Türkiye’de çokpartili hayatın başladığı 1908’den buyana şimdi sadece “Genelkurmay Başkanlığı” dediğimiz “Seraskerlik”, “Harbiye Nâzırlığı” ve “Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği” makamlarında bulunmuş bazı paşaların çoktan unuttuğumuz âkıbetleri: Üçüne sürgün, ikisine hapis ve ikisine de gıyaben idam cezası! İLKER Paşa “terör örgütü kurma” gibisinden hiç de yakışık almayan şekilde isimlendirilmiş bir suçla tutuklanınca, bundan 50 küsur sene önce benzer âkıbete uğramış bir diğer genelkurmay başkanını, Orgeneral Rüştü Erdelhun’u hatırladık.
Peki, Türkiye’de çokpartili hayatın başladığı İkinci Meşrutiyet’in ilânından, yani 1908’den buyana genelkurmay başkanlığı koltuğunda oturmuş olan paşaların kaçının başına bir işler geldi, hiç merak ettiniz mi? Söyleyeyim: Orgeneral İlker Başbuğ hadisesi öncesinde yedi paşa hakkında çeşitli sebepler yüzünden takibat yapıldı: Üçü sürgüne gönderildi, ikisi hapse mahkûm oldu, biri tam dört sene hapis yattı ve meselenin daha tuhaf tarafı, iki paşa da gıyaplarında idama mahkûm edildiler!
ÜÇ MAKAMA TEK UNVAN
Eski adı “Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği” olan genelkurmay başkanlığının Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yeri, aslında bugünkü konumu ile pek aynı değildi. İkinci Mahmud’un 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmasından sonra “seraskerlik” adı verilen bir üst komutanlık kurulmuş, bu makam 1908 Ağustos’undan sonra “Harbiye Nâzırlığı”, yani “Savaş Bakanlığı” hâline getirilmişti.
Eski adı “Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Reisi” olan ve şimdi “Genelkurmay Başkanlığı” dediğimiz makama gelenler ise, aslında seraskerlerin ve harbiye nâzırlarının kurmay başkanları idiler. Sözünü ettiğim tutuklamalara yahut kovuşturmalara uğrayanlar, şimdi “genelkurmay başkanlığı” kabul edilen bu üç makamda bulunmuş; yani seraskerlik, harbiye nâzırlığı ve erkân-ı harbiye-i umûmiye reisliği yapmış kişilerdi. İşte, başlarına iş gelen bu paşaların kısa öyküleri:
RIZA PAŞA: “Müşir” yani “maraşal” ve Sultan Abdülhamid’in 17 sene görevde kalmış son seraskeri idi. 1909’da Meşrutiyet’in yeniden ilânı üzerine tutuklandı, “Paşa”lığı alındı, “Rıza Efendi” olarak sürgüne gönderildi ve 1920’de İstanbul’da öldü. Rıza Paşa’nın oğullarından ve Atatürk’ün eşi Lâtife Hanım ile hısım olan Süreyya “İlmen” Paşa, İstanbul’a çok sayıda eser kazandırdı.
ENVER PAŞA: 1914 ile 1918 arasında “Harbiye Nâzırı” olan ve bu görevinin yanısıra iki defa “Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Reisliği” yapan Enver Paşa, Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’nda mağlûp olması üzerine 1918 Kasım’ında Türkiye’den ayrıldı. Gıyabında yargılanıp askerlikten tardedildi, medenî hakları elinden alındı ve mallarına elkondu. Tacikistan’da 1922’de Kızılordu birlikleri ile girdiği çatışmada ölen Enver Paşa’nın iki kızına sonraki senelerde “vatanî hizmet” aylığı bağlandı, kemikleri 1996’da İstanbul’a getirildi ve orgenerallere mahsus askerî törenle Hürriyet Tepesi’ne defnedildi.
ÖMER YÂVER PAŞA: 1881’de doğan ve 1919’da sadece bir ay iki gün Harbiye Nâzırlığı yapan Paşa, son Padişah Sultan Vahideddin’in başmabeyincisi oldu. Bu görevde bulunduğu için o da 150’likler listesine alınıp sürgüne gönderildi ve 1931’de Suriye’de yokluk içerisinde öldü.
SÜLEYMAN ŞEFİK PAŞA: Erzurum’un eski ailelerinden “Söylemezoğulları”na mensuptu. 1860’ta doğdu, Harbokulu’nu bitirdi, çeşitli orduların başına geçti ve Basra Valisi oldu, 1919’da üç aylığına Harbiye Nâzırlığı yaptı. İstanbul Hükümeti’nin Kuvâ-yı Milliye’ye karşı kurduğu “Kuvâ-yı İnzibâtiye”nin kumandanı olduğu için o da 150’likler listesine alındı ve sürgüne gönderildi. 1939’da çıkan af kanunundan sonra memlekete dönen Süleyman Şefik Paşa, 1946’da İstanbul’da öldü.
DAMAD FERİD PAŞA: Sultan Vahideddin’in eniştesi ve meşhur sadrazamı Ferid Paşa, 1920’de sadaret görevinin yanısıra, sivil olmasına rağmen dört aylığına Harbiye Nazırlığı’nı da üstlendi ve Ankara İstiklâl Mahkemesi tarafından gıyabında idama mahkûm edildi. 1922’de ailesi ile beraber Türkiye’yi terketti, tarihin garip bir cilvesi olarak, İstanbul’un işgalden kurtulduğu 6 Ekim 1923 günü, Güney Fransa’nın Manton kasabasında öldü.
HÂDİ PAŞA: 1861’de Bağdat’ta doğdu, valilik ve ordu kumandanlığı yaptı, 1919 ve 1920’de iki defa Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Reisi oldu. Damad Ferid Paşa’nın hükümetlerinde bakanlıklarda bulunan ve senatörlüğe getirilen Hâdi Paşa, tarihe askerliğe hiç yakışmayan ve utanç veren bir şekilde, Sevr Anlaşması’nı imzaladığı için geçti. Anlaşmaya 10 Ağustos 1920’de Reşad Hâlis ve Rıza Tevfik Beyler ile beraberce imza koyması üzerine, aynı yılın 7 Ekim’inde Ankara İstiklâl Mahkemesi tarafından “vatana ihanet ettiği” gerekçesi ile gıyabında idama mahkûm edildi. Paşa, Lozan Anlaşması’nın imzalanmasından sonra memlekette kalmalarına izin verilmeyenlerin yeraldığı “150’likler” listesine de girdi ve 1932’de sürgünde öldü.
RÜŞTÜ ERDELHUN: Cumhuriyet döneminin tutuklanıp mahkûm edilen ilk ve tek genelkurmay başkanı idi. 1894’te Edirne’de doğdu. 1914’te Harbokulu’nu bitirdi, Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşları’na katıldı, Osmanlı ve Alman kahramanlık madalyaları aldı ve 1945’te tuğgeneralliğe yükseldi. 23 Ağustos 1958’de Adnan Menderes Hükümeti tarafından Genelkurmay Başkanlığı’na getirildi, 27 Mayıs 1960 darbesinin ilk gü - nü “hükümet yanlısı ve darbe karşıtı ” olduğu suçlaması ile tutuklandı ve 3 Haziran 1960’ta emekli edildi. Yassıada’ da yargılanan Erdelhun’ un rütbeleri sökülüp idama mahkûm edildi ve cezası müebbet hapse çevrildi. 1964’te Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafından affedilen Orgeneral Erdelhun, Ankara’da 9 Kasım 1983’te öldü ve cenazesi orgenerallere mahsus askerî törenle kaldırıldı.
Paşaları mektupla tehdit edip istifaya zorladıkları da olurdu
ESKİ devirlerde paşaları vurmak, tutuklamak yahut rütbelerini söküp sürgüne göndermek yerine bir güzel korkutup istifa ettirdikleri de olurdu... Korkutma metodu basit ti: “Gelip seni gebertiriz, ona göre haaa!” yazı lı mektuplar göndermek...
Meselâ, 1908’de İkinci Meşrutiyet’ in ilânından sonra iş başından uzaklaştırılacak paşaların arasında bulunan Bahriye Nâzırı yani Donanma Bakanı Hasan Râmi Paşa ’ya da böyle bir mektup gönderilmişti. Memlekette bir şeylerin değiştiğinin pek farkında olmayan Paşa kendisini destekleyen subayların rütbelerini bir derece yükseltmeye kalkınca, 1908 Temmuz’unun son haftasında imzasız bir mektup aldı. Mektupta “Ahlâksız, alçak, haysiyyetsiz herif” diye hitap ediliyor ve “İstifanı ver ve canını kurtar” deniyordu.
İşte, Bahriye Nazırı Hasan Râmi Paşa’ya gönderilen bu mektuptan bazı “zarif” cümleler: “Anayasanın ve meşrutiyetin millete ihsan edilişinin üzerinden henüz bir hafta bile geçmeden albay rütbesine kadar olan bütün deniz subaylarının bir derece terfi ettirildiklerini bildiren garip telgrafınız dan haberdar olduk. ...Bu hareketinizin ne derece delice bir iş olduğunu düşünmek zahmetine katlanmadınız mı? ...
Ahlâ kınızı, hırsızlığınızı, alçaklığınızı ve namussuzluğunuzu zaten bütün cihan bilmektedir. ...Çevirmek istediğiniz dolaplar feci bir şekilde başınıza ve ailenize dönecektir. ...Allah izin verirse bu sözümüzün ne kadar doğru olduğunu zat-ı devletleri de tecrübe edeceklerdir. ...
Ahlâkınızın ve alçaklığınızın artık düzelmeyecek bir hale geldiğini bildiğimiz için herşeyden önce terfi ettirilen subayların rütbelerini indirerek terfileri kurallarına göre yapınız, sonra da derhal istifa edip o kıymetli makamı kirletmeyiniz.Hayatınızı devam ettirmenizin başka yolu yoktur."
Hasan Râmi Paşa'nın bu mektuba cevabının ne olduğunu merak mı ettiniz, söyleyeyim:
Paşa, askerlere gönderdiği cevâbî mektubunda "...Anayasanın ilânına herkesten fazla memnun ve müteşekkir olduğuma namusum üzerine yemin eder ve teminat veririm. Milletin rahatı ve yükselmesi uğrunda yaptığınız mübarek çalışmaları kutsayıp başarılarınızın devamına dua ederek Bahriye Nazırlığı' ndan istifamı hemen verdim" diyordu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder