14 Ekim 2012 Pazar

Lozan: 'Dünyayı dine tercih' antlaşması - M. Latif SALİHOĞLU

Lozan: 'Dünyayı dine tercih' antlaşması (1)
Uzun süren bir hazırlık devresinin ardından, Birinci Lozan Oturumu nihayet 22 Kasım 1922'de fiilen başlamış oldu. 

Meşhûr Lozan Konferansı, ya da görüşmeleri, genel hatlarıyla "Türkiye ile diğerleri" arasında yapıldı.

"Yeni Türkiye" heyetinin karşısında şu ülkelerin delegasyonu bulunmaktaydı: İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, Rusya ve Yugoslavya. (Konferansta eski müttefik Almanya'nın yer almaması, Türkiye'yi âdeta yalnızlığa mahkûm etti.)

Birinci Dünya Savaşı mağlûbiyetinden hemen sonra, hatta onun devamı mahiyetinde başlayan ve dört sene devam eden İstiklâl Harbi, esasında büyük bir zafer ile neticelenmiş olmasına rağmen, Lozan'da buna eşdeğer bir zafer değil, tam aksine büyük bir hezimet yaşandı.

Lozan'a giden heyetin reisi, Batı Cephesinden Hariciye Vekilliğine getirtilen İsmet Paşadır. Böyle olmasını Meclis Başkanı M. Kemal istedi.

Başvekil (Başbakan) Rauf Orbay, Mondros Antlaşmasına (30 Ekim 1918) başkanlık ettiği için, Lozan'a gidecek heyete de başkanlık etmek istedi; fakat; M. Kemal buna karşı çıkarak İsmet Beyi tercih etti.

Böylelikle, Lozan meselesinde ipler M. Kemal ile İsmet Paşanın eline geçmiş oldu.

İsmet Paşa, aralarında Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur ve Maliye Bakanı Hasan Saka'nın da bulunduğu Lozan'daki kalabalık Türk heyetini adeta baypas ederek hareket etti. (Bu zatların hatıra notları meydanda.)

Onun Türk heyetini bu şekilde dışlaması ve hemen akabinde, hiç hesapta yokken doğrudan Hahambaşı Haim Naum'la iş görmesi, hatta önemli görüşmelerde onunla danışıklı şekilde hareket etmesi ve bu görüşmelerin çoğunu gizli–kapaklı şekilde yürütmeye çalışması, "Lozan'ın içyüzü" hakkında daha o günlerden itibaren ciddî şüphelerin, hatta kaygıların uyanmasına sebebiyet verdi.
Evet, hiç şüphe edilmesin ki, Lozan heyetinin başındaki İsmet Paşanın kılavuzu Haim Naum'dur. Dolayısıyla, Lozan'ın gizli mimarı da odur.

Bir zamanlar İstanbul'da da bulunmuş olan Haim Naum, o tarihlerde Mısır Hahambaşısı olup, azılı bir Osmanlı ve İslâmiyet düşmanıdır.

Özellikle bu durum sebebiyledir ki, Lozan'a dair resmî kayıtlar, tâ başından itibaren–hatta Lozan'daki diplomatlarımızın nazarında bile–inandırıcı olmaktan çıkmış; buna mukabil, gayr–ı resmî kayıtlar ise, günden güne değer ve itibar kazanmıştır.

Zira, insanlar, insaniyet damarıyla yalandan uzak, hakka âşık, doğruya meyyal ve müptelâdır.

İşte, bu mânâdaki gayr–ı resmî kayıtların önemli bir bölümünü Bediüzzaman Said Nursî'nin mektuplarında, lâhikalarında ve eserlerinde görmekteyiz.

Aynı zamanda o dönemin şahitlerinden biri olup Lozan görüşmeleri esnasında Ankara'da bulunan Bediüzzaman Hazretleri, şüphesiz ki âyet ve hadislerden yola çıkarak bu devrin hadiseleri tahlil edip yorumlama cihetine gitmiştir.

İşte, o hakikatli tahlil ve analizden özet mahiyetinde seçtiğimiz orijinal tesbitlerden bir demet..
.
Mondros'un değil, Sevr'in devamı 

En çarpıcı tesbitlerden biri Tarihçe–i Hayat isimli eserin 259. sayfasında şu sözlerle zikrediliyor: "Evet ('Onlar ki, seve seve dünya hayatını âhirete tercih ederler.' İbrahim: 3 âyetinin) işaretiyle, bu asır hayat–ı dünyeviyeyi hayat–ı uhreviyeye, ehl–i İslâma da bilerek tercih ettirdi. Hem, 1334 (1918–19) tarihinden başlayıp, öyle bir rejim ehl–i îman içine sokuldu... Evet, (âhirete tercih) cifir ve ebced hesabıyla 1334 ederek, aynı vakitte eski Harb–i Umûmide İslâmiyet düşmanları galebe çalmakla muahede (Sevr 1920) şartını, dünyayı dîne tercih rejiminin mebdeine (başlangıcına) tevafuk ediyor. İki–üç sene sonra (1922–23) bilfiil neticeleri görüldü."

Evet, hiç şüphe edilmesin ki, 22 Kasım 1922'de başlayan Lozan Antlaşması, 10 Ağustos 1920'de imzalanan Sevr Antlaşmasının devamı mahiyetindedir.

Ve ne yazık ki, bizim mahv olmamızı hedefleyen o dehşetli Sevr plânı, üç sene sonra Lozan'da yürürlüğe konularak, bir şekilde rövanş alınmış oldu.

Böylelikle, Türkiye, maddeten olmasa da, özellikle mânen, ruhen ve fikren paramparça edildi.

Yukarıda temas ettiğimiz o gizli Lozan ejderhası, bizim bütün mukaddes değerlerimizin erkânına, esasına ilişti; hatta bu vatandaki bin yıllık İslâm medeniyetini yıktı ve milyonlarca insanımızın da ebedî hayatını mahvetti.

Bediüzzaman Hazretleri, Birinci Şuâ'da tefsir ettiği âyetlerin 28.'si olan Tevbe Sûresi 32. âyetin asrımıza bakan işarî ve remzî mânâsına bakarak özetle şu yorumlarda bulunuyor:

1) Avrupa zâlimleri, devlet–i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle, 1324'te (1908) müthiş bir sûikast plânı yaptılar. Onlara karşı Türkiye hamiyetperverleri de, aynı tarihte hürriyeti ilân etmeleriyle o plânı akîm bırakmaya çalıştılar.

2) Aynı zalimler, maatteessüf, altı–yedi sene sonra (1914), yine aynı sûikast niyetiyle Harb–i Umumî ile netice almaya çalıştılar.
3) Harb–i Umumî neticesinde (1918) ve Sevr Muahedesinde (1920) Kur'ân'ın zararına gayet ağır şeraitle kâfirâne fikirlerini icrâ etmek için yine plânlar yaptılar. Bu plânlarını akîm bırakmak için, bu defa hakikî Türk milliyetperverleri yeni hükûmet kurup Cumhuriyeti ilân etmekle mukabeleye çalıştılar.

4) Bütün bu herc û merc içinde Kur'ân'ın nurunu muhafazaya çalışanlar içinde Risâle–i Nur Müellifi de Rumî 24'te (1908) ve Resâili'n–Nur'un mukaddematı 34'te (1918) ve Resâili'n–Nur'un nuranî cüzleri (Âyetü'l–Kübrâ gibi) ve fedakâr şakirtleri 54'te (1938) mukabeleye çalışmaları göze çarpıyor.

5) Şimdi İslâmlar içinde nur–u Kur'ân'a muhalif hâletlerin ekserîsi o suikastlerin ve Sevr Muahedesi gibi gaddarâne muahedelerin vahim neticeleridir. (Şuâlar, s. 619)

İşte, burada sıralayageldiğimiz bütün bu bilgilerden anlıyor ve kanaat getiriyoruz ki, Sevr'in sinsi ve ihanetkârâne plânı, hatta katmerli bir şekilde Lozan'da karara bağlanmış ve yeni Türkiye "bozuk Avrupa"nın muzahrafat çöplüğü haline döndürülmeye çalışılmıştır.

Tekraren ifade edelim ki, Avrupa'nın gaddar zalimleri, Sevr'in rövanşını katmerli şekilde Lozan'da aldı. (Hilâfetin kaldırılması, medreselerin kapatılması, şapkanın dayatılması ve dinî hayatın topyekûn kısıtlanması cihetine gidilmesi, Lozan'dan hemen sonraki ilk icraatler arasında yer alıyor.)

Dolayısıyla, nâmert hasımlarımız Sevr engelini Lozan'da aştılar...
Tıpkı, 1915'te geçemedikleri Çanakkale Boğazını 1918'de ellerini kollarını sallayarak geçmeleri gibi.

Tıpkı, işgal yıllarında (1918–23) bile statüsüne dokunamadıkları Ayasofya'yı 1934'ten sonra mâbed olmaktan çıkartıp içinde çalım yapa yapa dolaşmaları gibi.

Hülâsa: Yakın tarihimizde yaşanmış hemen bütün hadiselerin bir resmî, bir de gayr–ı resmî vechesi var. Resmî olanı, maalesef yalanlarla, yanlışlar dolu. Günümüzde bile yaşanan ve tartışma konusu olan hemen bütün gelişmeler bu yönde ciddî işaretler veriyor.

Dolayısıyla, Lozan'dan Şeyh Said Hadisesine, Menemen'den Dersim Hadisesine kadar, yakın tarihte vuku bulmuş olayların üzerindeki sis perdesinin dağılması için, bunların tamamının yeni baştan araştırılması ve aydınlığa kavuşturulması artık bir zaruret haline gelmiş olduğu kanaatindeyiz.

Lozan: 'Dünyayı dine tercih' antlaşması (2)
Haim Naum–İsmet Paşa başbaşa 

İsviçre'nin Lozan şehrinde gerçekleştirilen Lozan Konferansının üzerinden yaklaşık 90 yıllık bir zaman geçti.

Kesintiye uğradığı için iki ayrı safhada yapılan ve sekiz aya varan gergin, sıkıntılı, şüpheli, şaibeli bir süreci içine alan konferans, nihayet 24 Temmuz 1923'te sona erdi.

Bu konferansta alınan resmî kararların ve yapılan anlaşmaların Millet Meclis'inde tasdik edilmesi ise, bu tarihten tam bir ay sonra (23 Ağustos) mümkün olabildi.

(Konferansa müdahil ülkelerin devlet başkanları tarafından Lozan Antlaşmasını imzalaması, Hilâfeti kaldırma kararının alındığı Mart 1924'ten sonradır.)

Vakıa şu ki, bu tarihî hadisenin en az bilinenleri kadar bilinmeyen yönleri de var.

İşte, biz de burada hadisenin bilinmeyen, yahut yeni nesillerce çok az bilinen yönü üzerinde durmaya çalışalım.

Zamana bırakılan meseleler

Lozan'a giden heyetin başında İsmet Bey vardı. Heyetin aslî diğer üyeleri ise, Dr. Rıza Nur ve Hasan (Saka) Beydi.

Bunların dışında, heyette ayrıca 30'dan fazla müşavir, uzman, danışman, kâtip, idareci statüsünde adam vardı. (İsmet Paşa, Konferansın ikinci safhasında heyeti büyük çapta revize etti. Orada, kendine en yakın danışman olarak da Yahudi Hahambaşısı Haim Naum'u seçti. Üstelik, ücretli olarak...)

Lozan Konferansının en mühim maksadı, Birinci Dünya Harbi ve hemen ardından başlayan İstiklâl Harbi sonrasında kurulan yeni Türkiye Devletinin dünyaca tanınması, toprak bütünlüğü ve millî sınırlarının kabul edilmesiydi.

Bu noktada, bilhassa müdahil ülkeler (İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, Rusya ve Yugoslavya) nezdinde ciddî bir sıkıntıyla karşılaşmaması, en tabiî Türkiye'nin hakkıydı.

Zira, son savaştan zaferle çıkmıştı. Ne var ki, cephelerde, meydanlarda kazanılmış olan zafer, diplomatik sahada (masa başında) karşılığını lâyıkıyla bulamadı.

İşte, "Misâk–ı Millî" içinde yer aldığı halde, Lozan'da halledilmeyen, zamana bırakılan ve daha sonraları Türkiye'nin başını hayli ağrıtacak olan önemli dâvâlar: Kıbrıs, Ege Adaları, Boğazlar, Hatay ve Kerkük–Musul meseleleri.

Hatay ve Boğazlar dışında kalan meselelerin tamamı, ne yazık ki Türkiye'nin aleyhine bir gelişme gösterdi.

Madalyonun öteki yüzü

Yukarıda bahsettiklerimiz, doğrudan siyasî, maddî ve şeklî meseleleri ithiva ediyor.

Bunlardan çok daha önemli olan ise, Lozan'da gizlice görüşülen ve karara bağlanan dinî/mânevî hususlardır: Bunlar, hilâfetin kaldırılması, dinî hayat ve tedrisatın sona erdirilmesi, mânevî cephenin çökertilmesi, bin yıllık kültür ve medeniyet birikiminin tahrip edilmesi gibi, bu milletin en mühim ve hayatî meselelerini içine alan bir dizi reform ve inkılâpların muhakkak sûrette realize edilmesi talebidir.
Kısa bir müddet sonra Türkiye'de yaşanan gelişmeler ve köklü değişimler, bu taleplerin büyük bir iştahla yerine getirildiğini gösteriyor.

Lozan görüşmeleri esnasında madalyonun bu yüzünde aktif rol alan en etkili şahıs, hiç şüphesiz Haim Naum'dur.

Türkiye'deki icraatlar noktasında maksadına fazlasıyla ulaştığına kanaat getiren eski İstanbul Hahambaşısı Haim Naum,  bilâhare temelli şekilde Kahire'ye gitti. Orada bu kez Mısır Hahambaşı oldu ve bilhassa 1925'ten itibaren Filistin'e el atarak burada bir Yahudi devletinin kurulması için vargücüyle çalışmaya koyuldu.
* * *
Haim Naum'un Lozan görüşmeleri esnasında ortaya çıkması ve kaşla göz arasında reis İsmet Paşanın en gözde danışmanı/müşaviri oluvermesi, ikinci delegasyon makamındaki Dr. Rıza Nur'un dikkatini çeker.

Kaleme aldığı hatıralarında, şahit olduğu bu "emrivâki"den şöyle bahseder:

"Bir müddettir İstanbul eski Hahambaşısı Haim Naum, Lozan'da kaldığımız otelde görülmeğe başladı. Baktım bir gün İsmet'le görüşüyor. Ne yapmış, kimi vasıta yapmış bilmem. İsmet'e yanaşmış. Yaman Yahudi!..

"Artık İsmet'ten ayrılmıyor. Yemek zamanını biliyor ya, asansörün yanında bizi bekliyor. Derhal İsmet'in koltuğuna giriyor, belinden yakalıyor; o da onun... İsmet'i lüzumu yokken holde dolaştırıyor.
"Sonra yemek salonunda, İsmet'le şakalaşıyor, gülüyor... Anlaşılıyor ki, herkese: 'İsmet benim samimi, teklifsiz arkadaşımdır' diye göstermek istiyor ve gösteriyor. Nihayet bütün Yahudi sırnaşıklığı ile yanaştı. İsmet'in yakasını bırakmıyor... Şimdi odasından da çıkmıyor.
"İsmet, bunu müşavir tâyin etti. Yevmiye vermeye de başlamış. Bana da söylemiyor. Heyet–i murahhasa çiftliktir, kullanıyor. Ne diye kandırdı bilmem. Bu sâdedil İsmet, Yahudinin dolabına girdi. Derken Hahambaşını soframıza da aldı. Bu vakte kadar sesimi çıkarmamıştım.
"İsmet'e dedim ki: 'Bu Yahudi de başımıza nereden çıktı? Senin böyle bir Yahudi ile laubali görüşmen haysiyetini ve Türk milletinin, heyetinin haysiyetini kırar. Bu kadar yüz verme!' İsmet, bana kızdı...
"Derken, herif azdıkça azdı. Heyetten şuna buna herkesin içinde kumanda ediyor. Benim önüme de geçip yürüyor. İhtimal İsmet benim sözlerimi ona söyledi... İsmet'e tekrar dedim: 'Bu bir Yahudidir. Adi adamdır. Bunun kim bilir ne fenâ işleri vardır? Bundan bir hayır bekleme!..'

"Hahambaşı İsmet'e bütün İngiliz ve Fransız ricâlini tanıdığını, hepsi ahbabı olduğunu, işleri istediği gibi yaptıracağını söylüyormuş. Tabiî İngiliz, Fransız ve İtalyan delegelerine de İsmet'in avucunda olduğunu söylüyordu... Lozan muhitinde dolaşıyor, herkese: 'İsmet teklifsiz ahbabımdır, sözümden dışarı çıkmaz' diyormuş.." (Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, c. 3, sh.1049–1050)
* * *
Rıza Nur'un anlattıklarını teyit edenlerden biri de Rauf Orbay'dır.
Türkiye'de en üst seviyede askerî ve siyasî görevlerde (Bakanlık, Başbakanlık, Meclis İkinci Başkanlığı...) bulunmuş olan Orbay, aynı hususla ilgili olarak şunları kaydediyor: "İsmet Paşa, anlaşıldığına göre, Lozan'da İngilizlerle bir çeşit gizli arabuluculuk rolü oynayan İstanbul Yahudi Hahambaşı Haim Naum Efendinin telkinleriyle, Hilâfetin artık ne şekilde olursa olsun Türkiye'de devamına müsaade edilmeyip, derhal kaldırılması fikrini tamamıyla benimsemiş bulunuyordu." (Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay, s. 96–97)

Lozan: 'Dünyayı dine tercih' antlaşması (3)
Lozan'a muhalef II. Grubun âkıbeti 

Birinci Meclis'teki tartışmalar, bir süre sonra birbirine zıt giden gazetelerin sayfalarına yansıyordu. (Hakimiyet–i Milliye'nin sahibi M. Kemal, TAN gazetesinin sahibi ise Ali Şükrü Beydi.)

Bu iki lider, iki grup ve iki gazete cephesinde meydana gelen en hararetli tartışma, Lozan'da yapılan ve ikinci kez yapılacak olan görüşmeler konusunda yaşanıyordu.

Ali Şükrü Bey, ısrarla ve defaatle haykırarak "Mehmetçiğin kanıyla kazanılmış olan büyük zaferin, Lozan'da masa başında ucuza satıldığı"nı söylüyor ve bu meyanda varıldığına kanaat getirdiği bir gizli anlaşmaya isyan ediyordu.

O ve beraberindekiler, Misâk–ı Millî'den tâviz verilmesini, Musul, Kerkük, Kıbrıs ve 12 Adaların ona–buna peşkeş edilmesini hiçbir şekilde kabul etmiyordu.

Buna mukabil, Birinci Gruptakiler, Lozan heyeti başkanı İsmet Paşanın Meclis'e verdiği bilgilere itibar edilmesi, dolayısıyla Lozan'da en kısa zamanda bir anlaşmaya varılması gerektiğini savunuyordu.
Neticede, muhalif sesler susturularak yeni meclis için hazırlık çalışmalarına başlandı.
* * *
Her yolu mübah görerek muhalefeti susturanlara göre, İkinci Meclis, yeni bir anlayışla işbaşı yapacaktı. Yeni Meclis'ten beklenen en büyük icraat ise, Lozan'da alınacak kararların kayıtsız şartsız kabul edilmesiydi.

Nitekim öyle oldu... 1923 Temmuz'unda Lozan'da varılan mutabakat, Ağustos'ta da Türkiye Büyük Millet Meclisinde aynen onaylanarak kabul edildi. Yine de, sayıca az bir grup, aleyhte oy kullandı.
Aleyhte oy kullananlar, Kâzım Karabekir ve 15 arkadaşıydı. Onlar da yavaş yavaş dışlanmaya başlanınca, bir sene sonra CHF'den ayrılarak TCF'yi kurdular.

Ne var ki, 1925'te yaşanan Şeyh Said Hadisesinden sonra, bu parti de kapatıldı. Parti kadrosunu teşkil eden çoğu Millî Mücadele komutanı olan bu vatanperverler, 1926'da İzmir Sûikastı bahanesiyle İstiklâl Mahkemesinde yargılandılar. İdam olunmaktan kıl payı kurtuldular.

İkinci Meclis, Birinci Grup için artık "dikensiz gül bahçesi"ne dönmüştü.
* * *
1930'da, Ali Fethi Okyar başkanlığında bir "muvazaa partisi" olan Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Ne var ki, bu parti de genel seçimlere sokulmadı. Zaten, asıl maksat başkaydı. Tek partiye muhalif kim varsa, onun ortaya çıkmasını sağlamaktı, asıl gaye...
Dolayısıyla, 1923'ten tâ 1950'ye kadar devam edecek olan 27 yıllık tek parti zihniyeti, türlü nifak ve entrikalarla ülkeye hakim oldu. Bu zihniyetin sahipleri, başka hiçbir engelle karşılaşmadan, istediğini astı, istediğini kesti, dilediğini sürgüne gönderip hapse attırdı; hatta, fırsat buldukça dinî değerlere de el atıp bozmaya, yıkmaya, tahrif etmeye ve direnenleri cezalandırmaya var gücüyle çalıştı.
Özetle denilebilir ki: Türlü kumpas ve entrikalarla, özellikle 1923'ten itibaren Meclis hakimiyetini ele geçiren bir diktacı zihniyet, sadece siyasî muhaliflerini değil, Millî Mücadelenin en tartışmasız kahramanlarını dahi acımasızca harcadı. Her birini bir başka bahane ile diskalifiye ederek, ülkeyi tam bir entrika ve tahakküm zihniyetiyle yönetmeye çalıştı.


Lozan'ın gizli gündemi
I. Lozan Konferansı 1923 yılı Şubat ayı başlarında kesintiye uğramıştı.
Londra'da toplanan İtilâf devletleri temsilcileri, Türkiye'yi "İkinci Lozan Konferansı"na davet etti. Türkiye hükümeti bu dâvete 31.03.1923'te müsbet cevap verdi.
Böylelikle, II. Lozan görüşmelerinin yolu açılmış oldu.
Neticede, 4 Şubat'ta kesilen görüşmelere—bir dizi diplomatik münasebetlerin ardından—23 Nisan'da yeniden başlandı.
Ne var ki, o günden bugüne kadar merak edilen asıl mesele, Lozan'da bir "gizli gündem" maddesinin olup olmadığıdır.
Zira, Meclis'te en şiddetli tartışmalar o tarihte Lozan meselesinde cereyan etmiştir. Ayrıca, yapılan ilk görüşmeden memnun olmayan ve "Mehmetçiğin kanıyla kazanılmış bulunan zafer, masada kaybedildi" iddiasında bulunan siyasîler, o günlerde ya öldürülmek, ya da tasfiye edilmek üzere siyasetin dışına itilmişlerdir.
En önemlisi ise, Lozan Konferansının hemen ertesinde, en büyük dinî müesseselerden Hilâfet ile Medreseler kapatılmıştır ki, bunda, Avrupa devletlerinin gizli istekleri doğrultusunda yapılmış bir icraatın kalın ve derin çizgileri görünüyor.



Lozan: 'Dünyayı dine tercih' antlaşması (4)
Lozan'ın "Azınlıklar" maddesi 

İsviçre'nin Lozan şehrinde son şeklini alan ve 24 Temmuz 1923'te imzalanan uluslar arası anlaşmada yer alan gayrı müslim unsurlarla ilgili bir maddenin özeti şudur:, "Azınlık Hakları" diye tâbir edilen "gayr–ı müslim" vatandaşların dinî, hukukî, sosyal ve kültürel hakları, yeni Türkiye devletinin koruması altında olacak.
Azınlık haklarına dair bilgiler, Lozan Antlaşmasının 37–44. maddelerinde ayrıntılı şekilde yer alıyor.

Birçok yönden tazyik ve tehditle karşı karşıya bulunduğunu yıllardır yüksek sesle dillendiren Fener Rum Patrikhanesinin de hakkıyla uygulanamamasından dert yandığı bu maddelerde, ana hatlarıyla şu ifadeler yer alıyor:

1) Türk hükümeti, Türkiye'de oturan vatandaşlar arasında din, dil, soy ayrımı yapmaksızın, herkesin hayat ve hürriyetini korumayı, bunları tam ve eksiksiz olarak sağlamayı kabul eder.

2) Türkiye'de oturan herkes, din veya mezhebinin gereklerini, kamu düzeni ve genel ahlâka aykırı düşmemek şartıyla, ister açıkça, ister gizli olarak, hür ve serbest şekilde yerine getirme hakkına sahiptir.

3) Müslüman olmayan grup ve cemaatlere mensup kimseler, Türk vatandaşlarına sağlanan dolaşım ve göç etme gibi haklara sahiptir.

4) Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları, Müslümanların yararlandıkları her türlü medenî, hukukî, ticarî, sosyal ve siyasal haklara, özellikle kamu hizmet ve görevlerine kabul edilme, yükselme, onurlandırma, ya da çeşitli meslek ve iş kollarında çalışma, sanayi ile uğraşma gibi haklara sahiptir.

5) Resmî dil mevcut olmakla birlikte, Türkçe'den başka bir dille konuşan azınlık vatandaşlarına, sosyal hayatta ve özellikle mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için gereken kolaylıklar sağlanacak.

6) Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları, giderleri kendilerine ait olmak üzere, her türlü hayır kurumuyla, dinî ya da sosyal kurumlar, her türlü okul ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak, dinî ayinleri serbestçe yapmak gibi hususlarda, Müslümanlarla eşit hakka sahip olacak.

7) Bir anlaşmazlık olması halinde, Türk Hükümeti ile Milletler Cemiyeti Avrupa hukukçuları arasından birlikte seçecekleri bir hakem heyeti, üst kurul olarak kabul edilecek ve bu kurul söz konusu anlaşmazlığı gidermeye çalışacak.

EK MADDE: Lozan Antlaşmasına "Ek Protokol" mahiyetinde dahil edilen bir maddeye göre, Türkiye'deki Rumlar ile Yunanistan'daki Türkler, isteğe bağlı olarak mübadele/yer değiştirme haklarına sahip kılındılar. Bu maddeye istinaden, 400 bin Türk ile 1.5 milyon Rum nüfus yer değiştirdi.

Lozan'a dokunanı aforoz ettiler

Resmî görüşün dışında ulaşabildiğimiz hemen bütün kaynaklarda, Hahambaşı Haim Naum'un Lozan görüşmeleri münasebetiyle Türkiye üzerinden yürütmüş olduğu hainane lobi faaliyetlerinden, doğrudan veya dolaylı şekilde bahsediliyor.

Kezâ, kaynakların çoğunda Lozan'da Türkiye'nin bazı isteklerinin (tırpanlanmış mülkî tamamiyeti gibi) kabul edilmesi karşılığında, Türk milletinin bin yıldır sahip olduğu din ve mukaddesatı adına ne varsa yıkılması, terk edilmesi ve din dışı reformların bir an evvel yapılması şartının ileri sürüldüğünü ve bilâhare bunların tatbik sahasına konulduğunu açıkça ifade ediliyor.

İşin garip bir diğer yönü, bu kaynaklarda böyle âşikâre bir sûrette dile getirilen o korkunç iddiaları şimdiye kadar hiçkimse ortaya çıkıp da açıkça yalanlamadı; belki de yalanlamaya cesaret edemedi.

Kuvvetli ihtimal, bundan sonra da edemez. Zira, mızrak çuvala sığmıyor.

Korkunç iddiaların çoğu cevapsız kaldı gerçi; ancak, iddia sahiplerinin başına gelmeyen kalmadı.

Lozan'daki görüşmeyi beğenmeyen ve bunu tenkit etmekten çekinmeyen Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey, Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey, Başvekillik de yapmış olan Rauf Orbay, Necip Fazıl ve hasseten Bediüzzaman Said Nursî'nin başına gelenleri hatırlayın, ne demek istediğimiz her halde çok daha iyi anlaşılmış olur.


1 Mart 1923  Meclis'te âcil Lozan toplantısı
Birinci Lozan hazırlıklarının yapıldığı esnada (Kasım 1922) Türkiye'de saltanat idaresine son verilmiş durumdaydı.
Ne var ki, Lozan'daki yabancı delegasyon bununla yetinmiyordu; Türkiye'den daha fazlasını istiyor ve daha başka şeyler yapılmasını bekliyordu.
Onlara göre, Osmanlı idaresinin sonunu getirmek yetmez. Ayrıca, Osmanlı'nın aleyhine geçmek ve Osmanlı'nın temsil ettiği veya hizmetini deruhte ettiği bütün değerlere muhalefet etmek, hatta düşman olmak gerekiyordu.
Özetle, Saltanat'tan sonra Hilâfet'i de kaldırmalı, Osmanlı neslini öz vatanından kovduktan sonra, bu neslin altı asır müddetle hizmet ettiği mukaddes değerleri de bir bir ortadan kaldırmalıydı.
Evet, "vahşî Batı" aynen bunları ve hatta daha fazlasını istiyordu.
Bu isteklerin, bilhassa "Gizli Lozan Antlaşması"nda yer aldığını, geçen zaman ve gelişen hadiseler ortaya koymuş oldu.
* * *
Birinci Lozan görüşmesinden dönen İsmet Paşa, Latife Hanımla birlikte İzmir'den dönen Mustafa Kemal ile Eskişehir istasyonunda buluştular ve aynı kompartımanda başbaşa Ankara'ya geldiler. (20 Şubat 1923)
Yol boyunca, Lozan'da Türkiye'den istenen şeyler konuşuldu. Tamamı kabul edildi. (Büyük Doğu, 29. Sayı.)
Birlikte Ankara'ya dönen mebus paşalar, Meclis'i olağanüstü toplantıya çağırdılar. Meclis'te Lozan'daki görüşmelerle ilgili olarak peşpeşe "gizli celse"ler yapıldı. (21–27 Şubat 1923)
Millet Meclisi'nin I. Devre 4. Toplantı senesinin açılışı ise, 1 Mart günü yapıldı.
Meclis Reisi M. Kemal, açış konuşmasında şunları söyledi: "... Misâk–ı Millî, vatanın haricî düşman karşısındaki vaziyet ve mevkiini tesbit eden mukaddes bir kural olduğu gibi, 1 Kasım 1922 kararı (Saltanatı kaldırma kararı) da milletimiz için dahilî ve daimî bir düşman olan ferdî saltanata (Osmanlı Saltanatı) ve onun temsil ettiği meş'um bir idare şekline tevcih edilmiş mukaddes bir silâhtır." (Zabıt Ceridesi, 28. Cilt, s. 2)
* * *
1 Mart 1923 tarihli Meclis oturumunda, ayrıca şu gelişmeler yaşandı:
* Latife Hanım, o gün Meclis'e gelen ilk kadın oldu. Çalışmaları, dinleyici locasından takip etti.
* Ali Fuat Paşa, Meclis İkinci Başkanlığına yeniden seçildi.

* Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey, Birinci Başkan Vekilliğine yeniden seçildi.
*Konya mebusu Musa Kâzım Efendi, Meclis İkinci Başkan Vekilliğine seçilmiş oldu.
* * *
II. Lozan'da Misâk–ı Millî kararlılığı korunamadı. Ancak, Osmanlı aleyhtarlığı meselesinde, Batılıların istek ve beklentilerini de aşacak seviyede ileri gidildi.
Vaktiyle yerden yere vurulan "ferdî saltanat" hususunda ise, bilâhare sergilenen mutlak istibdat rejimiyle, sadece ferdî saltanat geride bırakılmadı, ayrıca dünyada eşi–benzeri görülmemiş bir "dikta idaresi" tatbik sahasına konuldu.




1 yorum:

Adsız dedi ki...

bu yazıyı yazan ne içiyorsa bende aynısından istiyorum, çeşit çeşit içki içtim ben böyle kafa görmedim