Bu despotik anlayış, hürriyetten, demokrasiden, hele hele millî iradeden söz edildiği yerde, hiçbir şekilde normal karşılanamaz, makul görülemez, müdafaa edilemez...
Çünkü, o günlerde kelle koltukta hizmet edenlerin hemen tamamı "millî iradenin üstünlüğü" prensibine yürekten inanıyorlardı.
Şayet, buna inanmasalardı, işgale karşı çıkıp hayatlarını tehlikeye atmaz, Damat Ferit hükûmeti İngilizlere boyun eğer, onların mandası altında yaşamayı kabul ederdi.
Esasen, o dönemde iki tarafın ortası yoktu: Ya işgali kabullenip "İngiliz Muhibbânı" olacak, ya da Millî Mücadele saflarına katılacaksın.
İşte, İstanbul'un fiilî işgal tarihi olan 16 Mart 1920'den itibaren, iki taraf arasındaki "kırmızı çizgi" bütün keskinliğiyle belirginleşmiş oldu.
Şehzâdebaşı'nda birçok askerimizin yaralanıp şehit edildiği bu kanlı tarihten sonra, çok sür'âtlı bir şekilde şu gelişmeler yaşandı:
* İşgalci kuvvetler tarafından, Osmanlı hükûmeti ile Mebûsân Meclisi abluka altına alındı. Hükûmete "Emir ve irademizin dışına çıkamazsınız" yönünde bir nota verildi.
* Meclis'teki bazı milletvekilleri tutuklanarak Malta'ya gönderildi.
* Posta idaresi, telgrafhane ve her türlü haberleşme hürriyeti kontrol altına alınarak, bu hakların kullanılmasına kısıtlama getirildi.
* Matbaalar takip ve konrol altına alındı, basına sanür getirildi.
* Henüz yeni seçilen milletvekilleri, 18 Mart'ta son toplantısını yaptı ve İstanbul'u terk etme kararını aldı.
* Ankara'da bulunan Heyet–i Temsiliye Reisi M. Kemal'in imzasıyla, yeni meclis ve yeni seçimle ilgili olarak, 19 Mart'ta bütün vilayet ve sancaklara şu mânâda bir tamim (umuma duyuru) yayınlandı: "İstanbul'daki fiilî işgal sebebiyle, Ankara'da fevkalâde selâhiyetlere sahip bir meclisin âcilen toplanması icap ediyor. Bunun için de, her mahalde seçimler yapılsın ve seçilenler 15 gün içinde Ankara'da toplansın."
Şehzâdebaşı'nda birçok askerimizin yaralanıp şehit edildiği bu kanlı tarihten sonra, çok sür'âtlı bir şekilde şu gelişmeler yaşandı:
* İşgalci kuvvetler tarafından, Osmanlı hükûmeti ile Mebûsân Meclisi abluka altına alındı. Hükûmete "Emir ve irademizin dışına çıkamazsınız" yönünde bir nota verildi.
* Meclis'teki bazı milletvekilleri tutuklanarak Malta'ya gönderildi.
* Posta idaresi, telgrafhane ve her türlü haberleşme hürriyeti kontrol altına alınarak, bu hakların kullanılmasına kısıtlama getirildi.
* Matbaalar takip ve konrol altına alındı, basına sanür getirildi.
* Henüz yeni seçilen milletvekilleri, 18 Mart'ta son toplantısını yaptı ve İstanbul'u terk etme kararını aldı.
* Ankara'da bulunan Heyet–i Temsiliye Reisi M. Kemal'in imzasıyla, yeni meclis ve yeni seçimle ilgili olarak, 19 Mart'ta bütün vilayet ve sancaklara şu mânâda bir tamim (umuma duyuru) yayınlandı: "İstanbul'daki fiilî işgal sebebiyle, Ankara'da fevkalâde selâhiyetlere sahip bir meclisin âcilen toplanması icap ediyor. Bunun için de, her mahalde seçimler yapılsın ve seçilenler 15 gün içinde Ankara'da toplansın."
Mebuslar Ankara'da
Son Osmanlı Mebûsân Meclisinin Reisi Celâleddin Arif Bey, yukarıdaki tamimden bir gün önce, yani 18 Mart günü Anadolu'ya geçmek üzere İstanbul'dan ayrıldı.
Hemen ardından, 100'den fazla milletvekili daha İstanbul'u terk ederek Anadolu'nun yolunu tuttu. İstanbul'dan ayrılanların ekseriyeti Ankara'da toplandı. Bir kısmı başka yere gitti, bir kısmı da kayıplara karıştı.
Neticede, İstanbul'dan ayrılan ve Anadolu'nun muhtelif bölgelerinden (66 bölge) seçilerek gelen yaklaşık 115 kadar milletvekili ile Ankara'daki Millet Meclisinin açılışı yapıldı. (23 Nisan 1920)
I. Devre Millet Meclisine seçilen üyelerin sayısı 330'dan da fazladır.
Ancak, durumun âciliyetine binaen, İstanbul'u terk eden ve vilayetlerden seçilen mebusların tamamının gelmesi beklenilmeden, yeni bir Meclis ve yeni bir hükûmetin teşkili cihetine gidildi.
Sonuç itibariyle, Ankara'ya gelenlerin ve Anadolu hükûmetini destekleyenlerin emen tamamı vatanperver, milletperver kimselerdi ve işgal kuvvetleri karşısında hayatını tehlikeye atarak mücade etme traftarıydı.
Buraya kadar herşey tamam, herşey normal görünüyor.
1920 yılı Nisan'ında çalışmaya başlayan ve tam üç yıl müddetle Millî Mücadele saflarında hizmet eden Millet Meclisi üyeleri arasında ilk ciddî ayrışma 1 Nisan 1923'te su yüzüne çıktı.
Şüphesiz, daha evvelden de şahıslar ve gruplar arasında birçok tartışma yaşanmış, biribirine taban tabana zıt görüş ayrılıkları vuku bulmuştu: Bilhassa, sarhoşluk veren maddelerin yasaklanması (Men–i Müskirat Kànunu), yönetimde şahıs yerine kànun hakimiyeti talepleri ve Lozan'da verilen tavizler meselesi gibi...
Ancak, Meclis'te bulunan üyelerin gruplara ayrılması (I. Grup, II. Grup ve Bağımsızlar) 1 Nisan günü itibariyle tam anlamıyla belirginlik kazanmış oldu.
Zira, o gün seçim kararı alındı ve yeni seçilecek milletvekili listelerine "muhalif grup"tan addedilen bir tek kişinin dahi alınmaması cihetine gidildi.
O zamanki muhalefet kanadının başını Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey ile Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey çekiyordu. Muhalefetin nâşir–i efkârı durumundaki iki buçuk aylık Tan gazetesinin sahibi Ali Şükrü Bey, 27 Mart'ta öldürülmüş, ancak cesedi henüz bulunamamıştı; cesedi, seçim kararının hemen ertesi günü (2 Nisan 1923) bulundu.
Bu yiğit adam, karanlıkta kalan bir kumpasla bertaraf edilirken, onun en yakın arkadaşı olan Hüseyin Avni Bey ile 60 kadar arkadaşı da, üzerleri çizilerek tanzim edilen yeni listeye dahil edilmediler.
İlk Meclis'in muhalefet grubu, böylelikte devre dışı edilmiş oldu.
Hemen ardından, 100'den fazla milletvekili daha İstanbul'u terk ederek Anadolu'nun yolunu tuttu. İstanbul'dan ayrılanların ekseriyeti Ankara'da toplandı. Bir kısmı başka yere gitti, bir kısmı da kayıplara karıştı.
Neticede, İstanbul'dan ayrılan ve Anadolu'nun muhtelif bölgelerinden (66 bölge) seçilerek gelen yaklaşık 115 kadar milletvekili ile Ankara'daki Millet Meclisinin açılışı yapıldı. (23 Nisan 1920)
I. Devre Millet Meclisine seçilen üyelerin sayısı 330'dan da fazladır.
Ancak, durumun âciliyetine binaen, İstanbul'u terk eden ve vilayetlerden seçilen mebusların tamamının gelmesi beklenilmeden, yeni bir Meclis ve yeni bir hükûmetin teşkili cihetine gidildi.
Sonuç itibariyle, Ankara'ya gelenlerin ve Anadolu hükûmetini destekleyenlerin emen tamamı vatanperver, milletperver kimselerdi ve işgal kuvvetleri karşısında hayatını tehlikeye atarak mücade etme traftarıydı.
Buraya kadar herşey tamam, herşey normal görünüyor.
1920 yılı Nisan'ında çalışmaya başlayan ve tam üç yıl müddetle Millî Mücadele saflarında hizmet eden Millet Meclisi üyeleri arasında ilk ciddî ayrışma 1 Nisan 1923'te su yüzüne çıktı.
Şüphesiz, daha evvelden de şahıslar ve gruplar arasında birçok tartışma yaşanmış, biribirine taban tabana zıt görüş ayrılıkları vuku bulmuştu: Bilhassa, sarhoşluk veren maddelerin yasaklanması (Men–i Müskirat Kànunu), yönetimde şahıs yerine kànun hakimiyeti talepleri ve Lozan'da verilen tavizler meselesi gibi...
Ancak, Meclis'te bulunan üyelerin gruplara ayrılması (I. Grup, II. Grup ve Bağımsızlar) 1 Nisan günü itibariyle tam anlamıyla belirginlik kazanmış oldu.
Zira, o gün seçim kararı alındı ve yeni seçilecek milletvekili listelerine "muhalif grup"tan addedilen bir tek kişinin dahi alınmaması cihetine gidildi.
O zamanki muhalefet kanadının başını Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey ile Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey çekiyordu. Muhalefetin nâşir–i efkârı durumundaki iki buçuk aylık Tan gazetesinin sahibi Ali Şükrü Bey, 27 Mart'ta öldürülmüş, ancak cesedi henüz bulunamamıştı; cesedi, seçim kararının hemen ertesi günü (2 Nisan 1923) bulundu.
Bu yiğit adam, karanlıkta kalan bir kumpasla bertaraf edilirken, onun en yakın arkadaşı olan Hüseyin Avni Bey ile 60 kadar arkadaşı da, üzerleri çizilerek tanzim edilen yeni listeye dahil edilmediler.
İlk Meclis'in muhalefet grubu, böylelikte devre dışı edilmiş oldu.
Muhalefet biter mi?
Bir yerde hükûmet var, Meclis varsa, orada illâ ki bir muhalefet kanadı da olacaktır.
Şayet, çeşitli yöntemlerle bunu yok etmeye, ortadan kaldırmaya çalışsanız da, zaman içinde yine meydana çıkacak ve görevini ifâ edecektir.
Nitekim, 1920'li, 30'lu, 40'lı yılların Ankara'sında da öyle oldu: II. Grup 1923'te diskalifiye edildi, bir yıl sonra anamuhalefet cephesi olarak Terakkiperver Fırkası ortaya çıktı. Onu ezdiler, lider kadrosunu en ağır şekilde cezalandırdılar, 1930'da ortaya Serbest Fırka çıktı. Onu da biçtiler, ancak 1946 şafağında bu kez bir türlü baş edemedikleri Demokrat Parti çıktı.
Darbelerle, muhtıralarla, türlü hile ve desiselerle yok etmeye çalıştıkları bu hareket, zaman ve zeminin şartlarından istifade ile tekrar be–tekrar meydan–ı zuhura çıkıp hayat buldu.
Yakın tarihimizin birçok safhasında ortaya çıkan muhalefet hareketi acımasızca bastırılmış, muhalifler susturulmaya çalışılmış; ancak, bunun sosyal, ya da siyasî hayattan silinmesi mümkün olmamış..
Şayet, çeşitli yöntemlerle bunu yok etmeye, ortadan kaldırmaya çalışsanız da, zaman içinde yine meydana çıkacak ve görevini ifâ edecektir.
Nitekim, 1920'li, 30'lu, 40'lı yılların Ankara'sında da öyle oldu: II. Grup 1923'te diskalifiye edildi, bir yıl sonra anamuhalefet cephesi olarak Terakkiperver Fırkası ortaya çıktı. Onu ezdiler, lider kadrosunu en ağır şekilde cezalandırdılar, 1930'da ortaya Serbest Fırka çıktı. Onu da biçtiler, ancak 1946 şafağında bu kez bir türlü baş edemedikleri Demokrat Parti çıktı.
Darbelerle, muhtıralarla, türlü hile ve desiselerle yok etmeye çalıştıkları bu hareket, zaman ve zeminin şartlarından istifade ile tekrar be–tekrar meydan–ı zuhura çıkıp hayat buldu.
Yakın tarihimizin birçok safhasında ortaya çıkan muhalefet hareketi acımasızca bastırılmış, muhalifler susturulmaya çalışılmış; ancak, bunun sosyal, ya da siyasî hayattan silinmesi mümkün olmamış..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder