9 Şubat 2013 Cumartesi

Osmanlı’da bilim niye gelişmedi?Bilimin neresindeyiz?Taha Akyol

Osmanlı’da bilim niye gelişmedi?


YEMİN krizinin çözülmesi hiç olmazsa AKP ile CHP arasında anayasa yapımını kolaylaştıracak bir yumuşama sağlamalıydı değil mi? Ama öyle gözükmüyor maalesef.

On yıl süren Menderes-İnönü kavgasında bile “siyasette bahar havası” denilen dönemler az değildi; karşılıklı iltifatlar, nezaket ziyaretleri falan...
Bakalım bugün BDP ile görüşme nasıl olacak?
Geçen elli yılda siyasi olgunluğumuz ne kadar gelişmiş; ayrı bir yazı konusu.
Bugün okuyucum Ali Kılınç’ın bana yönelttiği bir soruyu ben de size yöneltiyorum:
“450 yıllık ‘Osmanlı Medrese Sistemi’nden bir tek bilim adamı çıkmamıştır, bir tek bilimsel buluş yapılmamıştır. Bunun sebepleri nelerdir?”
Evet, size göre nedir?
Tabii önce şunu belirteyim, burada kastedilen ‘modern bilimler’dir.
Nitekim Osmanlı’da matematik, mimarlık, tıp ve denizcilik alanlarında büyük bilginler yetişmiştir ama bunlar ‘doğu bilimi’nin büyük bilginleriydiler.

İtalya’da 16. yüzyılda Galileo ile simgeleşen “modern bilim” alanında Osmanlı’nın bütün doğu toplumları gibi başarısız kaldığı bir gerçektir.


Bizde niye Galileo çıkmadı?
Evet, Osmanlı’da niçin bir Kopernik, bir Galileo, Kepler ya da bir Francis Bacon çıkmadı?
Bunlar 16. yüzyılda Avrupa’da yeni bir bilim anlayışının, gözlem, deney ve matematiğe dayalı modern bilimin öncüleridir. Sonradan tarihçiler “bilim devrimi” dediler, 16. yüzyıla “Büyük Yüzyıl” unvanını verdiler haklı olarak.
Bizde Kanuni Süleyman zamanı, zirvede olduğumuz dönem... Süleymaniye Camii’nin mimari projesini ve statik hesaplarını yapıyoruz, Piri Reis haritasını çiziyoruz, Mirim Çelebi gibi büyük matematikçi ve gökbilimcilerimiz var.
Ama bir Bacon, bir Galileo yok!
Neden acaba? Mesela zevk düşkünü cahil padişahlar yüzünden mi? Kanı bozuk devşirmeler yüzünden mi? Şeriat yüzünden mi? İslam “Reform” geçirmediği için mi?..
Fakat böylesine karmaşık bir mesele hakkında “şu sebepten” diyebilmek için, evvela “ne biliyorum ki böyle diyorum” diye kendimize sormamız gerekmez mi?!
Bunu sormadan “şu yüzden” diye kestirip atıyorsak, bilim anlayışında Galileo’nun gerisindeyiz demektir!



Peki, ne biliyoruz?
“Bilim”in ne olduğu konusunda ve mukayeseli bilim tarihi hakkında bir şey okumadıysak, bu konuda fikir yürütebilir miyiz?
Daha önemlisi: Bilim devrimi Avrupa’da niye daha önce değil de 16. yüzyılın sonlarında ortaya çıktı?

Hıristiyanlık’taki “Reform” sayesinde mi diyeceksiniz? Fakat Rönesans hareketi ve Galileo, Reform’u reddeden Katolik İtalya’nın çocuklarıydı!

Padişahlar yüzünden mi? Fakat ellerindeki ‘klasik’ bilimi bütün güçleriyle desteklemişlerdi!
İslam yüzünden mi? Fakat 12. yüzyıla kadar bilim devriminin öncüleri Müslümanlardı, Bacon gözlem metodunu İbn Heysem’den öğrenmişti mesela!
Peki nedendi? Bu konudaki görüşümü yazmayacağım. “Bilim ve Yanılgı” adlı kitabımın konusu bu meseledir. Pazar akşamı CNN Türk’teki “Eğrisi Doğrusu” programında tarihçi Cemal Kafadar’a soracağım sorulardan biri de bu olacak.
Bugünkü yazımın amacı, “görüş” sahibi olmak için önceden araştırmalara dayalı “bilgi” sahibi olmak gerektiğini belirtmekten ibarettir. Konuya merak uyandırarak bilim tarihi üzerine okumayı teşvik etmek istedim sadece. Vesile olduğu için Ali Kılınç’a teşekkürler.


Bilimin neresindeyiz?



KİTAPÇI raflarında ‘popüler bilim’ yayınlarını, bilim felsefesi ve bilim tarihi gibi konulardaki yüksek düzeyli kitapları gördükçe mutlu oluyorum.


Nasıl olmam?
Descartes’ın 1667’de yazdığı Metod Üzerine Konuşmalar adlı çığır açan eserini iki yüz elli yıl sonra, 1895’te çevirip yayınlayan, hemen her alanda çağı yakalama konusunda böylesine gecikmiş olan Türkiye, artık UNESCO tasniflerinde “Bilimde Yükselen Ülkeler” arasında yer alıyor.
Hemen “AKP propagandası yapıyorsun” demeyin!
Aşırı politizasyon da tıpkı ideolojik körlük gibidir, ufkumuzu daraltır.
Türkiye’nin “bilimde yükselen ülkeler” kategorisine girmesi otuz yıllık bir süreçtir ve son on yılda hızlanmıştır. Rakamlar ortada...


250 yıllık gecikme!
Descartes’ı zamanında fark etmemekle, çağımızda mesela “bilişim” sektörünü kavrayamamak aşağı yukarı aynı ufuksuzluk, hatta körlük değil midir?
Şimdi, Eser Karakaş’tan esinlenerek size bir öneri: “Bilişim” konusunda partilerin seçim bildirgelerinde neler yazdığını mukayeseli olarak inceleyin...
Sizin partiniz ‘geri’ gözüküyorsa, evet parti değiştirmeyin ama partinizin yöneticilerini zorlayın “gözünüzü açın” diye!
Böyle, olgulara dayalı düşünmediğimiz takdirde, hiç şüpheniz olmasın, “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diye dağa taşa yazsak da, “ilim Çin’de de olsa ilimdir” diye milyon kere tekrarlasak da bir şey değişmez!
Nitekim İslam tarihinde bilim ve felsefe yükselirken de çökerken de Müslümanlar bilimi öven ve teşvik eden Kuran ayetlerini ve Peygamber hadislerini biliyorlardı... 1933’te üniversitede bilim adamı kıyımı yapanlar, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözünü zikir çeker gibi tekrarlayan Reşit Galip’lerdi!
Bilimi herkes över, sorun “bilim”in ne olduğu hakkındaki fikirlerimizin niteliğidir.



İbn Heysem’den Newton’a
Bütün bilim tarihleri yazar ki, 10. yüzyılda yaşayan İbn Heysem, “deney ve gözlem”i esas alan bilimsel düşüncenin ilk öncülerinden biridir ve Avrupa’da bilimin öncülerinden biri olan Francis Bacon bu bilimsel metodu İbn Heysem’in Latinceye çevrilen kitaplarından öğrenmiştir.
Bunun için mesela TÜBİTAK yayınlarından J.D. Bernal’in Modern Çağ Öncesi Fizik kitabına bakabilirsiniz.
Sonra ne oldu?
Müslümanlar İbn Heysem’i unuttu!
Avrupalılar ise İbn Heysem’den yola çıkarak Newton’a kadar, ondan sonra da Einstein’e kadar yürüdüler!.. Neden?



Toplumsal ihtiyaç
Medrese İbn Heysem’e, İbn Sina’ya, İbn Rüşd’e ilgi duymamıştı! Halbuki İbn Rüşd’ün eserleri 16. yüzyılda Avrupa’da 17 defa matbaada basılıp yayınlanmıştı; bizde ise 1970’lere kadar kütüphanelerimizde sadece dört tane el yazma nüshası vardı!.. Neden?
Müslümanlar unutmuştu, çünkü İbn Heysem’lere ilgi ve ihtiyaç yaratacak sosyal, ekonomik ve siyasi ortam kalmamıştı!
Avrupa’da ise gelişen ticaretin yarattığı şehirleşme, sermaye birikimi, uzun mesafeli seyahatler gibi dinamikler yeni bilgilere ihtiyaç yaratmış, bu da bilimlerin önünü açmıştı.
Bugün Türkiye uzun modernleşme tarihimizin son otuz yıllık aşamasında şehirleşme, dışa açılma, girişimci orta sınıflaşma sürecindedir ve mesela “bilişim” gibi yeni bilgilere ihtiyaç duymaktadır.
“Bilimde yükselen ülkeler” arasına girmemiz de bundandır.
Siyasette eski ezberlerin çözülmekte olması da bundandır.

Hiç yorum yok: