■Bir vesileyle birçok konuşmanızda uzun yıllardır, ‘Milli Mücâdele’nin en kahraman siması hiç şüphesiz Ali Şükrü Bey’dir’ diyorsunuz. Menfur bir
siyâsî suikast sonucu öldürülen aziz şehidimiz Ali Şükrü Bey’in millî hâfızamızdan silinmesine neredeyse tek başınıza mâni oldunuz. Sizin için Ali Şükrü Bey’i bu kadar önemli kılan husus nedir?
“En kahraman” kelimesini eğer ben de kullanmışsam o tam da doğru olmaz. En kahraman diyebilmemiz için cephede olması gerekirdi. Ali Şükrü Bey ise emekli bir binbaşı idi. Bu sebeple cepheye gitmemiştir.
Millî Mücâdele’de, dönem içerisinde bazı câmilerde vaazlar vermiş olması, sonrasında İrşad Encümeni azası sıfatıyla Millî Mücâdele lehine konuşmalar yapması, bir bakıma cephede olduğunu da gösterir…
Ama harbe gitmemiş. Bak hoca var, cepheye gitmiş. Ali Şükrü Bey cepheye gitmemiş. Sivil hizmette bulunmuş. O devrin en kahraman simalarından biridir, böyle dersek, belki başkalarına haksızlık etmemiş oluruz. Ben belki biraz hemşerilik gayretiyle ‘en’ kelimesini kullanmış olabilirim. Nesini soruyorsun?
■Yani Ali Şükrü Bey’i bu denli önemli kılan husus nedir sizin için?
İtikaden ve amelen sağlam bir adam. Ne itikatta yanlışı var ne de amelde. Bundan başka, itikaden ve amelen sağlam olduğu hâlde siyâsî görüşü olmayan, kuvvete tâbi olan, şahsiyet zaafı olan veya geleceği göremeyen birçok hocaya mukabil gelişmekte olan hadiselerin nereye varacağını görmüş ve buna engel olmak için mücâdele etmiş bir adam… Onu büyük yapan nokta budur. Çünkü çok dindar adamlar, şahsiyet zaafı dolayısıyla bu mukavemeti gösterememişlerdir. Bunun misalini sana göstereyim.
M. Kemal, 22 senesinin kasım başında, saltanatı Hilafet’ten tefrik ile saltanatı ilga etmeye teşebbüs etti. O günkü mevzuata göre bu mesele üçlü encümende müzakere ediliyordu. Kendi nutkunda diyor ki: “Üç encümenin müştereken içtima ettikleri salona gittim, baktım ki hocalar ilim zannedilen bir takım safsatalarla saltanatın Hilafet’ten tefrik edilmeyeceğini iddia eden konuşmalar yapıyorlar. Bu tarz müzâkere ile neticeye varılamayacağını anladım. Müşterek encümen reisinden söz alarak orada bulunan bir sandalyenin veya bir sıranın üstüne çıktım. Dedim ki, ‘hâkimiyet, kanun icabıdır, şeriat icabıdır denilerek bu gibi esvabı mucibelerle alınmaz, verilmez. Hâkimiyet zorla alınır. Osmanoğulları milletin hâkimiyetini asırlarca gasp ettiler. Millet şimdi müsellehan kıyam ederek onlardan hâkimiyetini geri alıyor. Bu işi yapacak mısınız yapmayacak mısınız? Bu bir emr-i vâkidir ve behemehâl gerçekleşecektir. Zannımca burada toplananlar -milletvekilleri- bunu uygun görürse fikrimce iyi olur; aksi hâlde bu gene olacaktır ama ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”
Ümit Özdağ diye bir profesör, şurada on gün evvel televizyonda diyor ki: ‘Onun devri İngiltere’den daha demokrattı.’ Ağrı dağı dağ değildir, çukurdur dese bu kadar komik olmaz. M. Kemal milletvekillerini tehdit ediyor, hem de ölümle! Bunu da Nutuk’ta kendi anlatıyor. Hilafet’i, icraî güçten mahrum bıraktılar, saltanatı ilga ederek. Hâlbuki Ali Şükrü, bunun câiz olmadığını iddia eden bir adamdır. Ve bir gizli celsede, orada zabıt kâtipliği yapan Mahir İz’den duydum, Kemal Paşa’nın yakasına yapıştı, ‘Sen cumhuriyet ilan edeceksin de bu millete niye bunu erkekçe söylemiyorsun!’ diye sordu. O da ‘Yok Ali Şükrü Bey, bunu nereden çıkarıyorsun, böyle bir şey yok.’ dedi.
■Mahir İz’den bunu bizzat mı duydunuz?
Evet, Mahir İz’den dinledim, o görmüş. Mahir İz, celseden sonra Ali Şükrü’nün yanına gitmiş demiş ki; ‘Bu kadar ileri gitme, adamın yakasına yapışıyorsun sana bir fenalık yapar.’ Bu sözün üzerine Ali Şükrü, böyle kalpağını eline alıp sıkmış ve ‘Bu kelle bu davaya fedadır Mahir Bey’ demiş. Ölümü göze almış bir cesur adam, bir yiğit adam. Fikrinin sağlamlığına ilâveten, o fikri ölüm pahasına müdafaa edebilecek cesarette bir adamdır. Bu bakımdan yekta bir adamdır. Onun için en kahraman diyorum. Onun gibi düşünen pek çok adam daha vardı ama onlar ağızlarını açmaya cesaret edemediler. Demin de söyledim, İslam’ı müdafaa edecek adama sade ilim lâzım değildir, ilimle birlikte şahsiyet de lazımdır.
Ben gençlere diyorum ki; önce akaid. Sağlam bir itikad muhtevasını kazan. Birinciye bu gelir. İkinciye sağlık gelir. Üçüncüye ise şahsiyet gelir. Şahsiyet zaafı olan her şeyini kötüye kullanabilir. İlim, dördüncü sırada benim kafamda. Ali Şükrü, böyle şahsiyetli bir adam… Subay olmasına rağmen fevkalâde bilgili ve dindar, Trabzon’da camide verdiği ve Sebilürreşad’da neşredilen konuşmasıyla ilm-i seviyesi ortada.
Ali Şükrü Bey, henüz genç sayılabilecek bir yaşta, 36 yaşında Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Trabzon mebusu olarak bulunuyor. Sonra Ankara’ya geçiyor. Milli Mücadele esnasında matbaa kuruyor, günlük bir gazete yayınlıyor. Siyasette etkin ve aktif bir sima olarak beliriyor. Fakat bugün için söylersek, bugün Türkiye’de Ali Şükrü Bey diye birisi yok. Ali Şükrü Bey’e karşı uygulanan bu resmî yok etme, yok sayma politikasının nedenini konuşalım…
■Yahut öldürülmesinin nedeni… Asıl ehemmiyetlisi odur.
Oraya geleceğiz…
Demin de söyledim, Mahir İz’in anlattığını… Ali Şükrü yiğit bir adamdır. Şimdi, saltanatı ilga ettiler, Lozan’a gittiler. O safhada M. Kemal halife olmak istedi. Bunun çok delilleri var. Fakat Lord Curzon, bu gelişmeyi fark edince İsmet Paşa’yı sıkıştırdı, Haim Nahum Efendi aracılığıyla. Neden sıkıştırdı? M. Kemal Türkiye’de hilafet lehine beyanat veriyor, işte Balıkesir’de hutbe ve sair… Çok delil var. İsmet Paşa da bir gazetenin muhabirine Lozan’da bir beyanat veriyor. Ben bunu bugün söylesem suç olur, diyor ki İsmet Paşa: “Türkiye’de Hilafet masundur ve iktidara sahiptir. Türk milleti İslamiyet’in kolu ve kılıcıdır gerekirse onun için yine fedayı can etmeye hazırdır.” falan… Bugün dört dörtlük bir Müslüman’ın söyleyebileceği her şeyi söylüyor. Lord Curzon diyor ki, bunlar sözlerini tutmayacaklar. Haim Nahum’u gönderiyor İsmet Paşa’ya ve Hilafet’i kaldıracaklarına dair söz versinler, yoksa konferanstan çekiliriz, diyor.
İsmet Paşa da diyor ki: ‘Buna ben tek başıma karar veremem.’ Çünkü bu iş M. Kemal’in işi… O da biliyor ki o halife olmak istiyor. Bunun da bin delili var ya girmiyoruz oraya, sen Ali Şükrü neden öldürüldü onu anlamak istiyorsun. Bunun üzerine Haim Nahum, İsmet Paşa’dan evvel Türkiye’ye geliyor. M. Kemal de İzmir İktisat Kongresi’ni açmak üzere Ankara’dan seyahat tertip etmiştir. Kitap burada, resmi yayın; “Gazi Paşa İzmir Yollarında”… İzmir’e kadar her yerde Hilafet’in lehine konuşuyor. Haim Nahum gelip de, Lozan’ın Hilafet meselesinden dolayı inkıtaa uğradığını, Hilafet meselesi halledilmezse sulh olmayacak deyince, M. Kemal de çıkıyor kongreye, yollarda söylediğinin tam aksini söylüyor. İktisat Kongresi’nin riyasetini Kazım Karabekir’e bırakıyor. Dönüp geliyor, Eskişehir’de, trende İsmet Paşa’yla mülâki oluyor. İsmet Paşa, ‘Lozan Hilafet meselesinden inkıtaa uğradı.’ deyince, ‘Aman bunu mecliste söyleme fark etmesinler.’ diyor. Direndikleri tek mesele Musul, Musul meselesinden koptu kıyamet diye anlat diyor. Gizli celse yapılıyor, muhalifler -ikinci grup- Lozan’ın gerçekte neden dolayı inkıtaa uğradığını bilmediğinden Musul meselesini müzakere ediyor.
M. Kemal bu gizli celseden sonra Konya’ya bir seyahat tertip ediyor ve ‘bu muhalifler iyice azıttılar’ diyor. ‘Musul’u vermeyiz ve gerekirse İngilizler’le harp ederiz diyorlar’ diyor. Tüm bu işlerin arasında, en çok canlarını sıkan sima Ali Şükrü tabi… Hem meseleleri fark ediyor hem de meclis kürsüsünde aslanlar gibi kükrüyor. Hangi iktidar böyle adama tahammül edebilir?
“TÜRKİYE BİR AÇIK HAVA TIMARHANESİ”
■Şu sıralar gündemde olması dolayısıyla da Dersim üzerinden bir soru sormak isterim…
Dersim’i çok konuşuyorlar, Dersim’i boş ver. Ne Dersim’ler var. Menemen, Dersim’den az mı? Şapka isyanları… Kanun hiçbir müeyyide ihtiva etmediği halde 13 vilayette darağacı kurdular. Erzurum’da bir kadın asıldı şapka kanununa istinaden. ‘Bir gün hapis verilir’ diye kanunda bir şey yoktur. O devir bir mecnunlar devridir. Kanun kalksın, onun etrafından oluşan taassup da sarsılıyor şimdi şimdi… Bu sarsıntı devam etsin, kemale ersin, inşallah ben de hayatta olayım. Benim anlatacaklarıma belki siz bile inanmayacaksınız. Binlerce fâcia ihtiva eden vak’a var.
Ali Şükrü’den daha mazlumları da var. O devir bir mecnunluk devri. İskilipli Atıf Efendi, Frenk Mukallitliği kitabını, şapka kanunundan 2 sene evvel çıkardı. Hem de Maarif Vekâleti’nde incelendi, ruhsat aldı kitap. Ruhsat almış kitaptan dolayı 2 sene sonra çıkan kanunla idam edildi.
Şapka giymeyen adama ne ceza verilir? Hiçbir müeyyide yok. Harf inkılâbında da yok. 1941’de eklendi müeyyideleri… Türkiye bir açık hava tımarhanesi… Evet, insanların akıl sağlığı bozuk…
■Son olarak, genç arkadaşlara bir tarih şuuru kazanma noktasında, kısaca birkaç cümle söyleyebilirseniz…
Birincisi; soldan sağa okuryazar olsunlar. İslâmî şuur adına ilk lâzım olan budur.
İkincisi doğru Türkçe öğrensinler. Kemalist dille, din anlatılamaz. Bu Kemalistçi dil, dini anlatmaya yetmez. Doğru Türkçe öğrensinler…
Röportaj: Yusuf Genç
“En kahraman” kelimesini eğer ben de kullanmışsam o tam da doğru olmaz. En kahraman diyebilmemiz için cephede olması gerekirdi. Ali Şükrü Bey ise emekli bir binbaşı idi. Bu sebeple cepheye gitmemiştir.
Millî Mücâdele’de, dönem içerisinde bazı câmilerde vaazlar vermiş olması, sonrasında İrşad Encümeni azası sıfatıyla Millî Mücâdele lehine konuşmalar yapması, bir bakıma cephede olduğunu da gösterir…
Ama harbe gitmemiş. Bak hoca var, cepheye gitmiş. Ali Şükrü Bey cepheye gitmemiş. Sivil hizmette bulunmuş. O devrin en kahraman simalarından biridir, böyle dersek, belki başkalarına haksızlık etmemiş oluruz. Ben belki biraz hemşerilik gayretiyle ‘en’ kelimesini kullanmış olabilirim. Nesini soruyorsun?
■Yani Ali Şükrü Bey’i bu denli önemli kılan husus nedir sizin için?
İtikaden ve amelen sağlam bir adam. Ne itikatta yanlışı var ne de amelde. Bundan başka, itikaden ve amelen sağlam olduğu hâlde siyâsî görüşü olmayan, kuvvete tâbi olan, şahsiyet zaafı olan veya geleceği göremeyen birçok hocaya mukabil gelişmekte olan hadiselerin nereye varacağını görmüş ve buna engel olmak için mücâdele etmiş bir adam… Onu büyük yapan nokta budur. Çünkü çok dindar adamlar, şahsiyet zaafı dolayısıyla bu mukavemeti gösterememişlerdir. Bunun misalini sana göstereyim.
M. Kemal, 22 senesinin kasım başında, saltanatı Hilafet’ten tefrik ile saltanatı ilga etmeye teşebbüs etti. O günkü mevzuata göre bu mesele üçlü encümende müzakere ediliyordu. Kendi nutkunda diyor ki: “Üç encümenin müştereken içtima ettikleri salona gittim, baktım ki hocalar ilim zannedilen bir takım safsatalarla saltanatın Hilafet’ten tefrik edilmeyeceğini iddia eden konuşmalar yapıyorlar. Bu tarz müzâkere ile neticeye varılamayacağını anladım. Müşterek encümen reisinden söz alarak orada bulunan bir sandalyenin veya bir sıranın üstüne çıktım. Dedim ki, ‘hâkimiyet, kanun icabıdır, şeriat icabıdır denilerek bu gibi esvabı mucibelerle alınmaz, verilmez. Hâkimiyet zorla alınır. Osmanoğulları milletin hâkimiyetini asırlarca gasp ettiler. Millet şimdi müsellehan kıyam ederek onlardan hâkimiyetini geri alıyor. Bu işi yapacak mısınız yapmayacak mısınız? Bu bir emr-i vâkidir ve behemehâl gerçekleşecektir. Zannımca burada toplananlar -milletvekilleri- bunu uygun görürse fikrimce iyi olur; aksi hâlde bu gene olacaktır ama ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”
Ümit Özdağ diye bir profesör, şurada on gün evvel televizyonda diyor ki: ‘Onun devri İngiltere’den daha demokrattı.’ Ağrı dağı dağ değildir, çukurdur dese bu kadar komik olmaz. M. Kemal milletvekillerini tehdit ediyor, hem de ölümle! Bunu da Nutuk’ta kendi anlatıyor. Hilafet’i, icraî güçten mahrum bıraktılar, saltanatı ilga ederek. Hâlbuki Ali Şükrü, bunun câiz olmadığını iddia eden bir adamdır. Ve bir gizli celsede, orada zabıt kâtipliği yapan Mahir İz’den duydum, Kemal Paşa’nın yakasına yapıştı, ‘Sen cumhuriyet ilan edeceksin de bu millete niye bunu erkekçe söylemiyorsun!’ diye sordu. O da ‘Yok Ali Şükrü Bey, bunu nereden çıkarıyorsun, böyle bir şey yok.’ dedi.
■Mahir İz’den bunu bizzat mı duydunuz?
Evet, Mahir İz’den dinledim, o görmüş. Mahir İz, celseden sonra Ali Şükrü’nün yanına gitmiş demiş ki; ‘Bu kadar ileri gitme, adamın yakasına yapışıyorsun sana bir fenalık yapar.’ Bu sözün üzerine Ali Şükrü, böyle kalpağını eline alıp sıkmış ve ‘Bu kelle bu davaya fedadır Mahir Bey’ demiş. Ölümü göze almış bir cesur adam, bir yiğit adam. Fikrinin sağlamlığına ilâveten, o fikri ölüm pahasına müdafaa edebilecek cesarette bir adamdır. Bu bakımdan yekta bir adamdır. Onun için en kahraman diyorum. Onun gibi düşünen pek çok adam daha vardı ama onlar ağızlarını açmaya cesaret edemediler. Demin de söyledim, İslam’ı müdafaa edecek adama sade ilim lâzım değildir, ilimle birlikte şahsiyet de lazımdır.
Ben gençlere diyorum ki; önce akaid. Sağlam bir itikad muhtevasını kazan. Birinciye bu gelir. İkinciye sağlık gelir. Üçüncüye ise şahsiyet gelir. Şahsiyet zaafı olan her şeyini kötüye kullanabilir. İlim, dördüncü sırada benim kafamda. Ali Şükrü, böyle şahsiyetli bir adam… Subay olmasına rağmen fevkalâde bilgili ve dindar, Trabzon’da camide verdiği ve Sebilürreşad’da neşredilen konuşmasıyla ilm-i seviyesi ortada.
Ali Şükrü Bey, henüz genç sayılabilecek bir yaşta, 36 yaşında Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Trabzon mebusu olarak bulunuyor. Sonra Ankara’ya geçiyor. Milli Mücadele esnasında matbaa kuruyor, günlük bir gazete yayınlıyor. Siyasette etkin ve aktif bir sima olarak beliriyor. Fakat bugün için söylersek, bugün Türkiye’de Ali Şükrü Bey diye birisi yok. Ali Şükrü Bey’e karşı uygulanan bu resmî yok etme, yok sayma politikasının nedenini konuşalım…
■Yahut öldürülmesinin nedeni… Asıl ehemmiyetlisi odur.
Oraya geleceğiz…
Demin de söyledim, Mahir İz’in anlattığını… Ali Şükrü yiğit bir adamdır. Şimdi, saltanatı ilga ettiler, Lozan’a gittiler. O safhada M. Kemal halife olmak istedi. Bunun çok delilleri var. Fakat Lord Curzon, bu gelişmeyi fark edince İsmet Paşa’yı sıkıştırdı, Haim Nahum Efendi aracılığıyla. Neden sıkıştırdı? M. Kemal Türkiye’de hilafet lehine beyanat veriyor, işte Balıkesir’de hutbe ve sair… Çok delil var. İsmet Paşa da bir gazetenin muhabirine Lozan’da bir beyanat veriyor. Ben bunu bugün söylesem suç olur, diyor ki İsmet Paşa: “Türkiye’de Hilafet masundur ve iktidara sahiptir. Türk milleti İslamiyet’in kolu ve kılıcıdır gerekirse onun için yine fedayı can etmeye hazırdır.” falan… Bugün dört dörtlük bir Müslüman’ın söyleyebileceği her şeyi söylüyor. Lord Curzon diyor ki, bunlar sözlerini tutmayacaklar. Haim Nahum’u gönderiyor İsmet Paşa’ya ve Hilafet’i kaldıracaklarına dair söz versinler, yoksa konferanstan çekiliriz, diyor.
İsmet Paşa da diyor ki: ‘Buna ben tek başıma karar veremem.’ Çünkü bu iş M. Kemal’in işi… O da biliyor ki o halife olmak istiyor. Bunun da bin delili var ya girmiyoruz oraya, sen Ali Şükrü neden öldürüldü onu anlamak istiyorsun. Bunun üzerine Haim Nahum, İsmet Paşa’dan evvel Türkiye’ye geliyor. M. Kemal de İzmir İktisat Kongresi’ni açmak üzere Ankara’dan seyahat tertip etmiştir. Kitap burada, resmi yayın; “Gazi Paşa İzmir Yollarında”… İzmir’e kadar her yerde Hilafet’in lehine konuşuyor. Haim Nahum gelip de, Lozan’ın Hilafet meselesinden dolayı inkıtaa uğradığını, Hilafet meselesi halledilmezse sulh olmayacak deyince, M. Kemal de çıkıyor kongreye, yollarda söylediğinin tam aksini söylüyor. İktisat Kongresi’nin riyasetini Kazım Karabekir’e bırakıyor. Dönüp geliyor, Eskişehir’de, trende İsmet Paşa’yla mülâki oluyor. İsmet Paşa, ‘Lozan Hilafet meselesinden inkıtaa uğradı.’ deyince, ‘Aman bunu mecliste söyleme fark etmesinler.’ diyor. Direndikleri tek mesele Musul, Musul meselesinden koptu kıyamet diye anlat diyor. Gizli celse yapılıyor, muhalifler -ikinci grup- Lozan’ın gerçekte neden dolayı inkıtaa uğradığını bilmediğinden Musul meselesini müzakere ediyor.
M. Kemal bu gizli celseden sonra Konya’ya bir seyahat tertip ediyor ve ‘bu muhalifler iyice azıttılar’ diyor. ‘Musul’u vermeyiz ve gerekirse İngilizler’le harp ederiz diyorlar’ diyor. Tüm bu işlerin arasında, en çok canlarını sıkan sima Ali Şükrü tabi… Hem meseleleri fark ediyor hem de meclis kürsüsünde aslanlar gibi kükrüyor. Hangi iktidar böyle adama tahammül edebilir?
“TÜRKİYE BİR AÇIK HAVA TIMARHANESİ”
■Şu sıralar gündemde olması dolayısıyla da Dersim üzerinden bir soru sormak isterim…
Dersim’i çok konuşuyorlar, Dersim’i boş ver. Ne Dersim’ler var. Menemen, Dersim’den az mı? Şapka isyanları… Kanun hiçbir müeyyide ihtiva etmediği halde 13 vilayette darağacı kurdular. Erzurum’da bir kadın asıldı şapka kanununa istinaden. ‘Bir gün hapis verilir’ diye kanunda bir şey yoktur. O devir bir mecnunlar devridir. Kanun kalksın, onun etrafından oluşan taassup da sarsılıyor şimdi şimdi… Bu sarsıntı devam etsin, kemale ersin, inşallah ben de hayatta olayım. Benim anlatacaklarıma belki siz bile inanmayacaksınız. Binlerce fâcia ihtiva eden vak’a var.
Ali Şükrü’den daha mazlumları da var. O devir bir mecnunluk devri. İskilipli Atıf Efendi, Frenk Mukallitliği kitabını, şapka kanunundan 2 sene evvel çıkardı. Hem de Maarif Vekâleti’nde incelendi, ruhsat aldı kitap. Ruhsat almış kitaptan dolayı 2 sene sonra çıkan kanunla idam edildi.
Şapka giymeyen adama ne ceza verilir? Hiçbir müeyyide yok. Harf inkılâbında da yok. 1941’de eklendi müeyyideleri… Türkiye bir açık hava tımarhanesi… Evet, insanların akıl sağlığı bozuk…
■Son olarak, genç arkadaşlara bir tarih şuuru kazanma noktasında, kısaca birkaç cümle söyleyebilirseniz…
Birincisi; soldan sağa okuryazar olsunlar. İslâmî şuur adına ilk lâzım olan budur.
İkincisi doğru Türkçe öğrensinler. Kemalist dille, din anlatılamaz. Bu Kemalistçi dil, dini anlatmaya yetmez. Doğru Türkçe öğrensinler…
Röportaj: Yusuf Genç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder