14 Ekim 2012 Pazar

'Hilâfet korunsun' haberine gözdağı Cumhuriyetin ilk yılları...M. Latif SALİHOĞLU


"Hilâfet korunsun" mektubu

Hindistan'daki Müslümanların
liderlerinden Ağa Han ve Emir Ali isimli zâtların Başbakan İsmet Paşaya hitaben yazdıkları "Hilâfet devam ettirilsin" şeklindeki temenni mektuplarını neşreden İstanbul gazetecileri, 9 Aralık 1923'te tutuklanarak mahkemeye sevk edildiler.

Sırf bu maksatla, İstanbul'da bir İstiklâl Mahkemesi teşkil edildi. Haftalar, hatta aylar süren duruşmalar neticesinde, bazı gazeteciler serbest bırakılırken, bir kısmına ise çeşitli cezalar verildi.

İstiklâl Mahkemesinin "Beş yıl kürek mahkûmiyeti" ile cezalandırdığı kişilerden biri de, aynı konuda Tanin gazetesinde yazısı neşredilen İstanbul Barosu Başkanı Av. Lütfi Beydi.
* * *
Asıl ismi Sultan Muhammed Şah olan Şiî/İsmailî lider Ağa Han (1877–1957) ile Emir Ali, Ankara merkezli yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin Hilâfeti kaldıracağı ve bu makamı lağvedeceği yönünde bazı duyumlar almışlardı.

Bunun üzerine, Ankara hükümetine bir mektup yazarak, bu hususla alâkalı düşünce ve taleplerini iletmek istediler.

İsmet Paşaya hitaben yazılan mektup, nasıl olduysa 5 Aralık 1923 tarihli İstanbul gazetelerinde yayınlandı. İddiaya göre, mektup İsmet Paşanın eline ulaşmadan yayınlanmıştı.

Bu, belki de bir provokasyondu; kasıtlı şekilde bir velvele çıkarılmak istenmiş olabilir... Haliyle, ortaya usûle, prosedüre uygun olmayan bir durum çıkmıştı. Bir emrivaki söz konusuydu.

Bunu fırsat bilen tek parti sisteminin Başbakanı İsmet, İstanbul gazetecilerinin derhal tutuklanmasını emretti.

9 Aralık günü, mektubu neşreden Tanin, Tevhid–i Efkâr ve İkdam isimli gazetelerin sahip ve sorumlu müdürleri tutuklandı. Tutuklular, iki gün sonra da, mahkemeye çıkarıldılar.

Bu maksatla yeni kurulan İstanbul İstiklâl Mahkemesi, aynı gün yaptığı açıklamada, tahrik çıkaran fesatçıların imha edileceğini duyurdu. (Cebesoy; Millî Müdafaa Hatıraları, s. 90)

Hilâfet henüz lağvedilmeden yapılan bu tehditvâri manevralar, çok kısa bir zaman sonra atılacak dehşetli adımların da habercisi niteliğindeydi.
Nitekim, aradan üç aylık bir süre geçmemişti ki, medreselerle birlikte Hilâfet makamı da (3 Mart 1924) lağvedilerek kapatıldı.

Mektubun mahiyeti

Gazetecilerin İstiklâl Mahkemesinde yargılanmasına sebebiyet veren söz konusu mektubun mahiyeti neydi? Mektupta neler ifade ediliyordu?
Çeşitli kaynaklarda ve özellikle Ali Fuat Paşanın hatıralarında belirtildiğine göre, "Hindistan Hilâfet Komitesi" adına hazırlanan Ağa Han ile Emir Ali imzalı mektubun metninde şu ifadeler yer alıyordu:

"Türkiye Cumhuriyeti Başvekili İsmet Paşa Hazretlerine,
"...Bizim talep ettiğimiz şey, âlem–i İslâm'ın riyaset–i diniyesinin şer'i şerife göre tam ve kâmil olarak muhafazasından ibarettir. Halifenin nüfuzunun tenkisi (azaltılması) veya bir amil–i dinî gibi Türkiye teşkilât–ı siyasiyesinden onun teb'idi (çıkarılması), bizim fikrimizce, İslâm'ın dağılması... demek olacaktır.

"Binaenaleyh, Hilâfet ve imametin, Müslüman milletlerin itimad ve hürmetine lâyık olan bir mevkie vâzolunmasını... istirham ederiz."

Bu hadiseden kısa bir zaman sonra, ayrıca yine Emir Ali'nin başkanlığını yaptığı "Londra İslâm Cemiyeti" adına Sekreter Said Muhammed imzalı bir mektup daha gönderildi, Türkiye'ye. Mektup, bu kez "Dahiliye Vekâleti"ne, yani İçişleri Bakanlığına gönderildi.

Bu mektupta da "İslâm âleminin dayanışmasını sağlamak ve münasebet bağlarını korumak için, Hilâfetin mânâsındaki ruhanî imtiyazların, kànunî bir esas üzerinde istikrarlı bir hale getirilmesi" isteniyordu.
* * *

İstiklâl Mahkemesi heyeti, tutuklanan gazetecileri "Hıyanet–i Vataniye Kànunu" kapsamında ve bu kànuna muhalefet suçuyla yargıladı.

Bu durum, aslında Hilâfet makam ve mânâsının devamını isteyenlere karşı bir tehdit, bir gözdağı anlamını taşıyordu.

Öte yandan, işin içinde İngilizlerin bulunması, gönderilen mektubun Londra çıkışlı olması, Hindistan Müslümanları üstündeki İngiliz tahakkümünün henüz devam ediyor olması gibi hususlar da, bir hayli düşündürücü geliyor.

Ancak, hiç şüpheye, tereddüde mahal bırakmayacak derecede açık olan bir husus vardı ki, o da şudur: Lozan şartlarını kabul eden yeni Ankara hükûmeti, din–i İslâm adına her ne varsa, bunların tamamını ortadan kaldırmak ve hayat sahnesinden silip atmak emelindeydi.

Bu emelini gerçekleştirmek için de, birtakım bahanelere ihtiyacı vardı. Bahaneyi de, çoğu zaman kendisi icad eder ve muarızlarının üzerine acımasızca giderdi.
1923'ün Aralık ayında İstanbul gazetecilerine yönelik yapılan sindirme, yıldırma harekâtı da, bu kabilden bir operasyon mahiyetinde görünüyor.

Hilâfete dair... 

Karabekir Paşa ne diyor?

Karabekir Paşa, Hilâfetin kaldırılması öncesinde (Şubat 1924) günlerce devam eden askerî tatbikatın, yani "Harp Oyunları"nın asıl maksadını hatıra notlarında şu sözlerle vuzûha kavuşturuyor: "Harp oyununda maksat, Meclis'e karşı Hilâfetin lağvı için nümâyiş imiş! Sonradan anlaşıldı." (Günlükler, s. 907)
Evet, sonradan (3 Mart'ta) anlaşıldı ki, İzmir'de startı verilen ve memleketin her tarafında yaygınlaştırılan bu olağanüstü askerî hareketliliğin asıl maksadı, Hilâfetin kaldırılması çabasına yönelik bir manevradır.

İşte bu manevra, başarıyla yürütülmüş ve istenen sonuca da varılmıştır. Üstelik, bu manevra öylesine kamufleli bir tarzda ve öylesine bir gizlilik hali içinde yürütülmüştür ki, Karabekir Paşa gibi dâhiyâne bir şahsiyet bile, ancak iş işten geçtikten sonra asıl maksadın farkına varabilmiştir.

Tam diktatörlük

Harp Oyunları bittikten sonra, M. Kemal ile diğer paşalar Ankara'ya dönerken, Karabekir Ege taraflarında kalıyor.

Ankara'daki gelişmeleri gazetelerden takip eden Karabekir, günlüğünde (S. 909) şu notları da kaydediyor:

"29 Şubat 1924; İzmir'deyim: Millet Meclisi'nde Osmanlı Hanedanının memleketten çıkarılması ve Hilâfetin Meclisçe intihabı (seçimi) müzakere olunduğunu gazetelerde yazıyor.

"3 Mart 1924; Balıkesir'deyim: Valiye, Meclis'in Hilâfet'in (lağvı) hakkında vereceği karar tebliğ olunmuş.

"Yeni Erkân–ı Harbiye Kànunu çıktı. Tam diktatörlük."
Bu tarihte, Hilâfet kaldırıldığı gibi, medreseler kapatıldı ve Fevzi Paşa resmen yeni bir statü ile kurulan Genelkurmay Başkanlığına getirilmiş oldu.
Karabekir Paşa, bütün bu olup bitenlerin tam bir diktatörlüğe yol açtığını ifade ediyor.

Hiç yorum yok: