24 Aralık 2012 Pazartesi

Mucize Bir Atmosfer

Üstümüzdeki hava pek çok katmandan oluşur. Şimdi bunları görebilmek için elime bir şans geçti. Bir jet uçağıyla gezeceğim, ama bu normal bir jet uçağı değil. Bu, gezegendeki en hızlı uçaklardan biri. Daha da önemlisi çok yükseklere çıkabiliyor olması. Bu uçak İngiliz yapımı bir EEL ‘lardan bir efsane. Güney Afrika, bu uçakların hala uçtuğu çok az yerden biri. Kendini bir füzenin üzerindeymiş gibi hissedeceğim. Bir yandan bunu istiyorum, bir yandan beni korkutuyor. Biz insanlar havanın yaşam koşulları için en uygun ortamı sağladığı yeryüzünde yaşamaya uyumlu haldeyiz. En uygun sıcaklık, basınç ve en uygun oranlarda birbirine karışmış gazlar. Aşağıda yeterince oksijen var ama üç kilometreden yükseğe çıktığımızda hava katmanı inceliyor ve nefes almaya yetecek kadar oksijen olmuyor. Bu yüzden maskeyi takmazsanız bilincinizi kaybediyorsunuz. Ne güzel bir manzara. Bulutlar sanki dağın etrafından dolanarak kendilerine yol açıyorlarmış gibiler.

Gezegenimizi kuşatan atmosfer her biri farklı dört temel katmandan meydana gelmiştir. Bulutların üzerinde olmama karşın hala daha troposfer denen en alt katmandayım. Burası genelde 10 km.’den ince olan dar bir şerit şeklindedir. Troposfer; sıcak, sulu ve oksijen dolu bir çorba gibidir. Değişken, düzensiz ve güvenilmezdir ama yaşamın devamlılığı ona bağlıdır. Birkaç dakika içerisinde troposferi arkamda bırakacağım. Yolcu uçakları bu yükseklikten uçuyorlar. Şu anda 40 bin fit yükseklikteyiz, yani yaklaşık 12 km. Dışarıdaki basınç yeryüzündekinden yüzde 20 daha az. Sıcaklık da -60 derece civarında. Biraz daha yüksekte ve daha düşük basınçta vücudumdaki kan dolaşımı durur ve ben de ölebilirim. Bu yüzden içeride olduğum için mutluyum. Ses hızına çıkmak üzereyiz. Şu andaki hızımız 1 mach, üzerimizde 1 G’lik baskı var. İşte bu G-Noktası. 45 bin fite yaklaşıyoruz atmosferdeki görünmez sınırlardan birini geçmek üzereyiz. İlk katman troposferi arkamızda bıraktık ve şimdi de stratosfere giriyoruz. Çok farklı bir yer. Burada atmosfer durgun ve tamamen kuru. Yani fiilen hava yok. Stratosfer ölümcül güneş ışınlarının dünyaya ulaşma miktarını düşüren ozon tabakasını içinde barındırır. Şu anda 50 bin fitteyiz yani 15 km. Atmosferin neredeyse yüzde 90′ını oluşturan gazlar aşağımızda kaldı. Üzerimizde artık hiçbir şey yok. Siyah gökyüzü. Daha doğrusu koyu mavi. Ama atmosfer çok daha yukarılara doğru devam ediyor. Bulunduğumuz yerden 85 km yukarıya dek gidiyor ve uzay boşluğunda yavaş yavaş kayboluyor. Bu uçağın beni çıkarabileceği en yüksek nokta burası. Yeryüzüne dönmek yukarı çıkmaktan daha kolay.


Yaklaşık yıl önce, bir adam benden çok daha yükseklere çıktı ve tamamen farklı bir atmosfer tecrübesi yaşadı. Ağustos ‘ta insanoğlu Ay’a ayak basmadan çok daha önce askeri pilot Joe Kittinger tek başına uzay boşluğuna bir seyahat gerçekleştirdi. Roketle falan değil dev bir helyum balonuyla 31 kilometreye, stratosferin en yüksek kesimlerine kadar ulaştı. Bu benim ulaştığım yüksekliğin neredeyse iki katı. Daha sonra Kittinger hayret edilecek bir şey yaptı. Balondan atladı! Saatte neredeyse 1000 km hızla yeryüzüne düşüyordu ancak hiçbir şey hissedemiyordu. Giydiğim basınç elbisesinin kumaşında hiç dalgalanma yoktu. Bu gerçek çok garip bir duyguydu. Görsel olarak referans alabileceğim hiçbir şey yoktu. Bu yüzden havada asılı kaldığımı sandım. Ancak atmosferin alt katmanlarına troposfere girdiğinde kulakları sağır eden bir rüzgârın içinden geçtiğinin farkına varabildi. Nihayet paraşütünü açtı. Bu atlayışı tarihteki en uzun serbest düşüştü. Atlayışından sadece 15 dakika sonra, Kittinger yere ulaştı. 30 km’lik yükseklikten düşerken Kittinger atmosferi oluşturan gazların yüzde 99′unun arasından geçmişti. Ne kadar harika bir gezegene sahip olduğumuzun gerçekten farkında değiliz.
Balon Yükseliş
Bolanla Yükseliş ve Uzaydan Dünyaya Atlayış – 1960
Joe Kittinger
Kittinger stratosferin en üst kesimlerinden atlamasına karşın yine de atmosferimizin en yüksek noktasına erişememişti. Yukarıda iki koruyucu katman daha var. Sanki yokmuş gibi çok hafif ve inceler ama gezegenimiz için hayati öneme sahipler. Stratosferin yaklaşık 50 km üzerinde üçüncü katman mezosfer yer alır. Burası bizi meteorlardan koruyan katmandır. Kayan bir yıldız gördüğümüzde bu aslında atmosferimizin üst kısımlarında yanan bir meteordur. Mezosfer parlayan bulut olarak bildiğimiz garip bir fenomenin gerçekleştiği yerdir aynı zamanda. Bunlar sadece günbatımında görülebilen ince, şeffaf bulutlardır. Batmakta olan güneş tarafından aydınlatılırlar. En sonunda 85 km’lik yükseklikten itibaren dördüncü katman termosfer başlar. Atmosfer burada incelerek 100 km boyunca devam eder ve bu nokta uzayın başlangıcı olarak kabul edilir. Burası uzay mekiklerinin Dünya’nın etrafında döndükleri katmandır. Burası aynı zamanda Güneş’in ölümcül ışınlarının dünyanın manyetik alanıyla kesişerek kutuplara doğru yöneldiği ve Aurora‘yı oluşturdukları yerdir.
Yıldız Kayması
Meteor Kayması ve Kutup Işıkları
Kutup Işıkları
Atmosferi izlemenin başka bir yolu daha var. Yeryüzünden atmosferi çekerek onu bir topa dönüştürebilseydik, işte böyle görünürdü. Aslında atmosfer Dünya’nın sadece yüzde ‘ini teşkil eder. İçerisinde hayatımızı sürdürdüğümüz, troposfer, çok ince bir şerittir. Gezegenimizin etrafındaki ince mavi çizgidir. Yaşam için gerekli gazların dengeli bir karışımından oluşur. Ancak fiziksel olarak da görülebilir. İçerisinde yaşadığımız troposferi anlayabilmek için onu sadece bir gaz olarak değil akıcı bir sıvı olarak düşünmelisiniz. Gerçekte havadan oluşan dev bir okyanusun dibinde yaşıyoruz. Tıpkı sudaki gibi havada da türbülans oluşur. Bu bulutlar, hava dağların etrafından dolaşırken kıvrımlı şekiller alırlar. Tornadolar dev birer girdap gibidirler. Tıpkı okyanus gibi havada da dalgalanmalar olur. Queensland, Avustralya’daki bu bulut dünyadaki en büyük dalgadır. İki kilometre yükseğe kadar erişebilir. Genellikle deniz üzerindeki nemli havanın kıyıya yanaşması ve kara tarafından yükseltilmesiyle oluşur. Hava soğudukça, bulut şekline dönüşür ve saate km. hızla hareket etmeye başlar. Üzerimizde nasıl bir okyanus olduğunun kanıtıdır bu.
Atmosferli Dünya
Atmosfer Olmasaydı Dünyamızın Görüntüsü Nasıl Olurdu?
Atmosfersiz Dünya
Dünya Rüzgarların Yönü
Rüzgarların Yönlendirdiği Atmosfer Akışı
Her akışkan madde gibi atmosferin de bir ağırlığı vardır. Vücudumuzun her santimetre karesine bir kiloluk bir basınç uygular. Bu tıpkı göğsünüzde park eden bir araç olmasına benziyor. Bu basınç yüzünden yere düşüp kalmamamızın tek nedeni vücudumuzdaki havanın dışarıdaki basıncı dengelemesidir. Tıpkı üzerindeki akıntının ağırlığından habersiz şekilde denizin dibinde yürüyen ıstakozlar gibiyiz. Çünkü bu duruma tamamen uyum sağlamışız. Atmosferin akışkan doğası konusunda hala şüpheleriniz varsa bazı insanlar burada sörf bile yapabiliyorlar. Kabul etmeliyiz ki normal sörften daha zor bu yüzden Troy Hartman gibi işin uzmanı olmak gerekiyor. Troy havada sadece dikey olarak değil dikey olarak da hareket edebiliyor. Gökyüzü, Troy için okyanus gibidir.
Gökyüzü Sörfü
Gökyüzünde Sörf Yapmak
Ters Sörf
Atmosferi akışkan olarak görmek, yeryüzünü nasıl şekillendirdiğini konusunda bir takım ilginç sonuçlara ulaşmanızı sağlıyor. Bunlardan biri de atmosferin gücünün gezegenin yüzeyini değiştirebilecek hatta kayaları bile oyabilecek kadar kuvvetli olmasıdır. Şu anda çok özel bir yere gidiyorum atmosferin ne kadar güçlü olduğunu bizzat görebileceğiniz bir yere. Oraya ulaşmak için 5 km yol yürümeyi göze alan çok az insan bu onuru yaşayabiliyor. Ancak bunu yapmak için güzel bir nedenimiz var. Arizona‘daki bu kaya oluşumu gezegenimizdeki en değerli jeolojik bölgelerden biridir. Dev bir yontma heykelin içerisinde gibiyim jeolojik bir sanat eseri. Bu kayalara dalga diyorlar. Nedeni ortada. Bu düzgün şekilli dev kıvrımlar sanki suyla oluşturulmuş gibiler. Ancak farklı bir akışkanın hareketiyle oluşturulmuşlardır: Rüzgâr bu kayalara çarptıkça, kum taneciklerini koparıyor ve onları toplayarak uzaklara taşıyor. Dev bir zımparaya dönüşerek kaya yüzeylerini aşındırır ve zayıf halkalar boyunca bu çizgileri ortaya çıkarır. Arazinin bu şekli alması binlerce yıl sürüyor. Bu uzun bir süre gibi görünebilir ancak jeolojide göz açıp kapatmak kadar kısa bir zaman aralığıdır. Bu durum etrafımızdaki havanın aslında ne kadar güçlü olabildiğini bize gösteriyor.
Yaratıcının Rüzgar Eliyle Oluşturduğu Sanat
Yaratıcının Rüzgar Eliyle Oluşturduğu Sanatlar
Yardang Şekli
Yeryüzü Şekilleri
Rüzgârın yapabildikleri inanılmaz. Sürekli çalışıyor ve sürekli dünyamızı şekillendiriyor. Bu anlattıklarım sadece burada değil tüm gezegende oluyor. Rüzgârlar Dünya’nın yüzeyini devasa ölçeklerde şekillendiriyorlar. Rüzgâr bir bölgede sürekli aynı yönden eserse dev kanallar oluşturabilir. Bunlara yardang denir. Ancak bu aşındırma olayı sadece karaları şekillendirmiyor. Bu, yaşamın ihtiyaç duyduğu pek çok hayati bileşeni gezegenin her tarafına taşıma sürecinin ilk safhasıdır. Sahra Çölündeki rüzgârlar mineral açıdan zengin devasa miktarlardaki kumu havaya kaldırır ve Atlantik’in öteki taraflarına kadar savurur. Burada çoğu denize düşer ve okyanusu besinleriyle gübreler ancak bir kısmı okyanusu aşarak Güney Amerika’daki Amazon ormanlarına kadar ulaşır. Her yıl milyon ton tuz ve mineral Sahra Çölü’nden Amazonlara taşınır. Burada yağmur onları atmosferden toplar ve aşağıdaki ormana yağdırır. Bu besinler yağmur ormanlarının sağlığı açısından çok önemlidir. Bu şekilde atmosfer hareketleri Dünyamızdaki yaşamın devamlılığı için çok önemli bir rol oynar.
Havalanan Çöl Tozları
Rüzgarlar nedeniyle çöllerden havalanan minarel zengini kum tozları, binlerce km yol katederek, okyanuslardaki balıkların ve yağmur ormanlarındaki bitkilerin besinlerini oluştururken, Rezzâk ismi hiç umulmadık bir şekilde tecelli eder.
Yağmur Ormanları
Ancak etrafımızda sürekli hareket eden bu gazlar gezegenimizin işleyişine direkt etki eden en temel unsurdur. Hava değişimlerini oluşturur. Her şeyin temeli ısıdır. En hafif meltemden en şiddetli kasırgaya kadar tüm hava hareketleri atmosferdeki ısı farklılıklarının sonucudur. Bu görüntü aylık hava hareketlerinin birkaç saniyeye sıkıştırılmış halidir. Isı sonucu okyanuslardan ve karalardan buharlaşan su bulutları oluşturur. Hava hareketlerinin tahmini karmaşık ve zordur bunun nedeni de atmosferin kara, deniz hatta gezegendeki buzullarla olan etkileşim tarzıdır. Bu güçlerin en uç noktadaki etkileşimlerini görmek için Güney Amerika’ya doğru yol alıyorum. Bu Pachamama Festivali. Pormamarcha, Arjantin’deki köylüler tarafından icra edilen gürültülü bir kutlamadır. Bu bir adak karnavalı olduğundan ciddi bir uğraş söz konusudur. Talep edilen şey iyi bir hasat, talep edilen kişiyse tanrı Pachamama, yani havayı kontrol eden yeryüzünün anasıdır. Durmadan hava durumundan söz ediyoruz ancak buradaki insanların bunun için iyi bir nedeni var çünkü dünyanın en sert fırtınaları Arjantin‘in bu bölgesinde meydana geliyor. Bilim adamları dünyanın en fırtınalı noktalarını belirlemek için o yere yılda kaç yıldırım düştüğünü hesaba katarlar. Şu an hiç öyle görünmüyor olabilir ama bu bölge sıralamada açık ara zirvede. Buradaki fırtınaların bu kadar kötü olması garip görünüyor. Şu anda huzur dolu bir manzara var ancak ipuçlarına bakmayı biliyorsanız burasının müthiş bir fırtına için taşıdığı potansiyeli görebilirsiniz. Bu arazi, her biri farklı niteliklere sahip çok güçlü iki hava kütlesinin çatışması için mükemmel bir ortam. Arjantin’in bu bölgesinde, hava çok daha sıcak ve nemlidir çünkü buraya dünyadaki en rutubetli yerden gelir. Bu yer hemen kuzeyimdeki Amazon havzasıdır. Soğuk havaysa özellikle soğuktur çünkü o da buraya Güney Kutbu’ndan gelir. Buradaki sorunun nedeni de bu bileşimdir. Sıcak ve soğuk havanın bu olağanüstü çarpışması fırtınayı da beraberinde getirir. Ancak bu bölgenin bir başka özelliği fırtınaların özellikle bu bölgede yoğunlaşmasına neden olur. Şu anda dünyadaki en büyük sıradağ oluşumunun eteklerindeyim And Dağları. Bu set, bir duvar gibi hareket ederek sıcak ve soğuk havanın tehlikeli bileşimini aynı yere sıkıştırıyor. Bu, uç noktaların çarpışması ve burası da onların savaş alanı.
Fırtınalı Dağlar
Yıldırım fırtına bulutları içindeki aşırı hava hareketlerinin sonucudur. Sıcak hava yükselirken, soğur ve su tanecikleri donar. Bazıları küçük kristallere dönüşürken, bazıları daha büyük ve sulu hale gelirler. Bu iki farklı buz tipi elektrikle yüklenir. Bu elektrik alanı çok güçlü hale gelene dek büyür ve yeryüzüne kadar ulaşır. Ancak atmosferin üst kesimlerinde çok daha şaşırtıcı çok daha tuhaf bir yıldırım biçimi vardır. Bunlara tayf adı verilir. Bu tarz yıldırımlar aşağıya yeryüzüne doğru değil tam tersine yukarıya 75 km kadar yükseklere mezosfere kadar çıkar. Arjantin’in bu bölgesi fırtınaların özellikle yoğun olduğu bir yer ancak dünyanın diğer bölgelerinde de atmosfer sürekli hareket halinde. Sıcak ve soğuk hava kütleleri sürekli bir çakışma içerisinde.
Gökyüzüne Düşen Yıldırımlar
Yıldırımlar sadece yeryüzüne düşmez, yukarı doğru gökyüzüne düşen yıldırımlar da vardır.
Atmosferin gezegenimizi şekillendirme ve hava durumunu oluşturma konusundaki etkisini gördük ancak gezegenimizi güneş sistemi içerisinde yegâne olmasını sağlayan unsur da bu ilişkidir. Bu hayati ilişkinin nasıl geliştiğini anlamak için Dünya’nın uzun geçmişinin en başlarına dönmemiz gerek. Gezegenimizin atmosferi Dünya’nın oluşumundan kısa bir süre sonra 4.5 milyar yıl önce meydana geldi. Dünya o zamanlar volkanlarla doluydu. Milyonlarca yıl boyunca bu volkanlar büyük bir gaz salınımına neden oldular. Bu gazlar yavaş yavaş atmosferi oluşturmaya başladı. Ancak bugünkü atmosfere pek benzemiyordu. Bu zehirli karışım karbon dioksit, metan ve hidrojen sülfit yüklü su buharı içeriyordu. Bugün bağımlı olduğumuz gaz, yani oksijen ortada yoktu. Bu ölümcül karışım milyar yıl boyunca sürdü ta ki beklenmedik bir şey atmosferi değiştirene dek.
Gaz Salınımları
Dünya yaratılış sonrası canlılara uygun bir ortam oluşturmak için birçok evreden geçmiştir.
Avustralya kırsalına hoş geldiniz. Dışarısı kavruluyor. Belki de 40 derece vardır. Ama bu yolculuk buna değer çünkü dünyadaki en tuhaf manzaralardan birini görebilmek için bu yollara düştüm. Buradaki deniz yaşam dolu. Bu tuhaf yumrular için buradayım. Bu tuhaf şeyler dalgalarla kıyıya vurmuş kaya parçalarına benziyorlar ama değiller. Aslında onlar canlı birer varlık. Bu yumrular Dünya’daki en eski yaşam formlarıdır. Bunlara stromatolit deniyor. Önemliler çünkü dünyadaki en basit yaşam formuna sahipler tıpkı bir bakteri gibi. Onlara yaklaştığınızda sadece dış kısımlarının canlı olduğunu görebilirsiniz. Üst tabakası aslında milyonlarca mikroskobik organizmadan oluşmuştur. Bu stromatolitlerse 3.5 milyar yıldır buralardalar. Neredeyse gezegenin yaşının dörtte üçü. Bu stromatolitler çok özeller çünkü sıra dışı bir şeyi gerçekleştirdiler. Güneş ışığını alıp fotosentez yaparken sudaki kimyasalları ayrıştırdılar ve gezegeni tamamen değiştirecek bir şeyi açığa çıkarttılar: Oksijen.
Stromatolitler
Yaradılışı inkar eden evrimciler stromatolitleri kendilerine malzeme konusu yapmıştır.
Yaradılışa İnanmayan Evrimcilere Malzeme
Stromalitler dünyamızda fotosentez yaparak oksijeni dışarıya salan ilk türdür. Bu da Dünya tarihindeki en büyük değişimlerden birine yol açtı. Zamanla gezegenin oksijeni zengin bir atmosferi olacaktı. Ancak bu olmadan önce bir engelin aşılması gerekiyordu. Oksijenin atmosfere ulaşmasını neyin engellediğini görmek için Avustralya’nın derinliklerine doğru yola çıkıyorum. Bu bölge şu anda kuru ve tozlu olmasına rağmen, milyar yıl önce bu kayalar denizin derinliklerinde oluştu. Bu da bize oksijeni neyin durdurduğunu açıklıyor. O dönemde denizler suda çözünmüş demir açısından zengindi. Stromatolitler nedeniyle okyanustaki oksijen seviyesi artmaya başlayınca karşılaştıkları demirle etkileşime girdiler. Sonuç olarak ortaya büyük miktarda oksit çıktı, yani pas. Oksijeni denizin dibine çökerterek durduran bu tepkimeydi. Deniz dibinde biriken bu çökeltiler zamanla katmanları oluşturdular. Şimdi siz de bu katmanları görebilirsiniz. Bu gördüğünüz şey metal. Bu yüzden sıcak. Bu kaya üzerinde şerit çizen renkli katmanları görebilirsiniz. Buradaki pas katmanları tüm dünyaya yayılıyor ve dev demir yatakları oluşturuyor. Dünya üzerinde çıkarılan tüm demir yatakları varlıklarını iki milyar yılı aşkın süre önce denizleri oksijenle doldurmaya başlayan stromatolitlere borçlular. Ancak bu, oksijenin dünyamızı değiştirme öyküsünün henüz başlangıcı. Denizlerdeki paslanma sonsuza kadar devam edemezdi. Nihayet, denizdeki demir tükendi, ama oksijen güçlenmeye devam etti. İşlem henüz bitmemişti. Artık oksijenin gidebileceği tek bir yer kalmıştı. Okyanustan çıktı ve atmosferi doldurmaya başladı. Gezegenimizin tarihindeki hiçbir olay bu derece önemli değildir. Oksijenin yaptığı ilk iş gezegenimize koruyu bir kalkan sağlamak oldu.
Patlatılan Demir Madeni
Patlatılan Demir Madeni
Ozon tabakası gezegenimizi Güneş’ten gelen zararlı ultraviyole ışınlardan koruyarak yeryüzünde daha üst organizmaların yaşamasına izin verir. Atmosferimizdeki ozon yoğunluğu bu renklendirilmiş görüntülerden anlaşılabiliyor. Havadaki kirlenme sonucu oluşan Antarktika üzerindeki dev delik rahatlıkla görülüyor. Şanslıyız ki delik artık küçülüyor. Oksijen sadece gezegenimizi korumakla kalmamış. Oksijen çok reaktif bir gazdır ve bu yüzden bakterilerden çok daha gelişmiş yaşam biçimlerini destekleyebilir. Oksijen zengini atmosfer sayesinde dünyamız zamanla olağanüstü çeşitliliğe sahip karmaşık yaşam türlerine sahip oldu. Ve en sonunda da, insanoğluna Oksijene ne kadar bağımlı olduğumuzu anlamak için üreme gibi temel bir olguyu nasıl etkilediğine bakabiliriz. And Dağlarının arasında yer alan Aruya köyü yeryüzündeki en yüksek yerleşim yerlerinden biridir. Çoğu kısmı 4000 metrenin üzerindedir. And halkı buraya 1000 yılı aşkın bir süre önce gelmiş. Çünkü burada bakır, gümüş ve altın gibi çok para eden değerli madenler var. Ancak İspanyollar 16. yy’da buraya ilk geldiklerinde çok ciddi bir sorunla karşılaşmışlar. Çocuk sahibiolamıyorlarmış. Kadınlar sürekli çocuklarını düşürüyorlarmış. Kayıtlara göre İspanyol göçmenleri içerisinden buradaki başarılı ilk doğum olayı bundan 53 yıl önce gerçekleşmiş. Sorunun nedeniyse yükseklikti. Bu yükseklikte atmosfer fazla kalın değildir. Oksijen oranı deniz seviyesinin ancak yarısı kadardır. Bu rahatlıkla fark edilebiliyor. Benim de burada derin derin nefes almaktan başıma ağrılar giriyor. Bu oksijen eksikliği İspanyolların çocuk sahibi olmasını engelledi. Doğmamış çocukları dünyaya getirmek için yeterince oksijen yok bu yüzden ya doğum sırasında ya da doğumdan hemen sonra ölüyorlardı. Yeni gelen İspanyollar, çoğu insan gibi, %21 oksijen oranına sahip deniz seviyesinde nefes almaya alışkındı. İnsan vücudu kendini buna göre adapte etmiştir. Ancak bu yükseklikteki köylerde alçak basınç oksijen seviyesinin azalmasına neden oluyor. Nesiller boyunca And halkı buna bir şekilde uyum sağlamıştı ancak İspanyol göçmenler bu duruma alışamadı. 53 yıl sonra bu sorunun nasıl çözülebildiği şu an için bilinmiyor ancak çok karmaşık bir cevabı olduğunu sanmıyorum. Muhtemelen yerel halktan çocuk sahibi olmak gibi basit bir yanıtı olabilir. Bu şekilde İspanyollar da buradaki yerel halkın nesiller boyunca yüksekliğe karşı sağladığı uyumu kendi genlerine aktarmış olabilirler. And halkı bile 5000 metrenin üzerindeki yüksekliklerde nefes almakta zorlanıyor. Daha yüksek noktalardaysa insanın yaşayabilmesi imkânsız. Yani, varlığımızın sınırlarını belirleyen de oksijendir. Oksijeni oluşturan yaşamdır, karşılığında oksijen yaşamın gelişebilme olanağını sağlar.
Dağ Halkı
Deniz kenarlarında yaşamanın insan sağlığına olumsuz yönleri bulunduğu gibi,
çok yükseklerde yaşamak ta insanlar açısından bazı olumsuzlukları beraberinde getirir.
Küçük Mezarlar
Bizim için atmosferdeki en önemli gazın oksijen olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak yanılıyorsunuz. Hayatta kalabilmemizi sağlayan başka gazlar da var. Bunlar karbondioksit gibi sera gazlarıdır ve gördüğümüz gibi volkanlar tarafından salınırlar. Bu gazlar olmasaydı dünyamızın sıcaklığı şu andakinden 15 derece aşağıya düşerdi. Ancak artık kömür, petrol ve benzin gibi fosil yakıtları kullanarak bizler de atmosfere ilave karbondioksit salıyoruz. Tarih boyunca atmosferdeki karbondioksit miktarı değiştikçe tüm dünyanın sıcaklığı da değişim göstermiş. Şu anda biliyoruz ki karbondioksit miktarındaki ufak değişimler bile zincirleme bir tepkiye neden olabilirler. Bu da iklimimizde çok büyük çaplı değişimlere yol açabilir. Bunun geleceğimizdeki etkilerini görebilmek içinSibirya‘ya uçuyorum. Üç gündür yollardayım Londra’yla aramızda saatlik bir zaman farkı var. Dışarıda benim için Dünya’daki en tuhaf manzaralardan biri var. Burası gezegendeki en uzak ve soğuk yerlerden biri. Burada buzun altında donmuş şekilde bekleyen ve iklimimizi tehdit edebilecek büyük bir tehlike var. Bu tehlikenin adı metandır ve karbondioksitten çok daha güçlü bir sera gazıdır. Burada aradığım şey de metan. Nehir setleri ve falezler gibi pek az yerde toprak sıvı hale gelir ve tiyal tabakası ortaya çıkar. Ona dokunabilmek güzel bir duygu. Karbon ve bitki artıklarından oluşan çöpler buzun içerisinde sıkışıp kalmıştır. Pek ilginç bir şeye benzemiyor gibi görünebilir ancak bu şey gezegenimiz için çok önemlidir çünkü metan gazını oluşturan tüm elementler bu tiyal tabakasının içerisinde sıkışıp kalmıştır. Küresel ısınmanın sonucunda tiyal tabakasının erimeye başlaması büyük miktarlarda metan gazının salınımına sebep olacak. Bu da küresel ısınmayı tahminlerimizin çok ötesinde bir hızla arttıracak. Ne yazık ki Sibirya’da tiyal tabakasının erimeye başladığını gösteren belirtiler var. Sıcaklık burada gezegenin diğer yerlerinden çok daha hızlı şekilde yükseliyor. Son yılda derecelik bir artış meydana geldi. Tabi sizin bundan haberiniz yok. Tiyal tabakasının küresel ısınma konusundaki etkilerini görebileceğimiz en iyi yer bölgede bolca bulunan göller. Çevrebilimci Katey Walter’ı da bu yüzden buraya çağırdım. Kalley, tiyal tabakasından sızmaya başlayan metan gazının ilk belirtilerini çoktan keşfettiğine inanıyor. Tiyal tabakasının içerisinde çok miktarda ölü bitki vardır. Ölü bitkiler göl tabanına indikten sonra eriyor ve orada metan üreten organizmaların yiyecek kaynağı oluyor. Bu ölü bitkiler açığa çıkıyor ve gölün dibinde fermantasyona uğramaya başlıyorlar. İşte metan gazı bu şekilde oluşuyor ve ortaya çıkıyor. Eğer Katey haklıysa buzda metan kabarcıkları bulunması gerekir. Buradaki buz tabakası yaklaşık metrelik kalınlığa sahip içerisinde sıkışmış bir sürü kabarcık dolu. Sorun şu ki bu kabarcıklar burada fazla kalmayacaklar. Buzlar baharda eridiğinde, baloncuklar serbest kalacaklar. Metan, karbondioksitten kat daha güçlü bir sera gazıdır. Bu yüzden bu göllerden ne miktarda metan gazının açığa çıktığını öğrenmemiz gerek. Metan hayli yanıcı bir gaz olduğundan bu kabarcıklarda ne kadar metan olduğunu anlayabilmenin basit ve emin bir yolu var.
Yanardağlardan Yükselen Sera Gazları
Yanardağlardan Yükselen Sera Gazları
Ne yazık ki bu kabarcıklar, gölün her tarafında bulanabiliyor. Yani burada çok büyük miktarda metan gazı sıkışıp kalmış durumda. Buzdan alev çıkması gördüğüm en tuhaf olaylardan biri. Ancak bu ciddi bir uyarı aslında. Metan gazının bu şekilde bölgedeki tüm göllere yayılıyor olması büyük bir sorun. Çünkü hepsini hesaba kattığınızda atmosfere salınacak sera gazı miktarını tahmin etmek zor değil. Bu gazların etkisi zincirleme tepkiye yol açacağından çok çabuk bir şekilde kendini gösterebilir. Küresel ısınma tiyal tabakasının erimesine yol açıyor. Tiyal tabakası eridikçe göllerin dibinde daha fazla etkileşim meydana geliyor en sonunda da küresel ısınmayı arttıracak metan ortaya çıkıyor. Evet, bu patlamaya hazır saatli bir bombadan farksız. Hem de potansiyeli açısından çok büyük bir saatli bomba. Bu devasa boyutlardaki donmuş bölge . milyon kilometre karelik bir alanı kaplıyor. Yani, ABD’den daha büyük bir alan. Eğer buradaki bütün tiyal tabakası erirse bu durum atmosferdeki metan seviyesinin kat artmasına neden olabilir. Bu durum da küresel ısınmayı kesinlikle hızlandıracak ancak bunun hızı ve doğuracağı sonuçları henüz kimse bilemiyor. Tüm bunların atmosferin değişken doğasını zedeleyebilir.
Metan Gölü
Göl Gazı
Kutuplarda buz tutmuş göller altında ki metan gazının küresel ısınmayla meydana gelecek
erime sonrası atmosfere salınması büyük felaketlerin habercisi olabilir.
Göl Ateşi
Sibirya Rusyası
Metan gazının seviyesi gibi faktörlerdeki en ufak bir değişimin iklim üzerinde çok dramatik sonuçları olabilir. Donmuş göllerle yaşadığım tecrübelerin ardından en yakın kasaba Cherskiy’e doğru yol alıyorum. Burası yılın ayı kar altında olan ve Sovyet döneminden kalma bir yerleşim yeri. Burada yaşayanlar insan ırkının en sıra dışı koşullara bile nasıl uyum sağlayabildiğinin bir göstergesidir. Ancak henüz yüzleşmek zorunda kalmadığımız bir sorun var iklimin inanılmaz bir hızla değişmesi. Atmosferin bugünkü halini alması milyarlarca yıl sürmüş ve bu süre boyunca atmosfer ve yaşam arasında karşılıklı bir dayanışma meydana gelmiştir. Ancak yaşam ve etrafımızı kuşatan atmosfer arasındaki bu hassas dengeyi artık tehdit etmeye başladık. Bizler atmosferi bilinçli olarak değiştiren ilk türüz ve bunu yeryüzünün ısısını bile bile arttırarak yapıyoruz. Dünya için atmosferin daha sıcak olması yeni bir şey değil ancak biz insanlar için bunun doğuracağı sonuçlar belirsiz çünkü kendimizi tüm güçler içerisinde en kararsızı olan atmosferin insafına bırakarak gezegendeki varlığımızı çok hassas bir noktaya getiriyoruz.
Kıyametin Habercisi
Eğer böyle giderse, insanoğlunun bitmek bilmeyen hırsı nedeniyle sürekli kirlenen
ve dengesi bozulan bir çevre Kıyametin habercisi olabilir.

Hiç yorum yok: