9 Mart 2013 Cumartesi

Muhteşem Yüzyıl’da Meral Okay’ın yapamadığını Sultan İbrahim yapmıştı-Murat Bardakçı


TARİHÎ diziler hakkında yorum yapmak, her türlü kurguya açık olan bu dizileri belgesel zannedip hatalar bulmak, tarihe olan merakı nasıl arttırdıklarını gözardı ederek ahkâm kesmek ve bol bol eleştiriler sıralamak son zamanlarda pek bir moda oldu ya... Bu hafta ben de bu modaya uyup diziler konusunda yazayım dedim... Ama merak etmeyin ahkâm falan kesecek değilim, magazincilik yapacak, Muhteşem Yüzyıl’ın gelecek bölümlerinde neler olacağını anlatacak ve haddim olmayarak bir de fikir vereceğim...


İşte, Muhteşem Yüzyıl’da yaşanacak ve yaşanamayacak olanlar: Hep aynı mekânlar, aynı harem ve aynı kadınlar hem senaryoyu zorlamaya başlayabileceği, hem de seyirciyi sıkacağı için, hükümdarın yanında yeni bir kadının yeralmasına karar verilmiş... Birkaç hafta sonra, Kanunî Süleyman’ın yanında İspanyol bir hatun göreceksiniz: Hatun korsanlar tarafında kaçırılıp İbrahim Paşa’ya satılacak, “Allah’ın böylesine özene bezene yarattığı bir kul ancak sultanıma lâyıktır” diye kızı Kanunî’ye hediye edecek! Hediyenin sebebi tabii ki hükümdarın halvet anlarını biraz daha zevk ve neş’e içerisinde geçirmesini sağlamak olacak ama işin gerisinde bir başka maksat daha bulunacak: Hürrem’i kıskançlık krizlerine sokmak ve şayet mümkün olabilirse Kanunî’den soğutmak!

KADINI EVDE SAKLADILAR

Ama böylesine yürekler hoplatan İspanyol dilberin küçük bir kusuru bulunacak... Aslında kusur değil başka birşey, bir bağlılık yani bir nişanlı! Dünyalar güzeli kız, Avusturya’nın hâkimi Habsburglar’dan bir prens ile nişanlı olacak, evlenmek üzere o prensin yanına giderken korsanların eline geçecek ve bu yüzden Viyana yerine İstanbul’a gelecek! Hatunu görür görmez Kanunî Süleyman’ın aklı başından gidecek ama Hürrem’in mâlûm şerrini aşmaya muvaffak olup da kızcağızı saraya alabilmek ne mümkün? Böyle bir işi tabii ki beceremeyecek ve kızı şehirde bir evde saklayacaklar, cihan hükümdarı da gizli gizli o eve gidip gelmeye başlayacak...

Anlattıklarına göre önce İspanyol güzelin evli barklı ama evine ve kocasına sadakat göstermeyen cilveli bir hatun olması düşünülmüş. Sonra, dizinin o zaman danışmanlığını yapan Erhan Afyoncu “Koskoca padişah sarayında kadın kalmamışçasına kart zamparalar gibi sokaklara düşüp zina mı edecek? Destuuuur!” demiş ve kadının nikâhlı değil, nişanlı olmasına karar kılınmış! Dizinin senaristi Meral Okay’ın yayın günleri seyirciyi yerine mıhlayan ve reytingleri altüst eden muhteşem senaryosunun bundan sonraki bölümleri bu çerçevede cereyan edecek...

MERAL HANIM’A BİR TÜYO

Kanunî Sultan Süleyman’a gizli kaçamaklar yaptıramadığı için üzüldüğünü ve dizinin bir bölümünün eksik kaldığına inandığını tahmin ettiğim sevgili Meral Okay’a bir tüyo vereyim: Muhteşem Yüzyıl bundan haftalar, aylar ve belki de seneler sonra devrini tamamlayıp sona erdiğinde, Kanunî’ye şimdi yaptıramadığını, yani sarayın bitmeyen entrikalarının arasına evli bir hatun ile ilişkiyi ilâve etme işini gerçek bir olaydan istifade ederek mükemmel bir senaryo hâline getirebilir. O olayın ayrıntılarını bu sayfada okuyabilirsiniz...

Padişah kadın istedi, Paşa ‘Bre ben pezevenk miyim?’ deyip isyan etti

İŞTE, Meral Okay’ın mükemmel bir senaryo hâline getireceğinden emin olduğum Evliya Çelebi’nin bundan 350 küsur sene önce yazdığı kadınlı, zinalı, kanlı, tâcizli vesaireli “gerçek” bir macera: İbşir Paşa’ya ait “güzel avrat”ın öyküsü... Sene 1648 idi, Osmanlı tahtında Sultan İbrahim vardı ve devlet dert içerisindeydi. Yıllardır devam eden savaşlar bir türlü bitmemekte, Anadolu’daki isyanların biri bastırılmadan öteki patlamakta, valilikler rüşvet mezatına çıkmadaydılar... Hazine tamtakırdı ve bütün bunların yanısıra, padişahın aklından zoru olduğu söylenmekteydi! İstanbul sarayına sadece ve sadece israf hâkimdi. Samur kürkler moda olmuştu, her yere samur döşeniyordu ve cephelerde yaşananları kimse hatırına getirmek istemiyordu. Valilerin vazifeleri arasında padişaha “harçlık yollamak” da vardı... Sıra günün birinde Sivas Valisi Varvar Ali Paşa’ya geldi ve saraydan gönderilen bir çavuş, Padişah’ın “30 bin kuruş harçlık istediğini” söyledi.

Paşa, padişahın adamını “Sivas’ın tek kuruşu yok! Bu parayı nereden vereyim? Yol keserek halkı mı soyayım” deyip geri gönderdi. Bir müddet rahat bırakılacağını zannediyordu ki, hemen üstüne bir başka saray memuru geldi ve sarayın talebi ile Paşa’yı hayretlere düşürdü...

PADİŞAHIN ‘AVRAT’ FERMANI

Sultan İbrahim’in canı, bu defa para değil, kadın çekmişti! Anadolu’daki kumandanlardan İbşir Paşa’nın karısını... Kadının güzelliğini anlata anlata bitiremeyip “Bu avrat sadece efendimize lâyıktır” diyenler aklı zaten başında olmayan padişahı daha da azdırmışlar ve Sultan İbrahim Sivas’a “İbşir’in avradı alınıp tez bana gönderile” diyen bir ferman yollamıştı. Varvar Ali Paşa “Bre ben pezevenk miyim? Bir Müslüman âdemin nikâhlı avradını elinden alıp padişah bile olsa bir başka herife nasıl veririm?” dedi ve saraydan gelenleri tekmetokat kapıdışarı etti. Sonra “Devlet elden gidiyor” deyip isyan bayrağını açtı, asker topladı ve Sivas’tan ayrılıp Tokat taraflarına gitti. İsyanı haber alan saray bu sefer daha da garip bir iş etti ve ayaklanmayı bastırma vazifesi karısını Varvar Ali Paşa’nın sayesinde padişaha kaptırmayan İbşir Paşa’ya verildi... İbşir Paşa “Asiyi tez zamanda yakalayıp tepeleyesin! Ya başı, ya başın!” diye ferman gönderen padişahın daha birkaç hafta önce “Avradını hemen bana yollayasın!” dediğini unuttu! “Ferman efendimizindir” deyip Varvar Ali Paşa’nın peşine düştü ve 1648 yazında Tokat’ın dışında bir yerde kıstırıp yakaladı.

Cellâd tam kellesini uçuracağı sırada Varvar Ali Paşa, İbşir Paşa’ya hitaben “Ulan, ben senin avradının ırzını korumak için isyan etmiştim! Senin gibi herifi benim üzerime musallat etmelerinin sebebi budur, bilmiyor musun? Beni Allah’ın emrine karşı çıkmayıp da namusunu koruduğum için mi katledeceksin pezevenk?!” diye bağırdı. İbşir Paşa bir hayli kızarıp bozardı ama padişahın emrini kendi namusundan da üstün tuttu ve bir işaretiyle namusunun bekçisi Varvar Ali Paşa canından oldu.

350 sene öncesinden kalmış bir eşkıya destanı

EDEBİYATIMIZ ve musikimiz kadın kaçırma ve kız kaldırma gibi olayların yanısıra isyanları da konu alan çok sayıda destan örnekleri ile doludur, hattâ asırlar önce bestelenmiş bazı destanların notaları da elimizdedir. Bunlardan biri, 17. asırda yaşamış “Kara Haydar” adındaki eşkıyanın oğlu olan ve “Haydaroğlu” diye bilinen bir âsinin nasıl tepeleneceğini askerin ağzından anlatan bir destanın notasıdır... İşte, bu destana konu olan Haydaroğlu’nun öyküsü: Dördüncü Murad ve Sultan İbrahim zamanında yaşamış olan Kara Haydar, Anadolu’da seneler boyu yol kesip haraç almış, üzerine gönderilen askerleri her defasında bozguna uğratmış, şehirleri ve kasabaları basıp önüne geleni dağa kaldırmış ve hem saraya, hem de halka illâllah dedirtmişti. Nihayet günün birinde yakalanıp idam edildi ama bu defa oğlu Mehmed dağa çıktı. Babasının kanını dava ediyor, onu ortadan kaldıranlardan intikam alacağını söylüyordu. Mehmed, “Haydaroğlu” diye biliniyordu ve yaptıkları babasına rahmet okutacak gibiydi.

Zamanla işi daha da ileri götürdü, İstanbul Sarayı’na haber yollayıp “Beni Anadolu’da sancakbeyi ilân etmezseniz Topkapı’ya kadar gelirim haaa!” demeye başladı. Haydaroğlu, yakalanması için gönderilen bütün birlikleri püskürtüp talan sahasını daha da genişletti. Günün birinde Afyon’u kuşattı, şehrin kışlasını güpegündüz bastı, askerleri derdest edip götürdü ve götürdüğü askerlerden bir daha haber alınamadı. Kışlaya yapılan baskın, İstanbul’u karıştırdı. Âsinin cür’eti ordudaki saz şairlerine de konu oldu ve günün birinde nasıl tepeleneceğini anlatan besteler yapıldı. Bu bestelerden biri, aslında asker olan “Kâtip Ali” adındaki bir saz şairine aitti. “Haydaroğlu aklın yok mu başında / Niçin Âl-i Osman’a (Osmanlı’ya) âsi olursun?” diye başlıyor ve devlete daha önceleri isyan eden diğer eşkıyanın başına neler geldiğini hatırlatıyordu.

Meselâ “Mehdî”nin derisi yüzülmüş, “Mânoğlu” tepelenmiş, “Kayalıoğlu” asılmış ve daha birçok âsi, o zamanın meşhur cellâdı Kara Ali’nin elinde işkencelerle can vermişti. Haydaroğlu’nun âkıbetini, merak edenler için anlatayım: Afyon’dan sonra Isparta’ya yürüdü ve bu defa orayı kuşattı. Halk, şehre girmemesi karşılığında ne isterse alabileceğini söyleyince Isparta’nın dışında kamp kurdu ve içkinin su gibi aktığı eğlencelere daldı. Şehirdeki kuvvetler bir gece kampını bastılar, Haydaroğlu zil zurna serhoş vaziyette yakalandı, İstanbul’a yollandı ve 1649 ilkbaharında Parmakkapı’da ipe çekildi.

Hiç yorum yok: