2 Şubat 2013 Cumartesi

Her şey yavaşça akıyor ebediyete-Mustafa Ulusoy


Dehirler boyunca yaşanan nice dert toza toprağa karışmış da, bir seninki mi ebediyen mesken tutacak dünyayı? Başını kaldır ve bak.Bir bak yüzüne hayatın.
Ensende değen soğuk rüzgar değil, ölümün soluğu.
“Geceyle ölümdür asıl sevgili/Bu ikiz aynada toplanır yollar,”
diye boşuna dememiş şair (Ahmet Hamdi Tanpınar).
Her an her şey olabilir.
Her an her şey oluyor.
An be an her şey ölümü tadarken.

Başını kaldır ve bir düşün.
Dertlerini de yanında mı götüreceksin?
“Sâni’-i Hakîm ve Nakkaş-ı Alîm, şu âlem sarayını müştemilâtıyla beraber bedî’ bir surette” yapmış.
Âlem sarayının azizlerden bir aziz misafiri değil misin sen de?
Kendine, “bedî bir surette” yapılmış  biri olarak bak bir de.
Bir sanat eseri olduğunu ve kimin sanatının eseri olduğunu unutmaktan daha vahim bir unutma mı var?
Önce başını şöyle bir kaldır.
Yerden değil.
Yere baksaydın görürdün yeryüzüne vurmuş gökyüzünü.
Zihnini tasallut altına almış evhamlarla boğuştuğun hayalinden kaldır nazarını.
Sen, hayalindeki vehimlerde değil, ruhunda saklısın.
Onları, o endişeleri, kuruntuları, acabaları öylece kendi hallerine bırak gitsin.
Gölgeleri yenemezsin.
Gölgelerse seni hiç yenemez.
Şimdi bak hele bir şair (Elizabeth Bishop) gibi, neler oluyor şu alemde?
“Şimdi akşam olurken/Yeni bir ay doğuyor/Tepeler yumuşuyor/Sığır mayıslarının altında/Uzamış otlar görünüyor.”
Başını kaldır. Yani nazarını.
O niye bu niye oldu, bu neden olmadı şu neden olmadı, diyen nefs-i emmarenden bıktın, biliyorum.  
Bırak konuşup dursun o.
Ne yapsın, onun vazifesi de bu.
Bak şair ne diyor (Furuğ Ferruhzad) sen ona kulak ver: “Akıp gitti zaman/Gitti zaman ve saat dört kez çaldı/Dört kez çaldı/Aralık ayının yirmisi bugün/Ve artık mevsimlerin gizini biliyorum/Dakikaların söylediklerini”
Başını kaldırıp bir baksana, sokakta rüzgar esiyor.
Daha ne olsun, bulut kümelerini sanki biri sünger gibi sıkıp rahmet yağdırıyor yerin bağrına.
Vehimlerden başını kaldırıp bir bak asırlara.
Hangi sıkıntı kazık çakmış dünyaya?
Bak ve gör ki, “Nakkaş-ı Ezelî, her bir asrı bir model yaparak mu’cizat-ı kudreti ile murassa’, taze bir âlemi ona giydiriyor.”
Asırlara alemler giydiren Ezelî Nakkaş bir seni mi unutacak?
Baksana, dehirler göçmüş ebediyete. Ağır ağır, yeknesak akarak.
Dehirlere bakamıyorsan, asırlara bak, onlara bakamıyorsan da yıllara..
Zamanın boynunda inci gibi dizilen senelere.
Ya da istersen zamanın ipinde asılı duran günlere bak.
Bir bahçeye bak mesela.
Bir dağa.
Bir ağaca.
Kederlerinin ömrü hayatından daha uzun değildir, meraklanma.
Bir de kendine bak.
Öylesine değil.
Zamanın ipine takılmış seyyar âlemlerden bir âlem olarak bak.
Bak ve gör ki; dertlerin de, kederlerin de, üzüntülerin de zaman ipine takılan âlemlerden bir âlem.
Bir bak hele.
Onları düşman belleyip vaveyla etme.  
“Vakit-bevakit, taze taze birer kâinatı zeminde kuruyor, birer yeni dünyayı icad ediyor. Birer âlemi alıp da diğer muntazam bir âlemi getiriyor.”
Dertlerin, sıkıntıların bir âlem.
Sevinçlerin, mutlulukların da başka bir âlem.
İnan hiçbiri kendiliğinden, öylesine dizilmiyor zamanın o Rabbi için kıldan ince, insan için kılıçtan keskin boynuna.
Her derdin ardında işleyen sonsuz bir kudret var.
Sonsuz bir rahmetin pergeliyle dönüyor kader bir kuş gibi hayatının başında.
Her sıkıntı, kalbinde Ezelî Nakkaş’ın ömrüne işlediği bir nakış. Cennetin çeyizi...
Ağır ağır ebediyete akıp giden zamanın boynunda asılı her şey.
Tüm dertlerin de dünyanın tozu toprağı içinde ufalanıyor,
Ne var ne yoksa bu evrende ağır ağır akıyor ebediyete.
Bu dünyanın derdi ebedi aleme yolculukta yol azığı.  
Böyle olmalıydı bizim hayatımız.
Bir bak hele.
Bak ve gör. Ey nefsim.
Terbiyeli koca
İstanbul Tıp Fakülte-si’nde okurken rahmetli Anatomi Hocamız Prof. Dr. Sami Zan (1921-1984) şöyle derdi: “Koca terbiye edilmez. Terbiyeli koca alınır.”
Belki de...
“İnsanlar arasında cenaze töreni olarak yaşanan şey melekler arasında belki de bir düğün şenliğidir.”
Halil Cibran. Kum ve
Köpük. Kapı Yayınları.
Çeviri: Cahit Koytak.

Hiç yorum yok: