22 Şubat 2013 Cuma

Mahalle farkı-Ergün Diler

Türkiye' de bazı noktalara değinmek imkansızdır! Sizi yakar, kavurur!
Önünüze ne zaman çıkacağı ve sizi ne zaman vuracağı belli olmaz!
İzmirli bir can dostumun "Bütün doğruları söyleyecek kadar cesur değilim. Ama söylediklerimin hepsi doğrudur" sözünü hatırladım...
Bir bahar akşamı İzmir Pasaport'ta bir araya geldiğimizde söylemişti! Yıllar geçti, unutmadım. Çok anlamlıydı benim için...
Hafızama kazınmıştı...

Dün Gülriz Sururi'nin sözlerini okuyunca aynı hisse kapıldım! Yıllarca kimsenin el uzatmadığı, görmezden gelinen bir CEMAATİN SÖZCÜSÜNÜ dinler gibi oldum! Bir sanatçı için talihsiz sözlerdi! Hele bir de toplumun önünde koştuğunu iddia eden biri için durum daha da vahimdi!
Peki "Benim için dünyaya inmiş son kitap NUTUK'tur"diyen Gülriz Hanım kimdi?
Kısaca anlatalım...
Dedesi tiyatro yazarı Nazif Sururi Paşa'ydı.
Teyzesi Mevdude Refik Hanım sahneye çıkan ilk Türk kadınıydı. Diğer teyzesi Melek Hanım yani Melek Kobra, dublaj sanatçısı Ferdi Tayfur'un (en çok Laurel ve Hardy'i seslendirmesinden bilinir) eşiydi. Melek Kobra ve eşi Ferdi Tayfur uyuşturucudan ölmüştü.
Melek Kobra, "Ayşe Opereti"ni sahneye ilk koyan Müzisyen Muhlis Sabahattin Ezgi'nin kızıydı. İlk sahnede başroller Gülriz Sururi'nin anne ve babasındaydı! Çok bilinen bir şarkı olmasının yanında, yakın zamanda oynayan popüler bir dizinin ismi de olan "Hatırla Sevgili" Muhlis Sabahattin'in bestesiydi...
Hatırla sevgili o mesut geceyi 
Çamların altında aldığın buseyi...
Bana sen öğrettin, bu aşkı sevdayı 
Ne çabuk unuttun beni sen hercai...
Beni mecnun ettin sen de olasın
Aşkımı inkar edersen 
Allah'tan bulasın...
Dönemin çok güçlü ismi, İzmir Valisi Kâzım Dirik'in kızı Şükran, İzmir'de -o gün Elhamra Sineması, bugün opera binası olan binada- Celâl Sahir'in yazdığı bir operette oynayan Muammer Bey'e, yani sonraki ismiyle Muammer Karaca'ya, âşık olur ve kaçar. Bu aşk ve kaçış büyük olay olur. İzmir'den bindikleri gemi İstanbul'da polis tarafından karşılanır.
Dönemin en sansasyonel olaylarından birisidir. Herkesin dilindeki bu aşk bir süre sonra biter! Şükran Hanım, Muammer Karaca'dan boşanır ve Gülriz Sururi'nin babası Lütfullah Sururi'yle evlenir.
Gülriz Sururi'nin amcası merhum Ali Sururi, Yeşilçam'ın özellikle komedi filmlerinden tanıdık bir simaydı. Ali Sururi'nin oyuncu eşi, çok kısa bir süre önce vefat eden Alev Sururi de özellikle televizyon dizilerinden tanıdık bir yüzdü!
Gülriz Sururi'nin eşi tiyatrocu Engin Cezzar, merhum Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in dayısının oğluydu. ABD'de gördüğü tiyatro eğitimi sonrası Türkiye'ye döndüğünde, hemen her aktörün hayali olan Hamlet rolünü hiçbir deneyimi olmadan oynamasıyla tiyatro tarihine geçmişti...
Hiçbir ANADOLU çocuğuna nasip olmayacak bir piyango, Engin Cezzar'ın başına konuyordu!
Garip!Belli ki çok bilinmeyen ilişkiler ağı canlıydı!
Yazılıp çizilmediği için konuşulmazdı bunlar...
Birilerinin kaderinde hep başarı varken çoğunluk dişiyle tırnağıyla hayata tutunmaya çalışırdı! İsmi konulmayan bir adaletsizlik çarkı işliyordu! Akıllı, yetenekli, becerikli ve güvenilir olman yetmiyordu! Bir de cemaatinin olması gerekiyordu! Ama herkes Nişantaşı'nda doğmuyordu ki!
Haliyle sonradan görme olmak pek işe yaramıyordu! 
Çünkü cemaat kabul etmiyordu!
BEYAZ TÜRK 
olmak başka bir şeydi!
Yazılı olmayan ancak sarsılmayan kuralları vardı!
Bu mahallenin bayrağını taşıyan Gülriz Hanım'ın "İnsanlar hür iradeleriyle kapanabilir. Bunu kabul ediyorum. Ancak 10-12 yıl önce bunlar neredeydi? Sistematik olarak geldiler. Nişantaşı kafelerinde oturmaları emredildi, oralarda oturdular. En beklenmedik restoranlara, en beklenmedik kafelere, sinemalara, tiyatrolara her yere yayıldılar. Örtünmek çok kolaydır, giyinmek zor. Onları giydiremiyorsan sokarsın bir çarşafın içine, her açıdan susturursun, erkek karşısında da yok edersin..." çıkışını da BEYAZ'dan başka bir renge tahammül edemeyişinin çığlığı olarak görüyorum!
Arızalı ve hastalıklı buluyorum...Belli ki hiç şehit cenazesinin kalkmadığı NİŞANTAŞI'na, Anadolu'nun karışmasını istemiyordu! Belki de havanın kirlenmesinden korkuyordu!
Anadolu çocukları askere gider, şehit düşer, gazi olur, vergi öder, töre kurbanı olur, inançlı olur, namaz kılar, ülke için çırpınır ancak birinci sınıf insan olup Teşvikiye'ye inemezdi!
Bir kahve içemezdi!Ancak açık açık söylenmese de Gülriz Hanım'ın oturduğu mahallede DİNDEN değil İSLAM'DAN nefret edilirdi! 
Çünkü Hristiyanlık ve Musevilik'le hiçbir sorun yaşamayan bu insanların amacı Müslümanlar'ı zımparalamaktı!
Bu nedenle tek dertleri İslam'dı...Bunu söyleyemedikleri için başörtüsü üzerinden, sakal üzerinden, oruç üzerinden vururlardı!
Sakın Gülriz Hanım'ı eleştirdiğimi sanmayın! Çünkü o en samimi olanı... 
Aklına geleni söyleyen biri... 
Net ve açık... 
Ve fikrini sonuna kadar söyleme özgürlüğü de var...
Ya diğerleri... Sessiz tepki verenler. Kendi meclislerinde ağızlarına geleni söyleyenler...
Siyasete yakın gözükme adına rol yapanlar!
Kılıktan kılığa girenler...Tiyatrocular nedense Nişantaşı'nı seviyor!
Ya da Nişantaşı onları! Bilmiyorum...
Dediğim gibi Gülriz Hanım bir mahallenin dili oldu! Amacı Atatürk'ü övmek değil "Nutuk" üzerinden İslam'a vurarak mahalleleri kalın bir çizgiyle ayırmaktı...
Galiba NİŞANTAŞI açılımı da şart!
Ne dersiniz!

Hiç yorum yok: