6 Şubat 2013 Çarşamba

EINSTEIN, MOSAD’IN CİNAYETLERİNE NE DERDİ?KAYNAK: TURQUIE DIPLOMATIQUE, MART 2011, SAYI: 25


Mossad uzmanı İngiliz Gordon Thomas “İsrail’in son birkaç yıl için­de, İran nükleer projeleri üstünde çalışan İranlılara yönelik düzen­lediği suikastlerin, Kidon (süngü) adı verilen bir birim tarafından gerçekleştirildiğini belirtmiştir. Yahudi gazetesi Yediot Ahronot’a göre, bu birim 38 ajandan oluşmaktadır. Bu ajanlardan beşi kadın­dır. Ajanların hepsi 20-30 yaş arası olup hepsi de İran dili Farsça dâhil pek çok dil konuşmaktadırlar. Hepsi de, İran’a kolayca girip çıkma olanaklarına sahiptir. Bu ajanların üsleri Negev Çölü’ndedir.”
FIDEL CASTRO
25 Ağustos 2010 tarihli Reflection dergisinde, “Bir Uzman’ın Gö­rüşleri” başlığı altında yayımla­nan yazımda, bana göre, İran’la karşılaşılan bir nükleer çatışma olasılığı riskinin gerçek nedeninin, ABD ve müt­tefikleri tarafından girişilen olağanüstü faaliyetler olduğundan söz etmiştim. Aynı yazımda, çok ünlü bir gazeteci olan Jeffrey Goldberg‘in, ABD’de ya­yımlanan The Atlantic dergisinin o yılın Eylül ayındaki sayısında yer alan, “Geri Dönüşü Olmayan Nokta” başlıklı uzun makalesine gönderme yapıyordum.
Golberg, İsrail-karşıtı birisi değildir, tam tersine, bir İsrail hayranıdır, ABD’nin yanı sıra çifte vatandaşlıkla İsrail’e de bağlıdır ve askerlik hizmetini bu ülkede yapmıştır. Makalesinin başın­da Goldberg şöyle yazıyordu:

“İsrail, ABD, İngiltere ve diğer Batılı güçler ta­rafından yönetilen, (İran’ın yürüttüğü nükleer girişimi, sabote etme yoluyla, bazen de İranlı nükleer bilim adamları­nın çok ince bir mühendislikle tasarlan­mış yok edilmelerini içeren bir yolla, bozmaya yönelmiş programlar çerçeve­sinde düzenlenmiş) çok sayıda “engelle­me operasyonlarının” devreye sokulma­sı, İran’ın gelişiminin önemli ölçüde geriletilmesi de olasıdır.”
Yukarıdaki paragrafta, parantez için­de bulunan sözcükler de Goldberg’e ait­tir. Yazımda, Goldberg’in bu bilmece kabilinden sözlerine yer verdikten son­ra, bizi, Einstein’ın bu kadar korktuğu “savaş” olgusuna götüren, uluslararası politikanın Gordion düğümü yapısını analiz etmeye girişmiştim. En üst düzey bilimsel kapasiteye sahip nükleer bilim insanlarını ortadan kaldırmaya yönelik bu “engelleme operasyonlarını” duysay­dı, Einstein ne derdi acaba?
Belki saçma ve inanılmaz olduğu için o sırada bu sözlere fazla önem verme­dim, fakat aylar sonra, İran hükümetinin en son suçlamalarını, güvenilir bilgi kaynaklarından gelen haberleri ve güve­nilir bilgi kaynağı olan kişilerin görüşle­rini içeren yazılan okuduğumda, Gold­berg’in o paragrafının etkisi bütün gücüyle yeniden beynime yerleşti. 2010 yılının bitmesine dört hafta kala, AFP şu haberi geçti: “Nükleerci bir İranlı bi­lim insanı öldürüldü. Tahran, ABD’yi ve İsrail’i, suikastın arkasında olmakla suçluyor.” (AFP. 30 Kasım, 2010)
“Söz Tahran’da dün erken saatlerde, iki nükleer uzmana yapılan çifte saldırı­nın faillerini aramaya gelince Mahmut Ahmedinejad’m sözlerinde kuşkudan eser yoktu: ‘Suikast saldırılarının arka­sında batılı hükümetlerin ve Siyonist re­jimin parmağı var.’ Tahran Şehit Beheşti Üniversitesi’nde profesör ve aynı za­manda İran Nükleer Topluluğu üyesi olan Macid Şeriyari, evinin birkaç metre ötesinde meydana gelen bir patlama ne­deniyle hayatını kaybetmiş ve karısı da aynı olayda yaralanmıştı. Aynı üniversi­tede lazer fiziği konusunda uzman olan meslektaşı Feridun Abbasi ve karısı da, benzer bir saldırı sonucu, yaralanmışlar­dı. Bazı gazeteler Abbasi’nin öldüğünü duyursa da, sonunda Mehr ajansı, Abba­si’nin hayatını kurtarmayı başardığına dair haberi yayınlamıştı. Fars ajansına göre, ‘kimliği belli olmayan teröristler’, motosikletleriyle araçlara yaklaşarak, la­pa bombalarını atmışlardı.”
“Ahmedinejad başkanlığındaki İran meclis üyeleri ve İran İçişleri Bakanı Mustafa Muhammed Najjar; İran ve di­ğer ulusların katılımı ile ve 5+1 üye ile yapılması olası gibi görünen yeni bir di­zi görüşmenin arifesinde, İran’ın süper güçlerle nükleer yanşa girmesini baltalamaya yönelik bu suikast hareketlerine cüret edenlerle, bu suikast hareketlerinin doğrudan arkasında bulunanların aynı güçler olduğunu belirtti ve bu güçlerin, ABD’nin CIA, ve İsrail’in Mossad ola­rak bilinen istihbarat teşkilâtları olduğu­nu ilân ederek, ABD ve İsrail’i suçladı.”
“Dünkü suikast girişimleriyle beraber, İran’da, 2007′den bu yana üç bilim insa­nı öldürülmüş bulunuyor. Geçen Ocak ayında da Tahran’da, Dr. Mesut Ali Mu­hammedi, evinden çıktığı sırada patlayan bir bomba ile yaşamını yitirmişti. Iran otoriteleri, bu suikastı henüz aydınlata­madı, ancak bu otoriteler, aynı zamanda, batılı istihbarat teşkilâtlarının, İran’ın si­vil amaçlar için nükleer tesisler kurma hakkını, uluslararası nükleer yanşa girme programlanın ve bu programlarını uygu­lama haklarını, İran’ın elinden çekip ala­rak yok etmeye çalıştığını ve bu teşkilât­ların, İran’ın bu programlarını başarısızlığa uğratma girişimlerini sür­dürdüklerini iddia ediyor. Bu baltalama hareketleri, ilk kurbanını İran bilimsel topluluğunun kalbinden seçti. İlk kurban, 2007′de, İsfahan nükleer merkezinde ga­rip bir takım koşullar altında öldürülmüş olarak bulunan Ardeşir Hüseynpur idi.”
Bilim insanlarının öldürülmesinin nükleer silahlarla donanmış bir grup güç tarafından resmî bir politika haline dö­nüştürülmesi gibi bir olayın, tarihin hiçbir döneminde mevcut olduğunu hatırla­mıyorum. En kötüsü de, söz konusu güçlerin, İran nezdinde giriştiği bu öl­dürme politikasını; teknoloji bakımın­dan ondan kat kat üstün oldukları ve onunla yarışma kapasitelerinin ölçüle­mez boyutlarda olduğu halde, kültürel ve dinî nedenlerden ötürü, vatandaşları­nın ölmeye her an hazır olduğu; onun da aynı akıl dışı ve suç içeren öldürme for­mülünü düşmanlarının profesyonel çalışanları için uygulamaya kalktığı takdir­de ne olacağının tahmin bile edilemeyeceği, İran gibi bir İslâm ülke­sine uyguluyor olmalarıdır.
İsrail, ABD, İngiltere ve diğer güçle­rin, İran bilim insanlarına karşı organize ettikleri katliam uygulamalarıyla ilgili başka bazı ciddî vakalar da mevcuttur. Uluslararası medya bu olaylar hakkında kamuyu bilgilendirmemektedir. Rebe­lión web sitesinde 25 Ağustos 2010′da yayımlanan Christian Elia’ya ait bir ma­kale, şu bilgileri vermektedir:
“İran ya­pımı insansız uçakların yapımcısı, baba­sı olan İranlı bilim adamı bir patlama sonucu yaşamını yitirdi. O, ülkede hay­atını kaybeden bilim insanlarının en so­nuncusu. ‘İnternette Reza Baruni’ye ait bir fotoğraf bulmak olanaksız bir şey. Ancak son birkaç gündür, adı, pek çok uluslararası yönü olan bir gizemin merkezine yerleşmiş durumda…”
Kesin olan tek şey, İranlı havacılık mühendisi Reza Banini’nin ölmüş oldu­ğu. Geriye kalan her şeyin üzeri esra­rengiz bir pus tabakası ile örtülmüş du­rumda. Tüm endüstri analizcileri, Banini’yi, İslâm cumhuriyetine ait in­sansız araçların babası olarak bilmekte. 1 Ağustos, 2010′da, Banini’nin evi ha­vaya uçuruldu.”
“17 Ağustos 2010′da, (İsrail istihba­rat teşkilâtı ile çok yakın bağları olan) Debka yayın organı, Banini’nin ölümü ve bu olayın oluş biçimi konusunda açıklayıcı şu haberi yayımladı: İranlı bir mühendisin evi, üç adet çok güçlü patla­yıcı düzeneğin patlaması sonucu havaya uçtu. Banini cinayete kurban gitti.”
“Fakat bununla karşılaştırdığında, en esrarengiz vaka’nın, 11 Ocak 2010′da, İran merkezinde, Tahran Üniversitesi nükleer fizik profesörü Mesut Ali-Muhammedi’nin öldürülmesi olayı olduğu görülecektir. Profesör Ali Muhammedi, işine gitmek üzere evini terk ettiği sıra­da, motosikletine önceden yerleştirilmiş olan bir bombanın, uzaktan kumanda ile patlatılması sonucu öldü…”
CubaDebate web sitesinde yayınlanan bir makalede verilen haber, “İsrail, ge­çen hafta İranlı bir bilimciyi öldürdüğü­nü doğruladı,” şeklindedir. “İsrail gizli servisi Mossad kaynakları, Mossad’ın, geçen hafta İran’ın merkezi Tahran’da yaptığı bir operasyonla, “Majid Shahriari’yi öldürdüğünü ve diğer bir fizikçiyi de yaraladığını” doğrulamıştır. İsrail gizli servisi yöneticileri, Tel Aviv’in ku­zeyinde bir bölgede yer alan Gelilot ka­rargâhında yaptıkları toplantıda, ‘Bu, Mossad komutasının yaptığı en son sal-dınydı’ kelimeleriyle, tatminkârlıklarını ifade ediyorlardı.”
Mossad uzmanı İngiliz Gordon Tho­mas, İngiliz Sunday Telegraph gazetesi­ne verdiği demeçte, İran nükleer progra­mının önünü tıkamayı amaçlayan bu çifte cinayetin sorumlusunun İsrail oldu­ğunu teyit etmiştir. “Thomas, İsrail’in son birkaç yıl içinde, İran nükleer proje­leri üstünde çalışan İranlılara yönelik dü­zenlediği suikastların, Kidon (süngü) adı verilen bir birim tarafından gerçekleşti­rildiğini belirtmiştir. Yahudi gazetesi Ye­diot Ahronot’a göre, bu birim 38 ajandan oluşmaktadır. Bu ajanlardan beşi kadın­dır. Ajanların hepsi 20-30 yaş arası olup hepsi de İran dili Farsça dâhil pek çok dil konuşmaktadırlar. Hepsi de, İran’a ko­layca girip çıkma olanaklarına sahiptir. Bu ajanların üsleri Negev Çölü’ndedir.”
Dünyadaki sol kesim, geçmişteki Di­aspora günleri sırasında, İsrail halkıyla birleşerek onlarla dayanışma içine gir­mişti. İsrailliler, ırklarından ve dinlerin­den dolayı eziyet gördüklerinden, pek çoğu devrimci partiler saflarında müca­dele verdiler. Yahudilerin kitlesel olarak kapatıldıkları toplama kamplarını, Av­rupa ve dünya burjuvazisi görmezden gelirken, dünya halkları, bu Yahudi esir kamplarını ve bunları kuran rejimi mahkûm etti. Bugünse, İsrail devleti yö­neticileri, başka bir halk üzerinde soykırım uyguluyor ve gezegendeki en gerici güçlerle sıkı bağlantılar içine giriyor.
İsrail devleti yöneticileri ile Güney Afrika’nın eski nefret dolu Apartheid re­jimi arasındaki sıkı bağların hala yaşa­yan mirası, temizlenmeyi, arındırılmayı bekliyor. 1975 yılında, ırkçı Güney Afri­ka devletinin saldırılarına karşı koyan Küba birliklerini vurması için nükleer silah yapımında Güney Afrika devletine gerekli teknolojiyi sağlayan, ABD ile iş­birliği içindeki İsrail devletinden başkası değildi. Güney Afrika devletinin Afrika halklarına karşı beslediği hor görme ve nefret duygulan ile, milyonlarca Yahudi, Rus, Çingene ve diğer Avrupalı uluslar­dan azınlıkları Avrupa’daki toplama kamplarında katleden Nazi ideolojisi arasında, hiçbir fark yoktur.
İran devrimi olmasaydı -ki bu devrim, ABD’nin, düşmanı Sovyet süper-gücünün yanı başında bulunan ve ABD’nin askerî bakımdan en iyi donattığı mütte­fiki olan, İran Şah’ı rejimini, silahlarından tamamen arındırıp silip süpürmüş­tür- bugün, nükleer silahlarla donatılmış olan devlet, İsrail değil, Şah’ın İran’ı olurdu. Yankilerin ve NATO’nun, Gezegen’in gelişmiş ülkelerinin çoğunun tüm petrol ve gaz gereksinimlerini kar­şılayacak kadar zengin rezervlere sahip bir bölgede kurmuş olduğu imparatorlu­ğun çıkarlarını koruyacak ve gene aynı bölge halklarına karşı ABD’ye siper ol­ma görevini üstlenecek temel ülke de, gene, İsrail değil, İran olurdu. Bu, nere­deyse bitip tükenmek bilmez bir konu.
Fidel Castro Ruz, Küba eski devlet başkanıdır
Türkçeye Hatice Aksoy çevirdi – sendika.org
KAYNAK: TURQUIE DIPLOMATIQUE, MART 2011, SAYI: 25

Hiç yorum yok: