Meselâ Zembilli Ali Efendi, Yavuz Sultan Selim gibi öfkeli bir padişaha fermanını geri aldırabilmiş, Kırkçeşme Suyu'nu Kâğıthane'ye getiren Kanuni'yi ise, "Yeni kanunlar yaparak (böylece Kur'an dışı kanun yapılmasına kadar gidebilecek bir çığır açarak) hayatı öyle bir kirletme kirlettin ki, Kırkçeşme Suyu'nu kırk yıl üzerine akıtsan temizlenmez)" diyerek azarlayabilmiştir.
Durum budur. Ölçü İslâmdır. Ancak değişik inançlara mensup Osmanlı vatandaşları da saygı ve anlayış görmüştür. Ne horlanmıştır, ne dışlanmıştır, ne de kınanmıştır; hatta inançlarını daha dinamik yaşayabilecekleri imkânlar verilmek suretiyle, kendi yönetimleri zamanında olamadıkları kadar hür ve huzurlu olmaları sağlanmıştır.
Zaten Osmanlı Devleti'ni, yaşadığı çağın ötesine taşıyıp tarih içinde yıldızlaştıran şey, "öteki"ne (öteki dinlere, dillere, ırklara, kıyafetlere ve tüm farklılıklara) karşı gösterdiği toleranstır.
Bu anlayış sayesinde, Osmanlı Devleti, oldukça uzun sayılabilecek bir süre zirvede kalabilmiş, dünyanın cazibe merkezi olabilmiştir.
Bu kimliğinden uzaklaşmaya başladığında ise, çöküş süreci başlamıştır. Buna tarih şahittir.
Böyle bir yapı içinde, dinin belirleyici olması kaçınılmazdır.
Nitekim de öyle olmuş, ister atadan kalma, isterse sonradan olsun, her "Müslüman" devletin aslî sahibi sayılmış ve yüreklerle birlikte tüm önemli makamlar ona açılmıştır.
Böyle bir yapı içinde, pek tabii ki insanlar ırklarına göre değil, liyakatlerine göre değerlendirilecek, önceden hangi dinden olduğuna bakılmaksızın, Müslüman olan herkes, tüm Müslümanlarla eşit haklar kazanacaktır.
Bu hüküm padişah eşlerini ve annelerini de kapsamaktadır…
Önemli olan Müslüman olmak ve gereğini yapmaktır…
Bu çerçevede, Sultan I. Murad'ın annesi Bizans Prensesi "Horofira" iken, Müslüman olup "Nilüfer" adını; Yıdırım Bayezid'ın annesi Bulgar asıllı "Marya" iken, Müslüman olup "Gülçiçek" adını; Sultan II. Murad'ın annesi, kimi kaynaklara göre "Veronika" isimli bir Hıristiyan iken, Müslüman olup "Emine Hatun" adını; Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi, Polonyalı "Helga" (bu konuda da değişik rivayetler var) iken, Müslüman olup "Hafsa" adını; Sultan II. Selim'in annesi Rus uyruklu "Roxa" ya da Ukraynalı "Roxana" iken, Müslüman olup "Hürrem" adını almıştır…
Onların Müslümanlığını kimse sorgulayamaz! Onların Müslümanlığını sorgulamak, hiç kimsenin hakkı ve haddi değildir.
Birçoğu o kadar "İyi Müslüman"dır ki, dindaşlarının yararlanması için cami, mescid, çeşme, han, hastane, imaret gibi sayısız hayır eserleri vücuda getirmişlerdir.
Evet, sağlam Müslümanlardı: O kadar ki, aralarında, evlatlarını (zaman içinde padişah olabilecek şehzadeleri) emzirirken Yasin Suresi okuyanlara rastlanmıştır. Zaten hayırda yarışmaları, kendi harçlıklarını biriktirip sosyal hayatı kolaylaştıracak tesislere (yol, su, hastane, okul, imaret) yatırmaları, Müslümanlıktaki seviyelerine delildir.
Ne mutlu onlara ki, İslâmın "infak" kültürüyle Osmanlı'nın "vakıf medeniyeti"ni yüreklerinde bütünlemiş, bunun sonucu olarak da vatan sathını hayır eserleriyle donatmışlardır.
Bunların çoğu, küçük yaşta esir alınıp İstanbul'a getirilmiş olan "köle" kızlardır.
Böyle bir sistem vardı: Savaşta esir alınan kızların arasından en zeki ve güzel olanlar saraya ayrılır, aynı zamanda bir "yetiştirme yurdu" ve "akademi" de olan Harem'de eğitilir, dini bilgilerin yanı sıra, dünyevi bilgilerle de donatılır, sözün tam mânâsıyla padişaha eş ve anne olabilecek seviyeye getirilirlerdi.
Artık bu konularda ağzı olan ahkâm kesmesin. Bu ülkede tarih bilen tarihçiler var çok şükür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder