16 Şubat 2013 Cumartesi

Terörün finansmanı..Hak aramanın ceremesi!Abdullah Muradoğlu


Terörün finansmanı..

TBMM'de kabul edilen 'Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı' İslami camiaya mensup sivil toplum kuruluşları tarafından da tepkiyle karşılandı. 'Terörist' ve 'Terörizm' kavramları her ülkeye göre anlamı ve kapsamı değişebilen kavramlar olduğu için bu tepkileri anlayışla karşılamak gerekiyor. Örneğin, BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyelerinden Rusya 'Çeçenistan', Çin ise 'Doğu Türkistan' meselesinde kavramları istedikleri gibi esnetebilirler, bu iki meseleye taraf oldukları düşünülen kişi ve kuruluşlar aleyhinde ağır yaptırımlar talep edebilirler.

Sivil toplum kuruluşlarının tepkisi bu endişelerden kaynaklanıyor. Mesela 'İsrail Lobisi'nin bastırmasıyla ABD, Filistinlilere insani yardım götüren bir kuruluşu terörizme destek vermekle itham ederek 'kara liste'ye aldırır ise ne olacak? '11 Eylül' sonrasında Amerika'da Müslümanlara yönelik uygulamalar bu endişeleri haklı çıkaracak nitelikteydi. 2001'de BM Güvenlik Konseyi kararıyla Suudi işadamı Yasin El Kadı 'kara liste'ye alınmıştı. El Kadı'nın Türkiye'deki mal varlığı da dondurulmuştu. Güvenlik Konseyi 11 yıl sonra kararı iptal etmişti ama bu süre zarfında El Kadı'nın çalmadığı kapı kalmamıştı.
Tasarının sorumluluğunun sadece bugünkü hükümete yüklenmesi doğru değil. Tasarı 1999 tarihli 'Birleşmiş Milletler Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme'ye dayanıyor. Sözleşme 2002'de, DSP-MHP-ANAP Hükümeti tarafından kabul edilmişti. Yasin El Kadı'nın mal varlığını donduran ve Türkiye'ye girişini yasaklayan kararı da aynı Bakanlar Kurulu almıştı. TBMM'de kabul edilen tasarı Ecevit Hükümeti tarafından kabul edilen Sözleşme'nin uygulanması ve Sözleşme hükümlerine uyumun sağlanması amacıyla terörizmin finansmanı suçunun düzenlenmesini içeriyor. Henüz son söz söylenmiş değil, çünkü Tasarı Cumhurbaşkanı Gül tarafından onaylanması halinde yasalaşarak yürürlüğe girecek.
Gizemli bir hikaye mi?
İstanbul'da cinayete kurban giden ABD'li turist Sarai Sierra hakkında o kadar çok iddia ve komplo teorisi dile getirildi ki şizofren gazeteciliğin numunesi idi. Ne ajanlığı kaldı Sierra'nın, ne de uyuşturucu kuryeliği. Fotoğrafçılık sevgisinin bile köklerine kadar girildi. Önceden yok imiş sonradan zuhur etmiş fotoğrafçılığı, zaten fotoğraf makinesi de profesyonel değilmiş,vs. Oysa tam da dar gelirli bir turist profilidir bu. Gizemlerle dolu bir kayıp hikayesine büründürüldüğü için Sierra'nın öldürülmeyi haketmiş olabileceği hissine bile kapıldık.
Amerikan kaynaklı bir takım iddialar da Sierra'nın trajik öyküsünü dallandırıp budaklandırdı. Sierra'nın 'Hispanik' kökenli bir Amerikalı olmasının bu iddialarda payı bulunabileceğini hesaba bile katmadık. Latin Amerika ve Meksika kökenli Amerikalılar 'Neo-Con' çevreler tarafından, egemen 'Beyaz, Anglo-Sakson, Protestan (WASP)' kültüre zarar vermekle suçlanıyorlar. Şimdi dünyadan göçük olan Prof. Huntington Amerika'yı içerden tehdit eden topluluklar listesinde ilk sıraya Hispanikleri yerleştirmişti. WASP'lar her suçun arkasında Siyah Amerikalıları ararlardı. Siyahların yerini artık Hispanikler aldı.
Sonuç açıktır, Sierra'nın Türkiye'deki cenaze işlemlerini karşılayabilmek için çektiği fotoğraflar ailesi tarafından internet üzerinden satışa çıkarıldı. Cenazesi THY tarafından ücretsiz olarak Amerika'ya götürüldü. Sierra'nın Amerika'daki defin işlemleri için bir kilisede bağış toplandı. Hispanik Sierra 'ayrık otu' sayıldığı memleketine 'ölü' olarak kavuştu ama hikaye burada bitmedi. Hikayenin arkasında alışık bulunduğumuz bir kadın cinayeti yahut bir gasp cinayeti çıktığında medyada utanacak pek çok yüz olacaktır.

Hak aramanın ceremesi!

'Terörün Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı'nda öngörülen düzenlemelere ilişkin eleştirilerde en çarpıcı örnek Suudi işadamı Yasin El Kadı'nın mal varlıklarının dondurulması olayı idi. 2001'de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından 'Kara Liste'ye alınan El Kadı, 'İslami terör'e finansman sağlamakla itham edilmişti. Ekonomik faaliyetlerinin yanısıra seyahat özgürlüğü bile kısıtlanan El Kadı 12 yıl aklanmak için uğraşmış, hukuk bürolarına dünyanın parasını ödemiş. Güvenlik Konseyi suçlamaları geri çekmiş ama bu hukuk mücadelesi El Kadı'ya 200 milyon dolara patlamış.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in açıklamalarına göre El Kadı iştirak ettiği davaları kazandığı gibi Avrupa ve ABD aleyhinde tazminat davaları açmış. Hukuki olarak köşeye sıkışan Amerika, El Kadı ile uzlaşma eğilimindeymiş. Örnekte görüldüğü gibi bu tür keyfi suçlamalardan yakayı kurtarmak çok zor. Öte yandan herkes El Kadı kadar zengin değil. Oysa hukuka erişimin kişiler için bu kadar zor ve pahalı olmaması icap eder. Bu yönüyle bile, tasarıya dayanak olan 'Birleşmiş Milletler-Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme'nin evrensel hukukun temel ilkeleriyle bağdaştırılması gerekiyor.
Tasarıya tepki gösterenler hukuk mücadelesini uluslararası platformlara taşımalılar. Emsal olarak 'Yasin El Kadı Olayı' yeter. Sivil toplum kuruluşları 'uluslararası güç birliği' sağlayabilirler ise, 'Terörün Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme' metninin 'BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde ifadesini bulan hak ve özgürlükler felsefesine uygun hale getirilmesini temin edebilirler. Bildirgenin 10. maddesinde 'Herkes, haklarının, vecibelerinin veya kendisine karşı cezai mahiyette herhangi bir isnadın tespitinde, tam bir eşitlikle, davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından adil bir şekilde ve açık olarak görülmesi hakkına sahiptir' deniliyor. 17. maddede ise 'Hiç kimse keyfi olarak mal ve mülkünden mahrum edilemez' ibaresi yer alıyor. Mücadeleyi böyle bir platforma taşımak sözleşmenin keyfi şekilde kullanılmasını en azından zorlaştırır.
Bu Utanç Bize Yeter!
Habertürk Tv'de Diyanet İşleri eski Başkanı Prof. Tayyar Altıkulaç'ı izlerken hem çok heyecanlandım, hem çok üzüldüm. İslam dünyasının hakikaten acınacak durumda olduğuna bir kez daha kanaat getirdim. Çünkü Tayyar Bey'in söyledikleri kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'in Yemen'de bir camide bulunan ilk örnekleriyle ilgiliydi. Üstelik 1970'lerden beri bu mushaf parçalarının varlığı biliniyormuş. 'Kur'an tarihi' açısından paha biçilmez kıymetteki mushaf parçaları bakımsızlıktan neredeyse çürüyecek durumda imişler.
Prof. Altıkulaç, 'Kültür Bakanlığı'nın bu meseleye el atması çağrısında bulundu ama 'Diyanet İşleri Başkanlığı', 'Diyanet Vakfı' ne güne duruyor! Bu görev daha çok onlara düşüyor. Garabete bakın, Yemen'in yanıbaşında petrol zengini Körfez devletleri ile Mekke ve Medine'yi elinde tutan Suudi Arabistan dururken meseleye Alman hükümeti el atmış ve parçaların Alman şarkiyatçı uzmanlar tarafından incelenmesi için ödenek bile ayırmış.
Yemen'in başkenti Sana'da 'Hicret'ten kısa bir süre sonra inşa edilen 'Cami-ül Kebir'de bulunan mushaf parçalarının bir kısmının 'sahabe dönemi'ne ait olduğu tahmin ediliyor. Bir tarih hazinesinden söz ediyoruz. Tayyar Hoca'nın incelemelerine göre bu ilk mushaf parçaları ile şimdiki nüshalar arasında fark yok. Bazı şarkiyatçıların Kur'an hakkındaki iddialarını çürütecek bir gelişme bu. Sandıklar dolusu sayfaların bakımı, incelenmesi ve tasnifi için ne gerekiyorsa yapılmalı, İslam dünyası utanç verici durumdan bir an önce kurtulmalıdır.

Hiç yorum yok: