3 Mart 2013 Pazar

AB ve "White Man's Burden"-Ayşe Hür


Rudyard Kipling'in 1899'da yayınlanan şiirinden alınan ve "Beyaz Adamın Külfeti" diye çevrilebilecek bu terim Avrupalı sömürgecilerin dünya halklarını "medenileştirme" projesini, yani emperyalist ideolojiyi simgeler.

Rudyard Kipling'in 1899'da yayınlanan şiirinden alınan ve "Beyaz Adamın Külfeti" diye çevrilebilecek bu terim Avrupalı sömürgecilerin dünya halklarını "medenileştirme" projesini, yani emperyalist ideolojiyi simgeler. 2002 başlarında Çek felsefeci V. Belohradsky, "Eğer Avrupa sömürgeci geçmişi ile yüzleşmezse, insan hakları ve dünya vatandaşlığı yolundaki bu muhteşem proje büyük yara alır ve AB Anayasası kağıt parçasına dönüşür" mealinde bir açıklama yapmıştı. Belohradsky ve pek çok kişi hayal kırıklığına uğramış olmalı, çünkü 29 Ekim'de imzalanan AB Anayasası'nda bu karanlık tarihe tek bir atıf yapılmadı. Anlaşılan Londra Üniversitesi'nde tarih profesörü olan P. Lyon'un dediği gibi "Sömürgeci geçmiş, değişik yerlerde ve değişik biçimlerde kendini göstermeye devam ediyor." Adını ülkemizdeki Anamur Burnu'ndan alan uluslararası yardım komitesi Cap Anamur'un kurucusu Dr. R. Neudeck daha da ileri gidiyor ve AB'yi oluşturan ülkeleri Afrika'da eski sömürge ilişkilerini canlandırmaya çalışmakla suçluyor. Neudeck'e göre, örneğin Fransa'nın eski sömürgesi Fildişi Sahili'ne, hükümet karşıtı isyancıları bastırma gerekçesiyle 1,500 asker göndermesini AB eleştirmedi. Belçika'nın AB'nin dönem başkanlığına gelir gelmez ilk işi eski sömürgesi Kongo'nun başkenti Kinşasa'ya gidip ilişkileri tazelemeye çalışmaktı ve AB ülkeleri Afrika'da ABD politikalarına tam destek veriyordu.
Tarihin gördüğü en acımasız talana maruz kalan Afrika'yı hastalıklar ve kıtlıklar olmasa unutmamıza neden olan "Beyaz Adamların" en haslarından biri, 2001 yılında AB Anayasası taslağının hazırlandığı Brüksel'deki Laeken Şatosu'nun 1880'lerde mukimi olan Belçika kralı II. Leopold'dür. Tarihçi A. Hochschild'e göre o günlerde ağzına layık bir koloni seçmek için önüne haritayı alan kral bütün dünyanın Avrupalı komşularınca paylaşıldığını görünce ne yapacağını şaşırmıştı ama sonunda Kongo Nehri civarını bir grup Avrupalı yatırımcıyla birlikte özel mülkü yapmayı başardı. Tarihteki en büyük soykırımlardan birini gerçekleştirerek bölge nüfusunu 30 milyondan 8 milyona düşüren Leopold, kalanlara kırbaç ve sakatlama tehdidi altında yabani kauçuk, fildişi ve palmiye yağı toplattı ve elde ettiği milyarlarca frankı kişisel hesaplarına aktardı. Ancak burayı devlet haline getirip bir de başkanlığını üstlenince, dünyanın iyi ve akıllı insanları buna tahammül edemeyecek, Leopold aralarında Mark Twain'in de bulunduğu insan hakları savunucularınca şiddetle protesto edilince görevini bırakmak zorunda kalacaktı.
Alman ve Fransızların Afrika marifetleri
Bugünkü adıyla Namibya'nın talihsiz yerlileri Hereroların başına gelenler de gayet trajiktir. Ulusal birliğini geç sağladığı için az sayıda sömürgesi olan Almanya'nın acımasızca talan ettiği bu topraklarda 1904 ile 1907 yılları arasında yaşanan soykırımdan geriye çok az belge var. Çünkü Alman devlet arşivleri Şubat 1945'de Berlin'in bombalanması sırasında imha olmuş. Bildiğimiz 1903'de resmi rakamlara göre 70-100 bin arasında olan Herero sayısının komşu ülkelere sığınanlar da dahil, 1907'de 17 bine düşmesi. Bir de elimizde 19 bin askere komuta eden Alman General von Trotha'nın Herero kabilesinin ayaklanmasından hemen sonra yayınladığı bildiri metni var. 2 Aralık 1904 tarihli bu bildiride "Ben, Alman birliklerinin büyük generali, Herero halkına bu mektubu yolluyorum. (.) Alman sınırları içinde, silahlı veya silahsız, sığırlarla veya sığırsız vurulacaktır. Artık kadın veya çocukların kalmasını kabul etmiyorum, onları geri kendi halkının yanına süreceğim. Vuracağım. Benim Herero halkı için kararım budur" deniyor.
Guyana, Kaledonya ya da Cezayir'deki marifetleri belleklerde tazeliğini koruyan Fransa'nın Kongo ve Gabon'da yok ettiği nüfus ise bazı kaynaklara göre 200 bin, bazılarına göre ise 800 bin civarında. Sadece Kongo-Okyanus Demiryolu hattının inşaasında 20 bin işçinin öldüğü sanılıyor. Libya'daki Sunusi rejiminin İtalya'ya karşı çıkmasının bedeli de çok ağır olmuştu. Bazı kaynaklara göre toplama kamplarında 100 bin sivil ölmüştü. BM ise 1912'den ülkenin bağımsızlığını kazandığı 1942 yılına kadar 250-300 bin yerlinin yaşamını kaybettiğini ileri sürdü. İtalya'nın marifetleri bununla bitmedi elbette. 1935-1941 yılları arasında Etiyopya'da yürüttüğü kanlı savaş sonunda 275 bin kişi savaş meydanlarında, 300 bin kişi açlıktan, 35 bin kişi de toplama kamplarında öldü. 19-21 Şubat 1937'de Adis Ababa'da gerçekleştirilen katliamda ise 3 bin Etiyopyalı öteki dünyaya gönderilmişti. Bölge valisi R. Graziani'ye yönelik bir suikast girişiminden sonra 5,500 kişinin idam edilmesi ise cabasıydı. 
Avrupalı devletlerce 1885'de Berlin'de çizilen sınırlar günümüz de sorun olmaya devam ediyor. 1916-1961 arasında Belçika'nın mandası olan Ruanda'da Hutular 10 yıl önce 800 bin Tutsi'yi öldürdüğünde tüm Batı sessiz kalmıştı, ama bir hayvanat bahçesini ziyaret eden sekiz İngiliz turisti öldüren Hutular, turist grubundaki Fransızları sağ bıraktığında, Fransız hükümetinin Frankofan Hutu hükümetini silah ve para vererek desteklediğini bilenler buna şaşmadı. Bilindiği gibi Tutsiler İngilizce konuşuyorlar ve Uganda'daki İngilizperver hükümetce destekleniyorlardı. Eski Portekiz ve İtalyan sömürgesi Etiyopya'daki Afar kabilesi 1993'de bağımsızlığını kazanan Eritre'de kendine ayrı bir yer istiyor. Batı Afrika'daki Ewe halkı komşu ülkelerde yaşayan akrabalarıyla birleşmeye çalışırken, Namibya, Zambia ve Angola'da yaşayan Loziler tek bir ülke için savaşıyorlar. Nijerya'da İngilizlerce desteklenen Hıristiyan Ibo halkı ile Müslüman Falanaların arası ise hiç düzelmeyecek gibi. Eski Fransız sömürgesi Çad'da huzur dolu bir gün yaşanmadı henüz. Kıtanın tek mutlu olayı, Güney Afrika Cumhuriyeti'nde apartheid dönemine son verilmesi.
Tacın incisi
Hikâyenin diğer ucu ise Asya'da. "Üzerinde güneş batmayan" Britanya İmparatorluğu 1947'de "Tacın İncisi" Hindistan'ın bağımsızlığı ve Pakistan'ın kurulması sırasında ikiye bölünen Keşmir için arabuluculuğa soyunduğunda, Hindistan hükümeti, zamanın dışişleri bakanı Robin Cook'u eski sömürgelerinin işine karışmaması konusunda kibarca uyarmıştı. Yakın tarihte Hindistan'ın ünlü Bombay şehri adını Mumbai; Kalkuta da Kolkata olarak değiştirdiğinde herkes ne olduğunu sordu. Cevap basitti: Hintliler aradan geçen 50 yıla rağmen hâlâ sömürgeci geçmişin izlerini silmekle meşguldüler. Yine de 1982'de Falkland adalarında son sömürge savaşını veren Britanya'yı bu kez hayırla anabiliriz, çünkü savaş Arjantin'deki Galtieri diktatörlüğünün sonunu getirmişti. Britanya'nın en eski ve en son kolonisi ise 6 km2'lik Cebelitarık Kayalığı. 1704'den beri ellerinde olan bölge için geçtiğimiz yıllarda İspanya ile gizlice görüşüp, sömürgeci tarihlerine sessizce nokta koymaya niyetlenen İngilizlere, cevabı İspanya'dan önce bölge halkı vermişti. Britanya'nın konuyu referanduma götüreceğini duyan 30 bin Cebelitarıklı, mitingler düzenleyerek durumu protesto ettiler. Hatta Cebelitarık hükümeti 2 milyon dolar harcayarak İngiliz gazetelerinde "Bölge halkının haberi olmadan İspanya ile temas kurulmasına hayır!" kampanyası bile açtı. Orta ve Latin Amerika'daki yerli kültürleri yeryüzünden silmekle meşhur İspanya ise dilsel ve kültürel bağlarını kullanarak bu kıtada büyük yatırımlar yapıyor. 2001 yılında Rio de Janerio'da yapılan Avrupa ve Latin Amerikalı devlet başkanları zirvesinde liderlik görevini üstlenen İspanya'nın amacı iki kıta arasında bir serbest ticaret bölgesi oluşturmak. Bu durum ABD'nin NAFTA'sına doğrudan bir meydan okuma olarak görülüyor. Daha da vahimi üç yıldır Kristof Kolomb'un kıtaya ayak bastığı Kolomb Günü tüm Latin Amerika'da protestolara sahne oluyor. Yani hem ABD hem yerli halklar İspanyollara karşı.
Angola'dan Malakka Boğazı'na kadar uzanan dev coğrafyada hüküm süren kadim sömürgeci Portekiz'in Endonezya'nın Timor Adası'ndaki hakimiyeti kesintilerle de olsa 1975'te Salazar'ın devrilmesine kadar sürmüştü ama Doğu Timor'un bağımsızlığı için mücadele eden grupların yarattığı kaos bitmedi, üstelik Portekiz burada arabuluculuk yapmaya soyunuyor. Peki Sumatra Adası'nın kuzeyindeki Müslüman Açe Sultanlığı'nın acılı tarihine ne dersiniz? Önce Portekiz'in olup, 1871'de Britanya tarafından Hind Okyanusu'nda ticaret serbestisi karşılığında Hollanda'ya bırakılan bu küçük ülkede 1873'den 1904'e kadar kesintilerle süren bağımsızlık savaşı sonunda 10 bin Hollandalıya karşılık 100 bin Açeli dünyaya veda etmişti. Savaşın uzaması üzerine ünlü Şarkiyatçı S. Hurgronje'nin tavsiyesi üzerine acımasız bir katliam gerçekleştirildi; 1903'de Sultan Polim teslim olmaya zorlandıktan sonra 1908'de Hollanda'nın tam hakimiyeti tesis edildi ama Açelilerin bağımsızlık talepleri hâlâ sürüyor. 
Görüldüğü gibi bu tarih öyle bir tarih ki "soykırım nedir?" sorusunu anlamsız kılan boyutları var. Bunun bir de ekonomik, kültürel, sosyal ve politik sonuçları var ama yerimiz sınırlı. Kısaca söylemek gerekirse, insanlık tarihinin en değerli projelerinden biri olan AB'nin dünya halklarına borcu var. Eğer insanlık tarihinde yeni bir sayfa açılmak isteniyorsa, "Beyaz Adamın Külfeti" sömürgeci geçmişi ile yüzleşmek, işlediği suçlar için özür dilemek ve verdiği zararları telafi edecek politikalar geliştirmektir. Yoksa AB Projesi değerinden büyük ölçüde yitirecektir.

Hiç yorum yok: