını kaybedenlere kolaylık sağladı. 

Hızlı kalkınma

Mithat Paşa, Dicle ve Fırat nehirlerinde çalışan vapur işletmesini yeniden düzenledi ve iki yeni vapurun alınmasını sağlayarak ulaşımı kolaylaştırdı. İki nehir taştığında ekili alanların su altında kalmasına mani olmak için bentler yaptırdı. Bankacılık ve rehin işlemleri yapma yetkisiyle Emniyet Sandığı'nı kurdu. Bağdat'daki binalara tulumbalarla su verilmesini, hastane ve doğumevi kurulmasını da o sağladı. Ancak daha 

önemlisi Basra kasabasını Şattülarap sahiline taşıyıp burayı şehir statüsüne getirdi. Bunu yaparak tersanenin faal hale gelmesini sağladı. Yanı sıra idari yapıda değişikliğe giderek Kuveyt'i Basra vilayetine bağladı. 

Nasıriyye ve Rumadi kentlerini kurup Necd'de Vahabilerle ilişkilerin iyileştirilmesini sağladığı için Sadrazam Ali Paşa'nın gözdesi haline geldi. Ünlü sadrazam "Valilik bölgenizi ikinci bir Mısır vilayeti haline getireceğiniz ümidindeyim" cümleleriyle dolu iltifat mektupları gönderiyordu paşaya.

Eğitim de unutulmadı

Mithat Paşa vali olarak atandığında Irak'ta sadece ilköğretim seviyesinde eğitim veren okullar bulunuyordu. Ancak onun atılganlığı sayesinde bir yıl içinde hem askeri hem sivil rüştiye (lise) hem de Hamidiye mektebi öğretime başladı. Kimsesiz çocuklar için Dicle sahilinde bir sanat okulu kurulması, halktan toplanan bağışlarla Gureba Hastanesi açılması, maarif ve nüfus idareleriyle belediyelerin teşkili de onun emriyle gerçekleşti. Abahane adıyla kurduğu dokuma fabrikası fakir halkın giyim kuşamının iyileştirilmesi imkânını verdi.

İlk gazeteyi de Mithat Paşa kurdu

Ve nihayet Irak'ta ilk gazete onun teşvikiyle Vilayet Matbaası tesislerinde

yayına başladı. 1869'dan 1917'ye kadar Türkçe ve Arapça olarak neşredilen Zevra bölgenin yegâne sesi oldu. Ancak bunca hizmetin ardından, Hanekin'deki petrol yataklarını işletmek için makineler sipariş edince Mithat Paşa'nın valiliğinin sonu geldi. İngiltere Babıâli üzerine onun görevden alınması için baskı yapmaya başladı. Osmanlı bürokrasisinin Londra'ya direnecek gücü yoktu. Sonuçta paşa istifa edip İstanbul'a döndü.



Çerçeve

Katliamların kenti Bağdat

Elinize rastgele bir Ortadoğu haritası alın, kuzey ucu Kerkük, güney ucu Basra olan bir elips çizin. Burası Mezopotamya. Yani tüm Arap-Fars coğrafyasının tek verimli toprağı; Bağdat ise bölgenin kalbi. Ve kuşkusuz bu özelliği onun başının dertten kurtulmamasının da sebebi.

Bağdat'ın tarihinde bilinen iki büyük işgal var. Bunların ilkinin faili Moğol prensi Hülagu. Moğollar bir şehri hedef ilan ettiklerinde esirlere Moğol askeri kıyafeti giydirir, ellerine Moğol bayrakları verir böyle oluşturdukları taburları yanlarında cepheye götürürlerdi. Cengiz Han, pek çok zaferini ordusunu olduğundan daha kalabalık gösteren bu taktikle kazanmıştı. Hülagü, Bağdat kuşatmasında Hamedan halkını kullandı. Kendisine engel olmaya çalışan hilafet ordusunu kılıçtan geçirdi. Bunun üzerine korkup teslim olan halife Mustasım Billah'tan Bağdat halkının silahsız olarak şehri terk etmesini sağlamasını istedi. 

Hülagü'ye dalkavukluk

Ancak bu emre uyan herkesi öldürttü. Bağdat'a girdikten sonra da insan avı başlattı Hülagü. 17 gün süren katliam sırasında 90 bin kişi öldürüldü. Bir savaşçıdan çok, kan dökücüydü Hülagü. Selçuklu tahtı için kardeşiyle savaşan 2. Keykavus onun hışmından kurtulmak için çareyi dalkavuklukta buldu. Resmini bir çift çizmenin tabanına kazıttırıp, bunu 'Köleniz, hükümdarının ayağını hizmetkârının başının üzerine koyarak onu şereflendireceğini ümid etme cesaretini göstermektedir" cümlesiyle noktaladığı bir mektupla Hülagu'ya göndermişti.

Bir buçuk asır sonra Bağdat ikinci büyük darbeyi yedi. Semerkant'ta taş üstünde taş bırakmayan, Kafkas seferinde 700 kasabayı yerle bir eden Timur, 1393'te Bağdat'ı fethettiğinde kimsenin burnu kanamamıştı. Ama onun Semerkand'a dönmesini fırsat bilen Sultan Ahmet şehri ele geçirme hevesine düşünce 1401 yılında tablo tersine döndü. 

Her asker iki kelle getirdi

Tarihler, her askerin 'iki kelle' getirme mecburiyetinde tutulduğu savaşta öldürülen Bağdatlıların kesik kafalarının ordugâhın karşısına kule şeklinde yığıldığını, 90 bin cesedin üst üste atılmasıyla oluşturulan tepenin temmuz sıcağında çevreye yaydığı kokuya Timur'un komutanlarının dahi dayanamadığını yazıyorlar.

Hiç yorum yok: