6 Mart 2013 Çarşamba

Ben darbeci olsaydım... -28 Şubat 1000 yılı ve hesabı-Siz içki almıyor musunuz Savcı Bey?-Bilgi notlarıyla örülen yıllar-28 Şubat'ı kaldıran güç-Gültekin Avcı

  Ben darbeci olsaydım...

Bir 28 Şubat daha.                                                             

Çağrıştırdığı tüm tehdit ve baskılar, hukuksuzluklar, mağduriyetler ve dökülen gözyaşlarıyla 28 Şubat silahlı faşizminin hatırası yine karşımızda.

28 Şubat öyle bir ihanet, öyle bir yıkım ki...

Zarara uğramamak ve işini kaybetmemek için insanlara inanmadığı bir şekilde yaşamayı ve inanmayı dayatan bir zorbalık süreci.

Tüm kamu görevlilerine ve halka ikiyüzlülüğün silahla dayatıldığı bir lanetli vetire.
Ya istikbaline kıyacaksın veya ikiyüzlü olup ulusalcı gözükerek psikiyatri kliniklerinin müdavimi olacaksın.
O kadar çok karakter katliamı yapıldı ki.
Bu cinneti gazetecilerden çok kamu görevlileri bilir.
28 Şubat şeytanlığının sorumluları, ruhlarını hapiste teslim etseler, uğradıkları psikolojik travmayla ziyan olan nice ailelerin ve çocukların hakkını ödeyemezler.
28 Şubat eğitim sistemini faşistleştirdi, öğretmenlere ulusalcı faşizm esvabını zorla giydirdi.
Sistem hâlâ kendine gelemedi.
Bürokrasiyi ve hiyerarşiyi felce uğrattı.

Asla vazgeçmez

Devletin sivil demokratik güçleri olan mülki amirleri/savcıları/hakimleri/polis şeflerini bypass etti. Saydığım meslek gruplarında 'asker sendromu' hâlâ hissedilmektedir.
İstihbaratı yozlaştırdı ve güdükleştirdi. MİT ve EGM askere tabi oldu. İstihbaratta strateji, önem, hedef ve takip gibi olguların içini dolduran asker oldu.

Kontrol dışı istihbarat ünitelerinde antidemokratik faaliyet hâlâ devam ediyor. İzmir'deki askeri casusluk skandalı bile bunun nişanesi.

Darbeci, zamanı gelince "şah çekmek"ten asla vazgeçmez.

Belirleyici 3 kriter vardır:

Birincisi darbe ekibi içinde "müdahalenin gerekliliği" konusundaki görüş birliğini yıllara sâri olsa bile kesintisiz devam ettirebilmek, savcılara ve sivil makamlara kapalı istihbari ve kozmik alanların mevcut olması. (Var.)

Komuta kademesi nihai önem arz etmez.
Sonuçta generallerin büyüklüğü, emrettiği binlerce askerin taşıdığı silahların gücü sayesindedir.
İkincisi memleket yönetimini klasik bir darbeyle üstlenme hususunda siyaset ve medyada alenen veya gizli yardımcılar ve iş bitince bağlılıklarını bildirecek "dost unsurlar" var mı? (Var.)
Az da olsa darbeye göz kırpan halk kitlesi var mı? (Var hem de az değil.)
Üçüncüsü ve bence en önemlisi, aydınların, savcıların ve siyasetçilerin geçmişte yaşanan darbecilere karşı tavrı nedir?
Ben darbeci olsam özellikle buna bakardım.
On yıllar boyu ilk kez darbecileri yargılama imkanı bulabilen bir ülkede, özellikle siyaset ve medyadadarbenin/darbecilerin/müzahir sivil unsurlarının işlediği vahim suç tartışmaya açılabiliyor mu? (Evet.)

Adalet bekliyor

Bu suçun cezasının verilmesi hususunda siyaset ve medyada affedici/uzlaşmacı/sorumluluk azaltıcıeğilimler var mı? (Evet.)
Darbe ekibi başarısız olup yakalandığında acıyanlar, yargılamanın rövanşa dönmemesi gerektiğini söyleyerek tutuklamaya ve ağır cezaya karşı çıkacak insanlar var mı? (Evet.)
Varsa af veya davanın ortadan kalkması her zaman mümkün demektir.
2050 yılı bile olsa darbe riski vardır.

Tavrınız ve kanunlarınız caydırıcı değilse denemekten neden vazgeçsinler?
Zira tüm darbeciler giriştikleri işin ağır bir suç olduğunu bilirler ve cezasını baştan kabullenirler.
Darbecilerin peşinen kabul ettiği cezayı siz veremiyorsanız, felaketlere hazır olmalısınız.
Darbeyi etkili ve tenkil edici şekilde cezalandıramıyorsanız, yeni darbelere hazırlıklı olmanız gerekir.
Zira darbeyi layıkıyla cezalandırmayan bir devlet, darbe mağdurlarını umutsuzlukla zulme ve faşizme ram olmaya iter.
Suç işleyen bir güç sistemini cezalandıramıyorsanız, sonunda ona tabi olursunuz.

28 Şubat adalet bekliyor.

Bu cinnetin askeri ve sivil sorumluları ağır bir şekilde cezalandırılsın ki, suçluluğun bu toplumda imtiyaz olmadığını görelim.
Bu millet siyasal mülahaza konusu yapılmadan yıllar sonra bile olsa darbecilerin cezalandırılabileceğini görsün ki, hukuk ve demokrasinin gücüne inansın.
Hukukun gücünü görmeyenlerin gözünde darbenin gücü her daim diri kalır.


28 Şubat 1000 yılı ve hesabı



28 Şubat soruşturması, bu milletin kendine güvenme, hukuka inanma, demokrasiye bel bağlama, siyasete tekrar güvenme mücadelesidir.
Bu davada milletin şahsiyeti ve istikbali var.


Soruşturmanın her dalgası "darbelerden mutlaka hesap sorulur" algısını güçlendiriyor ve hukukun gücüne olan güveni artırıyor.



Güçsüz bir hukuk, kimseye inanç ve güven telkin etmez.



Hiçbir işe de yaramaz.



İnsanların dün, bugün ve yarın darbecilerin yanında değil de hukukun ve sivillerin yanında saf tutmasını istiyorsanız, 28 Şubat'ın tüm askeri ve sivil unsurlarıyla adam gibi soruşturulmasını desteklemek zorundasınız.



"Ülke darbelerle yüzleşiyor" sözleri havada uçuşurken en hayati soruşturmaların zafiyete uğratılması, darbecilerin her zeminde rüzgârı er geç lehlerine çevirdikleri umutsuzluğunu doğurmaktadır.



Hukukun siyasete silah doğrultana tüm sorumlularıyla birlikte hesap sorma gücünün olmadığı bir ülkede, siyasetçinin yarına güvenle bakabilmesi ve özgür politikalar üretebilmesi mümkün değildir.



Neler yazılıydı?



Militer ve paramiliter beyaz derinliğin planları gerçekleşseydi, 28 Şubat histerisi 1000 yıla koşacaktı.



28 Şubat MGK kararları istikametinde yaşanacak 1000 yıl için, yönetim sisteminin tam kontrolünü sağlayacak

kuvvetli bir şebekenin kurulması gerekiyordu.


Diğer darbelerden farklı olarak 28 Şubat cinnetinin vurucu gücü medyaydı.



Sistematik mücadele taktiği ise psikolojik harekât.



Her daim ezilen ve horlanan Kara Türkler'in saflık yıllarında yaşanan 28 Şubat, milleti her türlü fitne, fesat ve bölücülüğe karşı yekpare tutan dini cevherlerini ve manevi dinamiklerini hedef aldı.



Herkesin varlığından haberdar olduğu ve tam bilemediği için de mutlak bir korku duyduğu 18 maddelik MGK kararlarında neler yazılıydı?



İrticayla mücadele için hukuk sisteminin sil baştan değişmesi, özel okul ve yurtların devlete devri, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi, tarikat ve cemaatlerin ortadan kaldırılması, TSK'dan atılan personele hiçbir devlet kurumunda iş verilmemesi, tüm kurumlarda otokontrol sistemiyle Müslüman Türkler'in kendi devletine sızmasının (!) engellenmesi, başörtünün çağdışı bir kıyafet olduğunun dünyaya ispatı, kurban derilerinden uçak koltukları yapılması gibi ucu açık 18 madde...



Teklemeden işlesin



İşte bu 18 maddelik kararın uygulanıp uygulanmadığının üst düzey bir organ tarafından bıkmadan usanmadan denetlenmesi gerekliydi ki insanlık dışı sistem teklemeden işlesin.



Bu minvalde Kasım 1997'de Başbakanlık Müsteşarı'nın başkanlığında Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu oluşturuldu. 



Ne yapacaktı bu kurul?



28 Şubat kararlarının her yerde adam gibi uygulanıp uygulanmadığını, herkesçe iliklerine kadar hissedilip hissedilmediğini denetleyip takip edecekti.



28 Şubat kararlarını memleketin dört bir tarafında uygulanır "stratejilere" çevirmek, sonra bunları"tedbir uygulamaları" adıyla sistematize etmek düşüncesi sonraki MGK kararlarında görüşülüp hayata geçirildi.

Ve ülkede yıllar sonra bile unutulmayacak bir cadı avı sistemi kuruldu.


Stratejiyi ve tedbirleri uygulamakla görevli kurulun başkanı her ne kadar Başbakanlık Müsteşarı gözükse de, perde arkasında Genelkurmay Temsilcisi vardı.



Müsteşar önüne gelen bilgi notlarını ilgili kuruma sevk ediyordu o kadar.



Siz içki almıyor musunuz Savcı Bey?



Meyve suyu rica ettim garsondan.

- Siz neden içki almıyorsunuz Savcı Bey?

İçki içmediğimi adı gibi biliyordu.

Taciz edecek ya.


Muhatabı da ezilip büzülerek ikna edici bir cevap vermeye çalışacak ya.



Garnizon Komutanı Tuğgeneral, 30 Ağustos 2001 resepsiyonunda tüm vilayet erkânının içinde bana soruyordu bu soruyu.



İl Başsavcı Vekili olarak o resepsiyonda bulunmak zorundaydım.



Ne var ki zorbalığa dayanarak yöneltilen bu tür küstah sorulara asla beklemedikleri cevabı verirdim.



Veremez dedikleri cevabı suratlarına nadide bir posta pulu gibi yapıştırmaktı şiarım.



Belki de yanlıştır ama Allah beni böyle yaratmış neylersiniz.



Dejavu silsilesinin bu son halkasında yine öyle yaptım:



- Benim mensup olduğum inanç sisteminde alkol içmek haramdır Paşam. Bu itibarla alkol almayı katiyetle reddederim.



Bu cevabın sert bir meydan okuma olduğunu anlayan Tugay Komutanı kızardı ve tebessüm ederek sustu.



Bir kuzey rüzgârı esti ki, beni ferahlattıkça diğerleri buz kesti.



İstersen marihuana âlemleri düzenle, bana ne karışıyorsun!



Tugay personeline ve eşlerine, dindar olarak bilinen marketlerden/AVM'lerden alışveriş yapmayı ve diz altı etek giymeyi yasaklamıştı.



Şimdi korgeneral.



Bu gidişle Genelkurmay Başkanı da olursa hiç şaşırmam.



Osman Can fütursuzca Ergenekon, Balyoz gibi darbe davalarının ortadan kaldırılmasını istese de...
28 Şubat bazılarının mahallesine uğramamış, canını yakmamış olabilir.



Millet yediği kazıkları, döktüğü gözyaşlarını, kullandığı psikiyatrik tedavi ve antidepresanları, gördüğü hakaretleri unutmayacaktır.



Unutmamalı! 



28 Şubat sisteminin kaptan köşkünde askeri istihbarat oturuyordu.



Memleketin en ücra köşelerine kadar uzanan bir teşkilatın personelinden, bu personelin çocuklarından ve kadınlarından, gördükleri, duydukları hatta hissettiklerini merkeze bildirmeleri isteniyordu.



Hukuka sövenler



Günlük konuşmada kullanılan kelimelerden, okunan kitaplara, iyi geçinilen kişilere, parmaktaki yüzüğün ne olduğuna kadar, TRT'nin iftar programında değişen duası ve koronun kıyafetinden, Konya'nın bir köyünde cami imamının köydeki gençlere din dersi vermesine, ilköğretim ders kitabındaki resimlerden hangi hâkimin/kaymakamın eşinin başörtülü olduğuna varana kadar binlerce bilgi notu her ay Başbakanlık Müsteşarı'nın önüne konuluyordu.



Bilgi notunu hazırlayanlar, fişledikleri kişiler ve kamu görevlileri hakkında yapılması gereken işlemi de aynı notun altına yazmayı asla ihmal etmiyorlardı.



Valiler, Emniyet mensupları, hâkimler, savcılar, belediye başkanları, kaymakamlar, doktorlar, cami imamları, belediye işçileri, öğrenciler, öğretmenler, doktorlar...Hepsi bilgi notlarına konu oldular.



Bugün Balyoz davasında suçlu bulunduğu ve cezalandırıldığı için hâkime, savcıya, hukuka sövenler, 28 Şubat'ın bu hukuksuzluklarını ve çılgınlıklarını uygularken hazzın doruğunda uçuyorlardı. 



İman ettikleri paşalarından emir alan sert-erlerin türbanlarını çıkarsınlar diye kızlara baskı yapması ve odalarda birebir yaptıkları müzakereler, stratejilerde açıkça yazılan ama GİZLİ kasalarda tutulan psikolojik harekât planlarının bir uzantısı mıydı?



Millete pusu kuran karanlık ve derin ekiplerin maskesinin indirildiği tarihi davalardaki ihbar mektuplarını tefe koyuyorlar.



Üstelik bu ihbar mektupları delil değil ihtiva ettiği suçların araştırılması için sadece bir işaret fişeği.



Peki, 28 Şubat'ta binlerce insanın soruşturulmasına, mesleğinden olmasına, akıl sağlığını kaybetmesine ihbar ve bilgi notlarının yeterli görüldüğüne neden kör ve sağırlar?



Cinnetin aktörleri kendi meşreplerinden, kendi renklerinden diye.



Yoksa o hukuksuz ve değersiz ama kimlerin merhametsizce kurban edilmesi gerektiğini gösteren bilgi notlarını getirenler, güvenilir beyaz güvercinler miydi?



Zulüm çarkı dönmeye başlamıştı.



28 Şubat sisteminin yürümesi için merkeze koyulan istihbarat unsurları ve sistemi yeterli miydi?



Gördüğünü ve duyduğunu bilgi notuna çeviren istihbarat meraklılarının sayısı sistemin oturması için kâfi miydi?



Değildi...


Bilgi notu deyip geçmeyin. 



Kurulan mekanizmanın ateşleme merkezinde bugün hâlâ sivil denetim ve hiyerarşi altında olmayan askeri istihbarat oturuyordu. 


Bilgi notlarıyla örülen yıllar


İşittiklerini ve gördüklerini bilgi notuna çeviren istihbarat meraklılarının sayısı, 28 Şubat sisteminin oturması için yeterli değildi.


Ne yapıldı?

Tüm kamu kurumlarında kendi kontrol sistemini sağlamak ve her ay Başbakanlık Takip Kurulu'na bilgi vermek şartıyla "izleme grupları" teşkil edildi.


Yani herkes kapısının önündeki "irticayı" temizleyecek, böylece memleket "tertemiz" olacaktı.



İzleme gruplarının yetişemediği yerlerde de bazı jandarma birimleri istihbarat notlarını verdi bu izleme gruplarına.



MGK kararları normlar hiyerarşisinde Anayasa'nın bile üstünde değerlendirildi. 



Talimatlar ve genelgeler kanun gibi uygulandı.



EMASYA sadece bir protokoldü ama Anayasa'dan bile üstündü, etkindi.



Bilgi notlarında, 28 Şubat kararlarını ve ruhunu itaat ve sadakatle tatbik eden kamu görevlilerinden görevde tutulması veya terfileri sadedinde sitayişle bahsediliyordu.



Asırlara sâri Osmanlı ruhu ve Çanakkale'deki milli birlikteliğin manevi değerlerle anlatılması da irtica kapsamında değerlendirildi.



Bunlara bile önlem alınması istendi. 



Ülkücülük genel olarak irticacılık sayıldı. 



Cumhuriyet savcısıyken benim hakkımda tanzim edilen bir BÇG raporunda "Ülkücüdür... İrticacıdır... Tehlikelidir" değerlendirmeleri vardı.



Nereden mi gördüm?



Beni seven, vatanperverliğimden zerrece kuşku duymayan vicdan sahibi TSK mensupları da vardı.



Derin Beyazlar bugün, "Kuva-i Milliye" gibi bu milletin öz değeri olan bir olgunun ardına sığınıyorlar.



Kuva-i Milliye ruhunun membaı ise Osmanlı ruhudur.



İşte bu nasipsizler ve köksüzler, Kuva-i Milliye sloganıyla ardına sığındıkları Osmanlı ruhunu, bu milletin zihninden tamamen kazıma, Müslüman Türk kimliğini de itibarsızlaştırma hedefine kilitlenmişlerdi.



Garip ki 2007'de hazırlanan bilgi notlarında dahi bu konular Başbakanlık Müsteşarı'na sunulabiliyordu.



Bir din kültürü öğretmeninin derste öğrencilere Aziz Peygamberimiz'in sünnetlerini öğretmesi de bilimsellik ve akıldan uzak sayılıp bilgi notuna yansıyabiliyordu.



Sünnetlerden alıntı yapılarak öğretmen tarafından öğrencilere hazırlanan notları inceleyen ve akabinde istihbari bilgi notu hazırlayan personel elbette ki bir ilahiyat uzmanı değildi.



Fakat dini konulardaki derin cehaletlerine rağmen bir allame edasıyla suyu oturarak içmeyi, yolda yürürken ayağa takılabilecek şeyleri kenara çekmeyi bilimsellikten uzak sayıp işaretlemeyi unutmuyordu.



Akla durgunluk veren ise böyle bir konuda tapınakçı tarafından bilgi notu hazırlanması değil, dindar bir nesil yetiştirmek isteyen bu hükümetin müsteşarına bu bilgi notunun "gerekeni yap" diye verilmesidir.



Kamu kurumlarında herkesin 28 Şubat kararlarını canla başla uyguladığı, resmi üniformalı herkesin istihbaratçılık oynadığını söylemek elbette ki hakkaniyete uygun düşmez.



Kararları yazanlar nasıl sınırlıysa, uygulanmasını takip edenler de öyle on binler değildi.



Hatta 2000 yılında RTÜK Başkanı kendisine gönderilen bilgi notlarından o kadar bunalmış olacak ki; Başbakanlık

Takip Kurulu'nun çalışma sistemine ateş püsküren yazıyı Başbakanlığa göndermekten çekinmemişti.


Lakin bazı nam ve makam meftunları ve sadık bendeler kendilerine gönderilen bilgi notlarına işlem yaptıklarında yargı engeline takıldığını, buna rağmen bilgiler dayanaksız olsa da ihbarların birilerini etkisizleştirmek için kâfi olduğunu yazmaktan çekinmiyorlardı. 



Umudum odur ki, efendilerine yaranmaktan öte gayesi olmayan bu gölgelerin hainlikleri de afişe edilsin ve yargılansın.



Arşivlerin tozunda kaybolmasın...



Rutin ve normal bir 28 Şubat soruşturması bu damara temas etmek zorundadır.


28 Şubat'ı kaldıran güç



Darbe planının uygulayıcılarından olup da son zamanlarda günah çıkarma görüntüsü veren, bir yandan da akil adam pozları verenlere temas etmek gerekiyor.
Son iki yazımda bahsettiğim üzere...


Bilgi notunu hazırlatanlar bu bilgi notlarını bazı postacı medya kuruluşlarına servis edip haber yaptırdılar.
Bu şekilde yapılan yayınlar tazminat davasına konu olduğunda haberi yapan, utanıp sıkılmadan elindeki bilgi notunu mahkemeye haber kaynağı olarak gösterdi.



Ne var ki Başbakanlık kendisine sorulan bilgi notuna "benimdir"diyemedi.



Dahası "Ben böyle bir bilgi notu yazmadım" dedi.



Bunlar 28 Şubat'ın en sert hissedildiği zamanlardan olan 2000'de cereyan etti.



Böylelikle belirlenen strateji ve tedbir uygulamaları, kurulan üst kurullar ve fişleme merkezleri, beyaz güvercinlerin ayaklarına bağlanan bilgi notları ve tamamı karargâha sızan derin beyazların kontrolünde 1000 yıllık eylem planı hazırlanmıştı.



Tek soydan geliyor



Tabii ki bugün günah çıkaran medyanın gayretleriyle...
Bugün hâlâ yargılanan İrticayla Mücadele Eylem Planı'na,
Yargılaması biterek Türkiye tarihinde soruşturulan ve de kovuşturulan ilk darbe planı olma özelliğine sahipBalyoz Darbe Planı'na,



Ergenekon dava dosyasında bulunan andıçlara ve türbana "aslanca duruş" sergileten Bilgi Destek Planları'na,



Psikolojik Harekât Dairesi'nin silin(e)meyen arşivlerine bakıldığında bunların tek damardan tek soydan geldiğini görürsünüz.



Bu soyun 28 Şubat kararları olduğunu görmemek ya hainlik veya safderunluktur.



54. Hükümet'ten başlayarak mevcut 63. Hükümet'e kadar, koalisyonu ve tek başına iktidarı gören, Erbakan'ı, Yılmaz'ı, Ecevit'i, Gül'ü ve Erdoğan'ı gören bu sistem ne zamana kadar devam etti?



Arada bu kararlardan rahatsızlık duyanlar, 28 Şubat kararlarıyla hazırlanan raporlar MGK'da önüne getirildiğinde elinin tersiyle itenler de oldu...



Belki kendilerine fırlatılan Anayasa değildi de 28 Şubat kararlarının canlı kanlı faaliyet raporlarıydı.



Öyle dolaylı yoldan değil



Merhum Ecevit'in 28 Şubat kararlarına karşı tavrı ona nasıl ödettirilmişti?



Locadan haber alanların zorlamasıyla basının karşısına hasta haliyle çıkarılıp zayıf gösterilmesiyle mi yoksa canıyla mı?



"Ülke istikrar kazandı millet iradesi güçlendi, milletin gücünü ve samimiyetini arkasına alan hükümet de çıraklığın acemiliğini üzerinden atıp 2006-2007'de bu sistemi yıktı."
Gönül arzu ederdi böyle diyebilmeyi...
Maalesef bu sistem 14 Aralık 2010'a kadar devam etti.
16. yıldönümünü geride bıraktığımız bu neseb-i gayri sahih kararlar takriben 7 yıl bu hükümet döneminde boy verdi.



28 Şubat kararlarına ilişkin ne varsa Ergenekon soruşturması sayesinde yürürlükten kalktı. 
Hem de öyle dolaylı falan değil.



Ergenekon soruşturması direkt olarak kaldırdı onları.
İnternet andıcı soruşturmasında 13 Aralık 2010'da karargâha gelen ve "içinize sızanları bir bir çıkaracağım" mesajını veren öz bir vatan evladı imzalı talimat, 7 yıldır gözünün önünde cereyan edenleri göremeyenlerin gözündeki perdeyi kaldırdı!



Ve talimattan bir gün sonra yayınlanan bir Başbakanlık genelgesiyle 28 Şubat kararlarının arşiv defin işlemleri gerçekleşti.



Hakikatte "defin" demek doğru değil.
28 Şubat kararları kalktı mı yoksa kolları budanıp derin dondurucuya mı konuldu?



Bugün derinlerin suret-i haktan gözükerek iktidara yakınlaşması ve bu milletin içinden çıkanların gözlerini kapama gayretleri de belki bununla ilgili.
Beyazlar 1000 yıllık plandan bu kadar çabuk vazgeçer mi?
Görelim Mevla neyler..
.

Hiç yorum yok: