12 Şubat 2013 Salı

Putperestlerin fesleri...Yavuz Bülent Bakiler


Kültür ve Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay’ın haklı bir şikâyeti geçen haftaki gazetelerimizde yer aldı: Bakan Günay Avrupa’da, Türk denilince, akıllara hâlâ kırmızı bir fes geldiğini, lokum ve dansöz yanında, şalvarlı, bıyıklı, palalı... erkekler düşünüldüğünü söyledi. Yeni reklâmlarla, bu yanlışlığı gidermeye çalışacaklarını açıkladı. 
Televizyon yayınlarının, dünyanın her ülkesinde, rahatlıkla seyredildiği ve her yıl, Batı dünyasından Türkiye’ye, Türkiye’den Batı âlemine milyonlarca turistin gidip geldiği şu 21. yüzyılda Avrupalıların bizi hâlâ fesli, palalı... sanmaları, onların aptallıkları ve ahmaklıklarıdır. Yalnız bazı konularda biz, Avrupalılardan önce, kendi insanımızın tamamen cehalete dayanan yanlışlarını, safsatalarını, ayıplarını düzeltmeye çalışmalıyız. 

Mesela fes, bizim önemli yanlışlarımızdan biridir. Fesi hâlâ İslâmın ve Türklüğün, ayrılmaz bir parçası gibi görenler, gösterenler var. Halbuki fesin, İslâmiyetle de, Türklükle de milyarda bir bile, alâkası yoktur. Fesi, ne sevgili Peygamberimiz görerek başına koydu ne de asr-ı saadet Müslümanları. Fesi, ilk defa putperest Firigyalılar kullandılar. Yazılanlara göre Frigya kralı Midas’ın, eşek kulağına benzer kulakları varmış. Kralın yakınları, o uzun kulakları, ancak bir fes içinde saklamak yoluna gitmişler ve böylece fesi yapmışlar. Frigyalılar M.Ö. 2000-1000 yılları arasında Batı Anadolumuzda yaşayan putperestlerdi. 
Fes, Frigya krallığından Roma İmparatorluğuna, oradan da Fas’a geçti. Bize de 2. Mahmud devrinde, onun fermanıyla geldi. Tarihlerimizin yazdığına göre, Serasker Hüsrev Paşa, 1832 yılında bir Akdeniz seyahatinde, bir yabancı geminin tayfaları başında kırmızı fesler gördü ve onları çok beğendi. Kanaatlerini gelip 2. Mahmud’a arz etti. Padişah da ilk imkanda, ordu mensuplarımızın fes giyinmelerine ferman buyurdu. Bu münasebetle önce Avrupa’dan 50 bin fes getirtti, sonra İstanbul’da Feshane kuruldu. Halkımız, padişahın bu iradesine şiddetle karşı koydu. Fes Batıdan alındığı için, onu başına koymak istemedi. Fes taktığı takdirde gâvur olacağını sandı ve başımızdan sarığı çekip alan, yerine acayip bir fes getiren 2. Mahmud’a, “Gâvur Padişah” diye çirkin bir isim koydu. Fes, başımıza zorla oturdu. Biz, millet olarak 1832 yılından 1925 yılına kadar başımızda fes taşıdık ve zamanla, ona çok alıştık. 
Atatürk, 1925 yılında, Kastamonu’da, halkı şapka ile selâmladı ve “Milletimiz bundan böyle şapka giyecektir!..” dedi. 
1832 yılında fese şiddetle karşı çıkanların, “Biz o fesi giyersek gâvur oluruz” diye baş kaldıranların torunları, bu defa fese sımsıkı sarılarak şapkaya yumruk sıktılar. Biz o şapkayı giymeyiz! Gâvur olmak istemiyoruz! diyerek öfkeyle sokaklara düştüler. İstiklâl Mahkemelerine verildiler. Şapka İnkılâbı yüzünden çeşitli şehirlerimizde düzinelerle darağaçları kuruldu. Fesi 93 yıl giyindik. Şapka 84 yıldan beri başımızda. Fes de bizim değil, şapka da... En büyük düşmanımız cehalettir.

Hiç yorum yok: