21 Mart 2013 Perşembe

Tam 90 yıl arayla çekilen bu iki resim arasındaki yedi farkı bulun!Murat Bardakçı


Irak'ta 1921'deki kuruluşundan buyana hiçbirşey değişmedi... 90 sene önce İngiliz bayrağını selâmlayan Iraklılar, bu hafta da Amerikan bayrağını selâmladılar..

BAĞDAT 1921
Irak'ın ilk kralı Birinci Faysal'ın, 23 Ağustos 1921'de tahta çıkma töreni. Kralın etrafında Iraklılar değil, İngilizler var.




BAĞDAT 2011
Amerikan birlikleri Irak'tan ayrılıyorlar. Şeref koltuklarında Amerikan Savunma Bakanı ile Amerikan Genelkurmay Başkanı oturuyor.
*
Bugün bu sayfada aralarında tam 90 sene olan iki fotoğraf yayınlıyorum. İlk fotoğraf 23 Ağustos 1921'de, Irak'ın ilk Kralı Birinci Faysal'ın tahta geçiş töreninde; Amerikan birliklerinin Irak'tan ayrılışlarını gösteren diğer fotoğraf ise bu hafta içerisinde çekilmiş. Her iki resmin ortak bir özelliği var: Irak'ın bağımsızlığının ilk gününde de, bugün de tek bir hâkimi var: Yabancı birlikler...

IRAK'ta sekiz senedir devam eden Amerikan işgali bu hafta kâğıt üzerinde de olsa son buldu ve Amerikan birlikleri Bağdat'ta Amerikan Savunma Bakanı Leon Panetta'nın da katıldığı törenlerden sonra Irak'ı terketmeye başladılar.
İşgal kuvvetlerinin Irak'tan ayrılışını gösteren törenler bütün dünyada TV'lerden naklen yayınlandı ve çekilen fotoğraflar dört bir kıt'adaki gazetelerde de yeraldı. Sivil ve asker Amerikalılar kendi memleketlerine onbinlerce kilometre uzaktaki bir ülkede tören yapıyor, törene Amerikan askerleri ile beraber üst düzeydeki Amerikalı yetkililer de katılıyor ve işin garibi bazı Iraklı yüksek rütbeli subaylar da memleketlerine "düzen getiren" Amerikan birliklerini selâmlıyor, işgal birliklerini yolcu ediyorlardı.
Bu görüntü, bana bundan tam 90 sene önce, 1921'in 23 Ağustos'unda çekilmiş bir başka fotoğrafı hatırlattı: Irak'ın ilk kralı Birinci Faysal'ın tahta çıkma törenini...
Bağdat'ın o zamanlar büyücek bir villa olan ama enkazı andıran eski binalarından biri "kraliyet sarayı" yapılmış, avluya "kraliyet tahtı" niyetine irice bir koltuk konmuş, Birinci Dünya Savaşı'ndaki Arap isyanının başlatıcısı Şerif Hüseyin'in oğullarından Faysal bu koltuğa oturtulmuştu ve "Irak Kralı" ilân ediliyordu.
Ama, tahta çıkış törenlerinde uyulması âdetten olan bir kuraldan bu fotoğrafta eser yoktu... Cülûs törenlerinde o memleketin ileri gelenleri tahtın önünde sıra olup yeni hükümdara biat eder, yani bağlılıklarını ifade ederlerdi. 23 Ağustos 1921'de çekilen fotoğrafta ise, Kral Faysal'ın etrafında Irak'ın ileri gelenleri değil, yüksek rütbeli İngiliz subayları ve Irak'ın şimdiki sınırlarını belirleyen İngilizler'in başında gelen Sir Percy Cox vardı. Faysal, tahtına İngilizler'in gölgesinde çıkıyordu ve tahtın etrafında bulunması gereken Iraklılar ise töreni gerideki bir duvarın üzerinden seyrediyorlardı!
Aynı görüntü, tam 90 sene sonra, Amerikan birliklerinin bu hafta Irak'tan ayrılırken yaptıkları törenlere de yansımıştı. Onbinlerce kilometre öteden gelmiş olan Amerikalı askerler, savunma bakanları Leon Panetta ile komutanlarının ve Amerikan Büyükelçisi James Jeffrey'in önünde bayraklarını toplarlarken, bir başka karede Irak için 1921'deki fotoğraftan çok daha acı bir görüntü farkediliyordu: Irak ordusu işgal birliklerinin törenine en üst seviyede katılmıştı. Amerikalıları, Irak'ın Genelkurmay Başkanları General Bababir Zebarî ile Savunma Bakanlığı Sözcüsü General Muhammed el Askerî, selâmlayarak yolcu ediyorlardı! Yüksek rütbeli bir Iraklı subay da, gönderden indirilen Amerikan bayrağını Amerikalı askerlerle beraber selâmlıyordu!
İslamiyet'in ilk senelerinden itibaren, en kanlı olayların mekânı, her nedense hep Irak'tır ve Irak'ta asırlardan buyana vârolan kan dökme ve can alma âdeti klasik Arap Edebiyatı'nda da geniş şekilde yer bulmuştur...
Meselâ, Emevîler zamanında Halife Abdülmelik tarafından Irak Valiliği'ne tayin edilen ve İslam Tarihi'ne "Zalim" diye geçen meşhur Haccâc'ın onbinlerce kişiyi kılıçtan geçirmeden önce Kûfe Camii'nde Iraklı cemaate hitaben yaptığı ve "Yâ ehle'l-Irak! Yâ ehlu'n-nifâk ve'ş-şikak!" yani "Ey Iraklılar! Ey nifak ve ayrılık ehli!" cümlesi, Klasik Arap Edebiyatı'nda hitabet sanatının şâheserlerinden biridir!
Yandaki kutuda, Irak hakkında bizim askerlerimizin bundan asırlarca önce söyledikleri sözler, yazdıkları şiirler ve okudukları bazı türküler yeralıyor...


Bağdat'a 1638'de bu şarkıları terennüm ederek girmiştik
BİR zamanlar bize ait olan ve 1917'nin 11 Mart'ına kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun toprakları arasında bulunan Irak'a sefer yaptığımızda sadece kara ordusunu değil, donanmayı da kullanırdık.
Bugün Şanlıurfa'ya bağlı olan Birecik'te kurulan tersanede Dicle'de çalışabilecek nehir gemileri inşa edilir, ordu Bağdat üzerine karadan yürürken, bazı birlikler de güneye bu gemilerle iner ve şehrin surlarını nehirden zorlarlardı.
Bağdat, yeniçeriler için hasreti çekilen şehirlerden biriydi, zira Bağdat'a hâkim olan bütün bölgeyi elde etmiş demekti, üstelik birçok din büyüğünün türbesi oradaydı. Şehrin ortasından geçen Dicle, bu yüzden şiirlere ve şarkılara da konu oluyordu.
İşte, eski devirlerdeki Irak seferlerini anlatan Bağdat şarkılarından bazıları: Bu şarkılar bugün notalarıyla beraber elimizde bulunuyor. Kitaplıklardaki tozlu elyazmalarının sayfaları arasında kalan ama asırlardan buyana hiçbir yerde çalınmamış ve terennüm edilmemiş olan güftelerle, barut imali formülleriyle, bit ilâcı reçeteleriyle yahut hasret çekilen sevgiliye kavuşmayı sağlayacağına inanılan muskalarla yanyanalar...
Burada, Dördüncü Murad'ın da 1638'de çıktığı Irak seferleri sırasında bestelenmiş olan dört ayrı savaş şarkısının, Ali Oğlu, Kâtib, Ali ve Mustafa adındaki yeniçeri şairlerin eserlerinin güftelerini veriyorum. Şarkıların dili gerçi bugün konuştuğumuz Türkçe'ye oldukça yakındı ama güftelerde telâffuz farklılıkları vardı ve kelimeler arasında artık anlaşılamayacak bazı teknik ifadeler de bulunduğu için, şiirleri vezinlerine dokunmadan bugünün Türkçesi'ne naklettim.
Diyarbakır'dan Irak üzerine yürüyen Türk ordusundaki saz şairleri, Bağdat ve "Hünkâr" diye bahsettikleri Dördüncü Murad hakkında bakın neler hissediyor ve nasıl çalıp söylüyorlar...
 

YENİÇERİ ALİ OĞLU'NUN ŞARKISI: "Askerin üstünde bir seyir gördüm / İnşaallah gaziler Bağdat alınır / İmam-ı Âzam türbesinin üstünde / Ezanlar okunur namaz kılınır.
Gaziler doğuya, cenge giderler / İmam-ı Âzam gayretini çekerler / Düşmanların ciğerini sökerler / Mel'un Şah'a pek tokatlar atılır.
Kahraman beyleri askeri toplar / Kimi şehid olur murada erer / Osmanlı şahindir üstüne konar / Şahin pençesine giren yolunur.
Ali Oğlu, dua et Sultan Murad'a / Günü bin eylesin ömrü ziyade / Şâh, ne kuvvet ile geldin Bağdat'a? / Eksiklik kimdedir şimdi bilinir".
 
YENİÇERİ KÂTİB'İN ŞARKISI: "İslâm askeriyiz gazâ kasdına / Peygamber sancağı çekip gideriz / Her birimiz kılıç alıp eline / Düşmanın hâtırın yıkıp gideriz
Atımız küheylân, asildir huyu / Dicle ve Fırat'dan içeriz suyu / Kimse doğru yoldan şaşmasın deyu / Alâmet taşını dikip gideriz.
Gaziler var ok ve yayı elinde / Yayları sağında kılıç solunda / Başı vermek için İslam yolunda / Günahlarımızı silkip gideriz.
Bir gazi hünkârın peşine düşüp / Konup göçüp nice vadiler aşıp / Taşkın sular gibi kaynayıp coşup / Acem iklimine akıp gideriz.
Kâtib de bu yolun geçti üstünden / Ârifler kâmili seçer sözünden / Mâniler söyleyip bâtıl yüzünden / Sırr ile göklere çıkıp gideriz".
 
YENİÇERİ ALİ'NİN ŞARKISI: "Gazi padişaha eyledi nazar / Yerleri gökleri yaratan şimdi / Şah Sâfî âh edip ağlayıp gezer / Yüreğinde kalan yaradan şimdi
Bedenden su gibi görünür çöller / Baş kesen gaziler takındı süsler / Şakıdı bülbüller açıldı güller / Şükür yanaşırız karadan şimdi.
Padişahun kılıcıdır, Arab atıdır / Şah'ın kaçması da satranç matıdır / Bağdat'ın, Revan'ın hararetidir / Tâcını başında dar iden şimdi.
Hünkâr kılıcıyla yazar yazıyı / Bildirmiştir Acem Şah'a haddini / Dağıtırdı İskender'in seddini / Bozuldu Bağdat'ı zor iden şimdi.
Ali der ki: Çöllerimiz oldu kan / Hânlar esir düştü, her yer Müslüman / Özbek'tir bir yanın bir yan Hindistan / Kaldırırlar seni aradan şimdi".
 
YENİÇERİ MUSTAFA'NIN ŞARKISI: "Padişahı görmeyenler / Heybet alsın otağından / O'dur yer yüzünün nûru / Işık al aydınlığından.
Düşündü hâli her yandan / Tahtı böyle som altından / Yeller eser kanadından / Duyan ürker yasağından.
Kahramandan nedir farkı? / On siperi aştı oku / Geçemez hiç düşmanları / Yüz bin türlü tuzağından.
Mustafa der: küçük erler / Göğsü kösler gibi gürler / Ayak altında kelleler / Kalkdı arslan yatağından".

Hiç yorum yok: