23 Ekim 2012 Salı

57 İslam ülkesi bir Almanya etmiyor- Murat ÇETİN


Dünya nüfusunun yüzde 22’sini oluşturan yaklaşık 1,5 milyarlık Müslüman coğrafyası Nobel ödüllerinin 111 yıllık tarihinde Nobel alabilen sadece on kişi çıkarabilmiş içinden...

Bunların da altısı Barış Ödülü, ikisi Edebiyat Ödülü, ikisi de Bilim Ödülü.

1979 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü iki Batılı meslektaşıyla daha paylaşan Pakistanlı Abdus Salamve 1999 Nobel Kimya Ödülü’nü kazanan Mısırlı Ahmed Zewail, “bilim dalı”nda Nobel alarak bu onura erişmiş isimler olmuş.
Nobel ödüllerinin açıklandığı hafta, aynı zamanda Müslüman işadamlarının toplantılarına da sahne olunca, Müslüman dünyasının Nobel ile ilişkisini sorguladım ve Meral Tamer’in haziran ayındaki yazısından bu bilgilere ulaştım.

Tamer, “bu kalabalık nüfustan ancak ikisi Nobel Bilim Ödülü alabilmiş de, Müslümanların yüzde 1’i kadar bir nüfusa sahip Museviler, Nobel Bilim Ödülü alan 104 bilim adamını nasıl yetiştirebilmişler” diye de soruyordu ayrıca...


Ticaret mi, üretim mi?

Başbakan ise geçen hafta iki farklı yerde yaptığı konuşmada Müslüman iş dünyasına seslenerek, “dünya nüfusunun yüzde 22’sini oluşturan Müslümanlar olarak aramızdaki ticaret, yatırım ve işbirliği imkânlarını en üst düzeye çıkarmalıyız” diyordu.

Ne var ki yüzyılda iki bilim Nobel’i çıkarabilmiş İslam dünyasıyla işbirliği uzunca bir süre daha zor görünüyor. Çünkü dört trilyon dolara ulaşan milli geliriyle 57 İslam ülkesi dünya üretiminin sadece yüzde 7’sini üretiyor...

Ayrıca 57 İslam ülkesinin büyük çoğunluğu sadece enerji ihraç ettiği için birbirleriyle ticaretlerinin toplamı da çok cılız... Birbirleriyle ticaretleri dış ticaret toplamlarının ancak yüzde 10'unu oluşturuyor.
Yani işbirliği yaratacak bir “iş” ortada yok.

Dahası, kişi başına ortalama gelirin 2 bin 631 dolar olduğu Müslüman dünyada en zengin İslam ülkesi ile en fakir arasındaki gelir farkı tam 300 kat. Kişi başına 53 bin dolar gelirin düştüğü Katar en zengin İslam ülkesiyken, 177 dolar düşen Etiyopya en fakir ülke. 

Türkiye’nin, 21. yüzyılda hâlâ doğal kaynaklarını satarak para kazanmaya çalışan, üstelik de kazandığı paraları halkına adil dağıtamayan “Tarım Dönemi” ekonomileriyle “dindaş” diyerek flörtleşmesi, benim geçen hafta da altını çizdiğim gibi “hem yüzüncü yılda ülkeyi milli gelirinden ihracatına kadar her alanda zıplatmak istiyor, hem de bunu toplamı ekonomik olarak bir Almanya etmeyen Müslüman dünyasıyla başarmak istiyor” türünden bir anlamsızlık...

Ancak Başbakan’ın “yoksul ülkelerle ticaret yaparak nasıl zengin olacağız” diye soranlara cevabı elbette var:


“Birileri o pazarlar zayıf pazarlar diyebilir. Bunlar tüccarlık yapmamış. Bunlar hayatında ticaret yapmamış. Ya, sattığın malın güçlü pazarı zayıf pazarı olur mu. Sen malı nereye satarsan sat. Paranı al. Mesele bu.”


Başbakan son söylediğinde elbette haklı, parasını verdikten sonra malını kimin aldığının ne önemi var? Ancak zaten sorun da burada, sattığımız malın niteliği ve karşılığında aldığımız paranın değeri ancak mal sattığımız ülkelerin durumu kadar oluyor.

Örneğin kişi başına 177 dolar düşen Etiyopya’ya neyi ne kadar satabilirsin? 
Başbakan Erdoğan’ın geçen sene, “gerçekten de yoksulluğun had safhada olduğu, gelir dağılımındaki uçurumun büyüdüğü, hoşgörüsüzlüğün arttığı, savaşların, çatışmaların, terörün artık alın yazısına, yaftaya dönüştüğü bir çağı yaşıyor İslam ülkelerinin geneli” diyerek sefaletini ortaya koyduğuMüslüman dünyasının 57 ülkesinin bir Almanya etmediğini Mehmet Altan yıllarca yazıp söylemiş ve Kent Dindarlığı adlı kitabında konuyu daha da derinleştirmişti... Şimdi aynısını kelimesi kelimesine TOBB Başkanı söylüyor ve ilave ediyor:

“Dünyanın en fakir 48 ülkesine baktığımız zaman 22 tanesi İslam ülkesi. Bunun sebebi ne diye düşünebildik mi? Dünya enerji kaynaklarının yüzde 90'ı İslam ülkelerinden çıkacak ama zengin olamayacaksınız. 57 İslam ülkesi bir Alman ekonomisi yapmıyor. Biz de bir noksanlık var.”

Bu tesbitler ışığında ilk merak ettiğim, Başbakanın “yoksulluğun had safhada” olduğunu söylediği dünyanın en fakir 22 ülkesini de içinde barındıran Müslüman ülkelerle nasıl bir ticaret yapacağımız ve sonunda nasıl zengin olacağımız...

İkincisi, “mal ve hizmet alım-satımı”nı ifade eden ticaret yerine, Nobel’i hedefleyen bir “bilgi” üretimini ve bunun yüksek teknolojili ürünlere dönüştürülerek tüm dünyaya satışını hedefleyen bir “üretim” anlayışını yerleştirmek, bunun altyapısını hazırlamak, bu çağın olmazsa olmazı değil mi?
On bin dolarlık gelir düzeyinden 20-30 binlere zıplamak için en “yoksul” Müslüman ülkelerle ticaret yapmak azıcık iktisat bilen bir insanın aklına gelir mi diye düşünüyorum.

Açık ara Nobel ödüllerini toplayan ABD’nin, dünya nüfusunun yüzde 4,5’ini oluşturmasına karşın dünya milli gelirinin yüzde 20’sine sahip olması tesadüf olmasa gerek.

Başbakan Erdoğan siyaseten dini sömürmek amacıyla aklını “Müslümanlığa” taktırmak yerine ekonomik olarak toplumun “zenginleşmesine” endekslense, hem çok daha hayırlı bir iş yapacak, hem de konuşmalarının içeriği iktisat bilimiyle ters düşmeyen tutarlı bir ahenge kavuşacak...

Hiç yorum yok: