Yakın tarihten ibret dersleri | |
|
Osmanlı'nın sancılı, sarsıntılı yılları | |
|
"Nizâm–ı devlet"ten "isyân–ı devlet"e | |
|
Islâhat ve yenilik hareketleri
Gelişen dünyaya kayıtsız kalınamazdı
Sultan III. Selim'in doğum tarihi 1761. Osmanlı tahtına çıktığında ise (1789), 28 yaşındaydı.
Yani, tam da Büyük Fransız İhtilâlinin olduğu sene devletin başına geçti.
Bu esnada, Osmanlı Devleti hem Avusturya, hem de Rusya ile savaş halindeydi.
Yeni Avrupa'da yıldızı giderek parlayan Fransa ise, Osmanlı'yı her yönüyle tehdit eden yeni bir güç merkezi haline gelmişti.
Bir yandan Fransa'dan çıkıp önce Avrupa'ya, ardından dünya geneline yayılan milliyetçilik dalgası, bir yandan da önüne kattığı toprakları (İtalya da dahil olmak üzere) işgal ile imparatorluk yolunda büyük adımlar atan Napolyon'un Balkan ve Ortadoğu coğrafyasına da gözünü dikerek ilerleme kaydetmesi, Osmanlı devlet erkânını hem tedirgin ediyor, hem de derinden derine yeni düşüncelere, yeni arayışlara ve yeni yeni tedbirler almaya sevk ediyordu.
O tarihte duyulan endişenin, yapılan yeniliklerin ve alınmak istenen esaslı tedbirlerin ne derece doğru ve yerinde bir davranış biçimi olduğu, kısa zaman sonra daha belirgin şekilde anlaşıldı.
Napolyon Bonapart liderliğindeki modernize olmuş Fransız kuvvetleri, fazla zorlanmadan Mısır'ı işgalden sonra da ilerlemeye devam ederek tâ Lübnan sâhillerine (1799, Akka) kadar gelip dayandı.
Napolyon'un Akka Kalesi önünde hezimete uğrayarak geri çekilmesi, büyük ölçüde Osmanlı'nın yenilenmiş, modernize edilmiş ordu birlikleri (Nizam–ı Cedit) sayesinde mümkün olabildi.
Akka Kalesi (Lübnan) önünde Fransızların efsanevî kahramanı Napolyon Bonapart'ı 1799'da hezimete uğratan Cezzar Ahmed Paşanın emrindeki ordu, aynı zamanda Nizam–ı Cedit sistemi içinde tâlim görmüş birliklerden, günümüz tâbiriyle "profesyonel ordu"dan teşkil edilmişti.
Her sahada yenilenme ihtiyacı
Sultan III. Selim'in tahta geçtiği ilk yıllarda devam edegelen savaşlar (Avusturya, Rusya...), ne yazık ki mağlûbiyet ile neticelendi.
Uzun süredir gözlemlenen bu başarısızlık hali, bazı yorumcuların ileri sürdüğü gibi sadece ordunun ve bilhassa Yeniçeri Ocağındaki askerlerin laçkalığından, moralsizliğinden ve sefere gitme isteksizliğinden kaynaklanmıyordu.
Gerçekte, devletin hemen bütün kurum ve kuruluşlarında (müesseselerinde) bir bozulma, bir laçkalık, bir yeknesaklık vaziyeti hasıl olmuştu.
Hayatın vazgeçilmezleri olan yenilenme, tazelenme, geliştirme, inkişâf denilen insana has kılınmış büyük nimetler, bırakın fiiliyatta, fikriyatta dahi adeta görünmez, hissedilmez olmuştu.
İşte, bu umumî durgunluğun farkına varan Sultan III. Selim, devletin bekası için, bazı yenilikler yapmaya ve bir dizi tedbirler almaya karar verdi.
Bu yenilikler, her ne kadar "Nizam–ı Cedit" ismiyle şöhret bulmuş olsa da, yapılan büyük ıslâhat hareketi sadece askerî sahayla sınırlı değildi.
Dolayısıyla, asırlara sinen bir yanlış algılamayı, öncelikle zihinlerden silip atmak gerekiyor. Aksi takdirde, pekçok kimsenin yanlış anlayıp öyle de lanse ettiği üzere, sanki koca Osmanlı tarihi sırf askerî hareketlerden, kanlı isyanlardan ve savaşlardan ibaretmiş gibi anlaşılır.
Ki, böylesi bir yaklaşım, hem temelden yanlış, hem de son derece sakıncalıdır.
Ara ara tekrarlama ihtiyacını duyduğumuz bu hatırlatmadan sonra, Sultan III. Selim emir ve iradesiyle yapılan (sonunda da hayatına mal olan) önemli bazı yeniliklere kısaca bir göz atalım.
1) En büyük yenilik hareketinin "Nizam–ı Cedit" ismiyle askerî sahada olduğu görünüyor. Bu isim ile günümüzde kullanılan "profesyonel ordu" tâbiri arasında büyük mânâ paralelliği var.
O dönemde, Sipahiler (ağır silâhlı süvari birlikleri) ve özellikle Yeniçeri Ocağının itirazından çekinildiği için, Nizam–ı Cedit müstakil bir ordu şeklinde değil, "Bostaniyan–ı Hassa Ocağı"na bağlı bir birim olarak kuruldu. Tatbikatta ise, zamanla ayrı ve padişaha doğrudan bağlı bir ordu hüviyetine büründüğü görüldü.
Nizam–ı Cedit için, önce Levent Çiftliğinde büyük talimgâhlar açıldı. Modern eğitim maksadıyla Avrupa'dan subaylar getirtildi. Aynı şekilde, silâh ve mühimmat işinde de modernizasyona gidildi. Zaman içinde, başarılı neticeler sağlandı.
Nitekim, Akka Kalesi önünde modern Fransız ordusunu perişan ederek (1799) Asya'yı işgale niyetlenen Napolyon'u sukût–u hayale uğratan Cezzar Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu da Levent Çiftliğinde tâlim görmüş Nizam–ı Cedit birliklerinden teşkil edilmişti.
Levent'ten sonra Nizam–ı Cedit için Üsküdar'da da pek büyük bir askerî kışla inşa edildi: Halen kullanılmakta olan Salimiye Kışlası.
Burası bilâhare merkez haline getirtilerek, Anadolu ve Rumeli'de de Nizam–ı Cedit'in şubeleri kuruldu.
Ne var ki, bu yeni ordu birlikleri kuvvetlenip sahasında yeni başarılara imza attıkça, gizli komitelerin kışkırtmalarla tahrik ettiği Yeniçeri Ocağındaki rahatsızlık da artmaya başladı.
Esasında, umumî ıslâhat çerçevesinde Yeniçeri Ocağı için de yeni düzenlemeler yapılmış ve uygulamaya geçilmişti. Ancak, bu yeni tedbirlerin de ihtiyaca kâfi gelmediği, hatta bir kısmının hatalı olduğu zamanla ortaya çıktı.
Donanma, Tershane, Kumbarahane ve Baruthane gibi bağlantılı sahalarda yapılan yeniliklerle ilgili konulara ileriki bölümlerde tekrar değineceğimizi hatırlatarak geçiyoruz.
2) Mühendishanelerin geliştirilmesi ve yenilerinin kurulması, yine III. Selim'in belli başlı teceddüt hareketleri arasında yer alır.
Daha evvelden, medrese usûlü eğitime ilâveten, ayrıca bir “Hendese Odası” kurulmuştu (1776); 1782 yılında ise, buranın ismi "Mühendishane–i Bahr–i Hümayun" şeklinde değiştirildi.
Sultan III. Selim, mevcutları yeterli görmeyerek, ayrıca Mühendishane –i Berrî–i Hümâyûn'un (1795) kurulmasını ferman etti. Bu üniversitenin alt birimleri olarak da, birçok mühendislik fakültesi açıldı.
(Bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi, işte bu tarihî mühendishanelerin devamı mahiyetinde sayılır. Hatırlatma: Berr, kara; Bahr ise deniz anlamındadır.)
* * *
Padişah III. Selim'in saltanat yıllarında, ayrıca savaş taktik ve stratejileri, basın ve yayın, siyaset ve diplomasi, iktisadî ve ticarî sahalarda da mühim yeniliklere ve değişikliklere imza atıldı.
Bu tür konulara da ileriki günlerde kısa da olsa temas etmeye çalışırız.
Islâhat ve yenilik hareketleri (2)
"Yeni hâl"lerin bedeli
Her yenilik hareketinin şüphesiz kendine has bir bedeli vardır. Ancak, ihtiyaçlar zaruret derecesine çıktığı halde, bir yenilenmeye yahut yeni bir düzenlemeye gidilmediği takdirde, ödenecek bedel çok daha ağır olabilir.
Bu cümleden olarak, Sultan III. Selim devrinde yapılan reform niteliğindeki yeni düzenlemelerin de kendine göre bir faturası olmuştur. Lâkin, devleti ayakta tutabilmek ve hükûmet çarkını döndürebilmek için de ıslâhat veya teceddüt denilen yeni düzenlemelere gitmekten başka çare kalmıyor.
Özetle: Değişen zaman, mekân ve şartlar içinde "izmihlâl"e uğramamak için, "yeni hâl"e uygun politikalar geliştirmek kaçınılmaz olmaktadır.
Bu kısacık hatırlatmadan sonra, Sultan III. Selim'in hem tahtına, hem de hayatına mal olan yenilik/reform hareketlerini anlatmaya kaldığımız yerden devam edelim.
3) Diplomasi ile savaş taktik ve stratejileri hususunda kayda değer gelişmeler yaşandı.
Bir taraftan, harp halindeki devletlerle sulh/barış yapma cihetine gidildi. Bir taraftan da nisbeten dost görünen Avrupa devletleriyle diplomatik temaslar sıklaştırılmaya çalışıldı. Meselâ: Paris, Londra, Viyana ve Berlin'de daimî elçilikler açılarak, diplomaside önemli ataklar yapıldı.
Öte yandan, bilhassa ordunun modernizasyonu ve askerin talimi konusunda büyük gayretler gösterildi.
Avrupa'da sahasında uzman olmuş subaylar askerin eğitimi için getirtilip görevlendirilirken, ayrıca harp sanatına (fenn–i harp) dair birçok kitap da Türkçe'ye tercüme edilerek matbaalarda basıldı merkez ile taşradaki ordu birliklerine dağıtıldı.
Bazılarının isimi haylice uzun olan bu kitapların, ilgili komutan ve devlet adamlarınca okunması, Padişah III. Selim tarafından ayrıca tavsiye ediliyordu. Meselâ, Müstahkem Mevkilere Taarruz ve Müdafaa isimli kitap hakkında padişahın şu sözlerle tavsiyede bulunduğu kaydediliyor: "Bu kâfirlerin muharebeleri acaiptir. Meydana çıkıp merdane muharebe etseler, hiç mülâhaza etmem. Lâkin öyle etmiyorlar. Benim tercüme ettirdiğim Goban (Vauban) nâm kitap, mütalea edilse mâlum olur." (Enver Ziya, Osmanlı Tarihi–V/63.)
4) Matbuat sahasındaki durgunluğa son verilerek, kitap basımına işlerlik kazandırıldı.
İbrahim Müteferrika'nın kurmuş olduğu matbaa, uzun süredir muattal vaziyette duruyordu.
Sultan III. Selim zamanında, hem bu matbaa faaliyete geçirildi, hem de yeni matbaalar tesis edildi: Hasköy'de kurulan Mühendishane Matbaası ile Anadolu yakasında kurulan Üsküdar Matbaası gibi.
Hemen hatırlatmak gerekir ki, bu matbaalarda sadece Avrupa'dan tercüme edilen harp sanatına dair eserler değil, aynı zamanda hem Türkçe telif olunan, hem de Arapça ve Farsça'dan tercüme edilen kamus ve lûgatnâmelerin basımı da yapılıyordu. Ayıntaplı Asım Efendinin tercümeleri gibi...
Böylelikle, İstanbul ve taşradaki kütüphaneler yeni yeni eserler, kàmuslar ve lûgatlarla zenginleştirilmiş oluyordu.
5) Uzun zamandır laçkalaşmış bulunan devletin merkez ve taşra teşkilâtında da bazı değişikliklere gidilerek önemli yenilikler yapıldı.
Hasıl olan laçkalıklar sebebiyle, vezirler, valiler, paşalar, hatta kadılar gibi yüksek seviyedeki bazı memurlar, yetkilerini kötüye kullanarak haksızlık, yolsuzluk, zorbalık, rüşvet ve benzeri suçları irtikâb ediyordu.
Bu irtikâbın önüne geçmek, hiç olmazsa hataları asgariye indirmek maksadıyla, devlet katında yeni bir takım tedbirlerin alınması kararlaştırıldı.
Öncelikle, yeni ordu politikasının maddî (finans) cihette sekteye uğramaması için, yeni bir kànunnâme ile "İrad–ı Cedit Defterdarlığı" kuruldu. Bu yeni teşkilât, daha evvel kurulmuş bulunan "Tâlimli Asker Nâzırlığı"na bağlandı.
Bunun yanı sıra, geniş devlet teşkilâtının "mülkî idare"sinde de yeni bir düzenlemeye gidildi.
Özetle, Anadolu ve Rumeli coğrafyası, yekûn 28 vilayete taksim edildi. Vazirlerin sayısı da buna göre yeniden ayarlandı.
Devletin en yüksek mevkideki idareci memurları statüsünde olan vezirler için, öncelikli olarak ahlâk, sabır, sadâkat ve metanet normları esas kabul edildi.
Padişah ile Sadrâzamın ittifakı ile seçilecek olan vezirlerin ehliyetsiz, derebeyi ve menşei belirsiz kimselerden olmamasına dikkat ve hassasiyet gösterilmesi hususu da, ayrı bir kànunnâme ile resmiyete kavuşturuldu.
Aynı mülkî islâhat çerçevesinde, vazife mahalline gitme tenezzülü göstermeyen kadılar (adlî otoriter) için de şu hüküm getirildi: Şer'î bir mâzeretleri bulunmadıkça, vazife yerine gitmemezlik edemezler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder