1919'da Mısır halkı Tahrir meydanında tek yumruk olmuştu

Mısır halkının Hüsnü Mübarek'e karşı kıyam ettiği Tahrir Meydanı'nda Mısırlı Hıristiyanlar da yer almıştı. Hıristiyan gençler Cuma namazı kılan Müslümanların etrafında etten bir duvar örmüşlerdi.
Geçen bir yazımda Mısır kıyamının 1919'daki devrimi andırdığını yazmıştım.
Kullanılan sloganlar ve talepler neredeyse aynıydı, o gün Mısırlılar İngilizlerin çekip gitmesini istemişlerdi.
Mısır'ın her yerinde, Müslümanlar ve Hıristiyanlar el ele vermiştiler.
Bir de farklı olarak, 1919'de kadın-erkek herkesin elinde “ay-yıldızlı bayraklar” vardı..
Osmanlı yenilmiş ama henüz pes etmemişti ve ay-yıldızlı bayraklar Osmanlı'ya duyulan muhabbet ile Mısır'ın özgürlük taleplerini birleştirmişti.
Zaten Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı tayyareleri Kahire'deki İngiliz hedeflerini her vurduklarında Mısırlılar tezahürat yapıyorlardı.
Osmanlı'ya karşı savaşa gitmek istemeyen Mısırlı yedek askerler Abidin Meydanı'nda toplanarak İngiltere'yi protesto etmişlerdi.
Bu olay sırasında da İngiliz askerleri Abidin Meydanı'ndaki kalabalığın üzerine ateş açmışlardı.
Anadolu'daki milli direnişe de kulak kesilmişlerdi Mısırlılar.
Bizim şimdi Mısırlı kardeşlerimize dua ettiğimiz gibi, Mısırlılar da o günlerde Anadolu'nun zafer kazanması için dua ediyorlardı.
İNGİLİZLER MISIR'I BIRAKMAK İSTEMEDİLER
Peki 1919 Devrimi nasıl patlak vermişti?
Birinci Dünya Savaşı'nın son bulmasının ardından İngilizlerin Mısır'a bağımsızlık vereceğine inananlar vardı.
Hiç de öyle olmamıştı, İngilizlerin Mısır'ı elden çıkarmaya niyetleri yoktu.
Bazı Mısırlı aydınlar ve siyasetçiler 1919 yılının Mart ayı başlarında Londra'ya giderek İngiliz hükümetine taleplerini iletmek istemişlerdi.
İngiliz kuvvetleri komutanı General Jimmy Watson, kukla kral 1. Fuad'ın otoritesini sarsmaya yönelik saydığı bu girişimi engellemişti.
Ardından da bu girişimin(WAFD) önderleri olan İsmail Sıtkı, Sa'd Zağlul, Muhammed Mahmud ve Hamad Basil paşaları tutuklayarak, savaş esiri Osmanlı subaylarının sürgün edildiği Malta'ya göndermişlerdi.
Sözkonusu isimler Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul ile irtibatlıydılar. Hamad Basil, Mısır İslam İhtilal Komitesi'nde yer almıştı.
Hepsi de Mısır'ın meşhur simaları arasındaydılar.
YÜZLERCE MISIRLI ÖLDÜ
Tutuklamalar duyulur duyulmaz başta Kahire olmak üzere Mısır'ın her yerinde halk ayaklanmaları baş göstermişti.
Bağımsızlık isteyen Mısırlıların üzerine İngiliz askerlerinin ateş açması sonucunda Kahire'de, Tanta'da, İskenderiye'de onlarca kişi hayatını kaybetmişti.
Halk daha da öfkelenerek demiryollarını, istasyonları tahrip etti, telefon ve telgraf direklerini ateşe vermişti.
Olaylarda hayatını kaybedenlerin cenazeleri büyük kalabalıklar tarafından toprağa verilmişti.
Öyle ki bu cenaze törenleri 1908'de vefat eden, Osmanlıcı ve bağımsızlıkçı Hizbü'l-Vatani'nin ilk lideri Mustafa Kamil'in cenaze törenini bile geride bırakmıştı.
Grevler, boykotlar da hızla yayılmıştı.
KUDÜS'E GİREN İNGİLİZ GENERALİ GETİRTTİLER
O sırada Paris'te bulunan General Allenby (1917'de Kudüs'e giren general) apar topar getirilerek General Sir Reginald Wingate Paşa'nın yerine “İngiliz Yüksek Komiseri” olarak atandı.
Allenby, demiryollarına zarar verilen köyler ve kasabaların uçaklarla bombalanması ve derhal askeri mahkemelerin kurularak ayaklanmayı başlatanların yargılanmasını emreden bir karar yayımlattı.
Bu arada Malta sürgünlerinin de Mısır'a getirilmesini emretti.
Malta sürgünlerinin serbest bırakılacağı üzerine sevinç gösterileri yapan halkla İngiliz askerleri arasında olaylar çıkmış ve yine onlarca Mısırlı hayatını kaybetti.
Olaylar mart ayından sonra da günlerce sürdü ve sonunda İngiliz hükümeti Mısırlı milliyetçilerin görüşme taleplerini kabul etti. Böylece halk ayaklanması ilk meyvesini vermiş oldu.
BÖYLE BİR HAREKET HESAPTA YOKTU
1919 Devrimi'nde büyük rol oynayan partilerden Hizbü'l-Vatani'nin lideri Mustafa Ferid hatıralarında halk ayaklanmasını şöyle anlatır: “Böyle bir hareket hesapta hiç yoktu. Mısırlıların gösterdikleri dayanışma ve ittifak da hiç kimsenin hayal edebildiği bir şey değildi. Özellikle kadınların mitinglere katılmaları, Kıpti'lerin papazlarının Ezher'de Müslüman ulemayı ziyaret edecek derecede Müslümanlarla anlaşmaları , Şeyh Muhammed Bahit'in de bizzat Kıpti Patriği'ni ziyaret etmesi, halkın bu kaynaşma münasebetiyle Hilal önündeki yıldız yerine Haç koydukları yeni bayraklar yapmaları gerçekten de beklenen hadiseler değildi.”
Halk devriminden üç yıl sonra Mısır manda yönetiminden kurtularak, İngiliz himayesinde yarı bağımsız bir devlet oldu. Mısır'ın başında İngiliz kuklası bir kral ve bir de parlamento vardı. Mısırlılar tam bağımsızlık elde edene kadar mücadeleye devam etti.
Hizbül-Vatani'nin merhum lideri Mustafa Kamil'in 1890'ların başlarında yaptığı direniş çağrısı ve anayasal hükümet çağrısı boşa çıkmamıştı. 1936'da Mısırlılar biraz daha yaklaştılar tam bağımsızlığa. 1950'de Mısır hükümeti “1936 anlaşması”nı ve 1899 tarihli “Sudan Konvansiyonu”nu feshetti. İngilizlerin Süveyş Kanalı'nı işgal girişimine karşı, Müslüman Kardeşler'in başını çektiği gerilla savaşı başladı. Olaylar, ayaklanmalar, huzursuzluklar durmaksızın devam etti.
“BİZ GİDERSEK MÜSLÜMAN KARDEŞLER GELİR”
Mısır Kralı Faruk, 1952'de Müslüman kardeşlerin ve diğer siyasal örgütlerin desteğine güvenen “Hür Subaylar” tarafından devrildi. İşin gerçeği Hür Subaylar, “Biz gidersek ya Müslüman Kardeşler gelir, ya komünistler” diyerek İngilizlere karşı Amerikalıların desteğini sağladılar ilk başlarda. 1952'den bu yanan Mısır'a hükmeden askeri rejiminin son temsilcisi Hüsnü Mübarek, 1981'den bu yana oturduğu koltuktan gitmemek için “ben gidersem Müslüman Kardeşler gelir” demeye devam ediyor. Ama bu kez durum değişik, Amerika Mübarek'in arkasında durmuyor artık. Kimin geleceğine Mısır halkı karar verecek. Arzumuz Mısır halkının özgür bir şekilde kendi geleceğini kendisinin tayin etmesidir.
Hasan el Benna 1919 Devrimi'ne katılmıştı..
1919'da Mısır'ın İngilizlerden bağımsızlığını kazanması için başlatılan halk devriminde yer alanlardan biri de “Müslüman Kardeşler” hareketinin kurucusu Şeyh Hasan el-Benna'ydı.
Sadece Kahire değil, Mısır'ın her yerinde halk ayaktaydı ve Hasan el-Benna 13 yaşında bir ortaokul öğrencisiyken “Mahmudiye” kasabasındaki protesto gösterilerine katılmıştı.
Şehid El-Benna hatıralarında bu mitinglerde duyduğu şu mısraları hiçbir zaman unutamamıştır:
“Vatan sevgisi imandandır/Allah bize sesleniyor/ Bağımsızlık bizi birleştirmese de/ Firdevs'de karşılaşırız elbet.”
Halk devrimi bir günde başlayıp bitmemişti, boykotlar, mitingler, grevler aylarca devam etmişti.
Hasan el Benna da diğer arkadaşları gibi eylemlerin içerisindeydi.
Bir gün hocası Muhammed Halef Nur gözyaşları içinde sınıfa girmişti.
Öğrencilerinin “neden ağlıyorsunuz Hocam” sorusuna, “Muhammed Ferid Bey öldü çocuklar, ona ağlıyorum” cevabı vermişti.
Muhammed Ferid, 1919 Devrimi'ni besleyen kaynaklardan Hizbü'l-Vatani'nin sürgünde yaşayan lideriydi ve Berlin'de vefat etmişti.
Halef Hoca, Hasan el-Benna ve arkadaşlarına Muhammed Ferid'i ve mücadelesini anlatmıştı.
Hasan el-Benna hocasının konuşmasından sonra bir şiir kaleme almış ve şöyle seslenmişti Ferid'e:
“Ey Ferid, rahat uyu, inançla yat/Ey Ferid, vatan için bir tasan olmasın/Ey Ferid, bütün vatan sana feda olsun.”
“Hizbü'l-Vatani”nin lideri Muhammed Ferid Bey de Mısır'ın hürriyeti ile Osmanlı'nın birliğini bir tutan anlayışa sahipti.
Mısır özgürlüğüne kavuşacaksa bu ancak Osmanlı'nın ayakta kalmasıyla mümkündü.
Bu yüzden İngiliz politikalarına karşı Mısır halkını Osmanlı Hilafeti etrafında toparlanmaya davet etmişlerdi.
Arapların ünlü şairi Ahmet Şevki, “ve Mısır'ın sana ihtiyacı var” mısrasıyla halkın hissiyatına tercüman olmuştu.
Mısırlı milliyetçiler Mısır'ın bağımsızlığı ile Osmanlı hilafetinin bütünlüğünü formüle etmeyi başarmışlardı.
“Osmanlı Birliği”nin ve “İslam İttihadı”nın meşhur savunucularından Şeyh Abdülaziz Çaviş ve Abdülhamid Said de Hizbü'l-Vatani'nin yöneticileri arasındaydılar.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında İstanbul'daki “Harbiye Nezareti” bünyesindeki, Tunuslu muhacir liderlerden Ali Başhamba Bey'in başkanlığını üstlendiği “Şark İşleri Dairesi”yle irtibatlı çalışıyorlardı.
Parti'nin her türlü faaliyeti ve yayın organları da keza bu daire tarafından finanse ediliyordu.
Şeyh Çaviş ve Said ayrıca Mısır politikasında Sadrazam Said Halim Paşa ile birlikte hareket ediyorlardı.
Aralarında Çaviş, Said ile sonradan “Ezher Büyük Şeyhi” olan Muhammed Hıdır Hüseyin'in de yer aldığı Mısırlı ve Tunuslu muhacir liderler, Osmanlı'nın savaşı kaybetmesi üzerine İngilizlerin eline düşmemek için İstanbul'dan da hicret etmişlerdi.
Abdülhamid Said'in de Hasan el Benna'nın yetişmesinde büyük payı vardı. 1919 Devrimi'nden üç yıl sonra Mısır kağıt üstünde de olsa özgürlüğüne kavuşmuştu. Sürgünden dönen Abdulhamid Said, yeni kurulan “Müslüman Gençler Derneği”nin başına geçirilmişti.
Hasan el-Benna hemen Abdulhamid Said'e mektup yazarak cemiyete üye olduğunu ve aidatlarını ödemeye özen gösterdiğini yazmıştı. Hatıralarında cemiyeti hayırla yadeden el-Benna, ilk konferanslarını da bu cemiyetin çatısı altında vermeye başlamıştı.
1928'de “Müslüman Kardeşler Cemiyeti”nin temelini atan el-Benna 1949'da bir suikast sonucunda şehit düşene kadar hareketin umumi mürşidiydi.
Arap dünyasının sağlığı Mısır'ın sağlığı ile ölçülür..
Mısırlılar 1882'deki İngiliz işgalinden bu yana gerçek bir anayasal rejime ve demokrasiye kavuşmak için mücadele ediyorlar.
Osmanlı Hilafeti'nin kaldırılmasından sonra Mısır Arap-İslam dünyasının merkezi olarak kabul edildi hep.
Osmanlı'yı parçalayarak topraklarını bölüşen işgalci ve sömürgeci güçler başta Mısır olmak üzere İslam dünyasının pek çok yerinde kukla rejimleri desteklediler ve demokrasinin yerleşmesini engellediler.
Demokrasilerde şöyle ya da böyle, kararı halk verir çünkü.
Sömürgeci güçler kendi ülkelerinde demokrasi ve hukuk devleti tesis ederken egemenlikleri altına aldıkları ülkelerde tam tersini yaptılar.
1950'lerden bu yana Kuzey Afrika'da askeri rejimlerin sürmesinin sebebi de kendileridir.
Şimdi bu dönem kapanıyormuş gibi görünüyor.
Tunus'ta Zeynelabidin Bin Ali gitti, Mısır'da “Mübarek” gün sayıyor.
Mısır'ın yarı-resmi yayın organı El Ahram'ı uzun yıllar idare eden 88 yaşındaki yazar Muhammed Hasaneyn Heykel'in şu sözleri ilginçtir:
“Devrim, evet bir gerçek, ama galiba tek adamı değiştirdi. Devlet dokusunun hiçbir noktası anayasal hukuksal anlamda bir gelişme göstermedi.”
Ama artık bu durum değişmelidir.
“Tek adam”ın gitmesi ve yerine “İkinci adam”ın(Ömer Süleyman) tek adam olarak geçmesi Mısır'ın birikmiş sorunlarını çözmez.
Ülkelerinin her yanında ayağa kalkan Mısırlıların bu durumun bilincinde olduklarını düşünüyorum.
Mısır'da Mübarek döneminin sona ermesi ve serbest seçimlerin önünün açılması elbette çevre ülkeleri de derinden etkileyecektir.
Suud-i Arabistan Kralı Abdülaziz'in ölüm döşeğinde oğullarına şöyle söylediği rivayet olunur:
“Arap dünyasının sağlığı Mısır'ın sağlığı ile ölçülür. Mısır hasta ise diğer ülkeler de hasta demektir.”
Türkiye'nin ardından Mısır'ın da vesayet rejimini tasfiye etmesiyle bu coğrafyada büyük bir dönüşümün yaşanacağı çok açıktır.
Herkesin gözü Mısır'ın üzerinde ve Mısır iyileşirse etkisi bölgeye olumlu olarak yansıyacaktır.

İhvan-ı Müslimin'in ibret verici kısa tarihi

1928'de Hasan el-Benna ve arkadaşları tarafından Mısır'da kurulan 'Müslüman Kardeşler Cemiyeti', İngiliz sömürge döneminin koşulları altında hayatiyet kazandı. Sultan Abdülhamit'in 'İttihad-ı İslam' siyasetinin mirasını devralan 'Müslüman Kardeşler' sömürge sonrasındaki güdümlü askeri diktatörlük rejimlerinde sivil muhalefeti temsil ettiler. Sömürge altındaki İslam dünyasının pek çok yerinde etkisini hissettiren Müslüman Kardeşler 80 yıldan fazladır Mısır'da büyük bir zulüm ve baskı sürecinden geçtiler. Hasan el-Benna bir suikast sonucunda şehit edilirken, sonraki liderlerin neredeyse tamamı uzun yıllar hapiste kaldılar.
Mısırlı gençler 'Tahrir Meydanı'nda Mübarek rejimine karşı devrimi başlattıklarında herkesin gözü 'Müslüman Kardeşler' teşkilatının üzerindeydi. Çünkü 'Müslüman Kardeşler' Mısır'ın en eski, en yaygın ve en örgütlü sivil hareketini temsil ediyordu.
Mübarek'in devrilmesinden sonra yapılan seçimlerde 'Müslüman Kardeşler' teşkilatında yetişen Muhammed Mursi'nin Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte Mısır zorlu bir süreçten geçiyor.
İngiliz işgaline karşı Mısır milli hareketini temsil eden 'Hizbü'l-Vatani'nin Mustafa Kamil'den sonraki lideri Muhammed Ferid, Birinci Dünya Savaşı yıllarında uzun bir süre İstanbul'da yaşadıktan sonra 1919'da Berlin'de sürgünde vefat etmişti.
Hem 1952'deki askeri darbeden 60 yıl sonra Mısır'da ilk kez bir sivilin Cumhurbaşkanı seçilmesi, hem de seçilen kişinin 74 yıllık 'Müslüman Kardeşler' mensubu olması dikkatlerin Mısır'a çevrilmesi için yeterliydi.
'Müslüman Kardeşler' Mısır'da kurulduğu halde etkisini bütün İslam dünyasında hissettirmişti. Bu bağlamda 'Müslüman Kardeşler' küresel çapta ilk İslami-sivil siyasi bir harekettir.
ABDÜLHAMİT'İN SİYASİ MİRASI
Mısır'ın ardından Lübnan, Suriye ve Filistin'e taşan hareket kısa süre içerisinde İngiliz ve Fransız sömürgesinde yaşayan Arap-İslam dünyasının her bölgesinde İslami hareketlere esin kaynağı olmuştu.
Sultan II. Abdülhamit'in 'İttihad-ı İslam' siyasetinden sonra sömürgeci devletleri en fazla endişelendiren hareket 'Müslüman Kardeşler' idi. Ondan önce Cemalattin Afgani ve Mısırlı Muhammed Abduh'un 1880'lerde çıkardıkları 'Urvetu'l- Vuska' dergisi müslümanların sömürge egemenliğine karşı bilinçlenmelerini sağlamıştı.
'Müslüman Kardeşler'in kurucu kadroları hem Mısır'daki işgalci İngiliz idaresine karşı bayrak açan Mustafa Kamil, Muhammed Ferid ile 'El-Müeyyet' gazetesinin sahibi Şeyh Ali Yusuf gibi Sultan Abdülhamit'in 'İslam Birliği' siyasetini destekleyen Osmanlı yanlısı aydınların mücadelesinden etkilenmişlerdi.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı safında yer alan Mısırlı mücahitlerden Abdurrahman Azzam, Abdülhamit Said, Şeyh Muhammed Hıdır Hüseyin, Şeyh Abdülaziz Çaviş gibi meşhur şahsiyetler de 'Müslüman Kardeşler'e esin veren isimler arasında yer alıyorlar.
İstanbul, İkinci Meşrutiyet sonrasında da İslam dünyasının sömürgeci devletlerin işgali altında yaşayan Kuzey Afrika'dan gelen 'İttihad-ı İslam'ı savunan mücahit aydınlara ve liderlere ev sahipliği yapmıştı.
Öte yandan Mısır'daki yenilikçi alimlerden Şeyh Reşid Rıza da 'Müslüman Kardeşler'in kurucu lideri merhum Hasan el-Benna'nın etkilendiği şahsiyetlerin başında geliyordu.
El-Benna'nın etkilendiği şahsiyetlerden biri de Osmanlı ordusunda yetişmiş, Suriye'de Fransız işgaline karşı verdiği mücadeleyle tanınan ve bir süre Mısır'da sürgün yaşayan doktor Şeyh Muhammed Said el-Arafi'ydi.
HİLAFET BOŞLUĞU VE İRŞAD
Efsanevi bir teşkilat olan 'Müslüman Kardeşler' teşkilatının kurulduğu dönemde Hilafetin merkezi olan Osmanlı İmparatorluğu tasfiye edilmişti. Daha 1800'lerden itibaren Osmanlı egemenliği altındaki Cezayir, Tunus, Mısır-Sudan, Libya İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar tarafından işgal edilerek sömürgeleştirilmişti.
Orta Asya İslam-Türk coğrafyası dahil İslam dünyası sömürgeci devletlerin işgali altındaydı.
Dolayısıyla Müslüman Kardeşler sömürgeleştirilmiş İslam dünyasının yüzyüze bulunduğu sorunların ezici ağırlığı altında kurulmuştu. Müslüman Kardeşler kurulduğunda Mısır İngiliz güdümündeki Kral Faruk'un idaresi altındaydı.
El- Benna Mısır'ın sömürge idaresinden kurtulup bağımsızlığını kazanması, yanı sıra Mısır'ın islami kimliğiyle uyumlu sivil bir rejimin kurulması için gençlerin eğitim, kültür ve inanç düzeylerinin yükseltilmesi gerektiğine inanıyordu. İslami İrşad geleneğinin yeniden canlandırılması için yoğun bir çalışma içerisine girmişti.
'O HALDE BİZ İHVAN-I MÜSLİMİNİZ'
Genç bir öğretmen olan El-Benna, 1928 yılı Mart ayında İsmailiye şehrinde arkadaşları Hafız Abdulhamit, Ahmet el-Husari, Fuad İbrahim, Abdurrahman Hasebullah, İsmail İzz ve Zeki el-Mağribi ile bir araya gelmişti.
Toplantıya katılanlar aralarında İslami çalışmanın gayesi ve prensipleri üzerinde anlaşmışlardı. Aralarından biri El-Benna'ya şu soruyu sormuştu:
'Kendimize ne ad vereceğiz? Biz bir cemiyet veya bir dernek veya bir tarikat veya resmi bir şekil alıncaya kadar bu şekilde kalacak kimseler miyiz?'
El-Benna'nın bu soruya vediği cevap şöyleydi:
'Hayır, ne bu, ne o. Şekilcilikten veya resmilikten vazgeçelim. Bu ilk toplantımızın temeli; düşünce, maneviyat ve çalışmak olsun. Biz, İslam'a hizmet eden kardeşleriz. O zaman biz; İhvan-ı Müsliminiz.'
El-Benna'nın 1932'de Kahire'ye taşınmasıyla Cemiyetin merkezi de Kahire'ye intikal ettirildi. Okullar, mescitler, enstitüler açan, dergiler yayınlayan, konferanslar tertipleyerek İrşat çalışmalarına başlayan Cemiyet'in mürşitliğine de El-Benna getirilmişti.
MEDENİYET VE TECDİD PROJESİ
El-Benna'nın 1942'de milletvekilliği adaylığı İngilizlerin baskısıyla engellendi.
Aynı şekilde, 1944-1945 seçimlerine de bağımsız aday olarak katılan El-Benna milletvekili seçildi, ancak İngilizlerin tazyikiyle Mısır Hükümeti seçimleri iptal etti. El-Benna ile birlikte 60'a yakın İhvan adaylıktan düşürüldü.
Filistin'de İsrail devletinin kurulmasının ardından başlayan savaşlarda 'Müslüman Kardeşler' mürşitleri El-Benna'yla birlikte Sina cephesinde gönüllü olarak savaştılar.
'Filistin meselesi' Müslüman Kardeşler'in en fazla hassasiyet gösterdiği meselelerden biriydi. Bir ara Kral Faruk rejimi tarafından tutuklanan Hasan el-Benna sessiz kitlelerin sesi olmuştu.
Benna'nın 1949'da Kahire'de Krallık istihbarat servisi tarafından düzenlenen bir suikast sonucunda şehit edilmesi Mısır halkının 'Müslüman Kardeşler'e olan teveccühünü daha da artırdı.
Hasan el-Benna İslami tecdit(yenilenme) hareketinin önemli temsilcilerinden biriydi. Prof. Hayrettin Karaman Hoca 'Hasan el-Benna'nın medeniyet ve tecdid projesinin esasları' başlıklı bir tebliğinde El-Benna'nın Anayasaya dayalı parlamenter sistemi İslama aykırı görmediğini aktarır.
Sivil muhalefet
'Hür Subaylar'ın 1952'deki darbesinin kolayca gerçekleşmesinde Müslüman Kardeşler'in kitlesel desteği de rol oynamıştı. Ne ki darbeciler, kurmayı düşündükleri diktatörlük rejimi için 'Müslüman Kardeşler'i bir tehdit olarak gördüler.
Sömürgeciler Mısır'dan ve diğer Arap ülkelerinden çekilmeyi kabul etmişlerdi ama arkalarında askeri rejimler bırakmışlardı. Müslüman Kardeşler hareketi askeri diktatörlük rejimlerine karşı İslami sivil ana muhalefeti temsil etmişlerdi.
1950'lerin ilk yarısında sadece Mısır'da İhvan'ın 1500 civarında şubesi, üye sayısı 1 milyondan fazlaydı.
'Resmi sömürgecilik' sonrası dönemde artık mücadele askeri rejimler ile Müslüman Kardeşler arasında cereyan edecekti. Diktatörleri birer birer düşüren Arap devrimleri ile 'Müslüman Kardeşler' hareketi de yeni bir sürece girmiş oldu.
NOT: Konu hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyen okurlar, 'Medeniyet Derneği' ile 'Genç Birikim Derneği'nin yayımladığı 'Hasan el-Benna ve Müslüman Kardeşler Uluslararası Sempozyumu-Tebliğler' başlıklı iki ciltlik eseri edinebilirler. Yanısıra, Dr. Süleyman Kızıltoprak'ın 'Mısır'da Osmanlı'nın son yüzyılı', Salih el-Verdani'nin 'Mısır'da İslami Akımlar' kitaplarının yanı sıra, Muhammed Ferid'in 'Mısır Mısırlılarındır: İngiliz İşgaline Karşı Osmanlı Hilafeti' başlıklı anılarıyla Hasan el-Benna'nın 'Dava ve davetçinin hatıraları' isimli hatıratına başvurabilirler.

İhvan-ı Müslimin'in ibret verici kısa tarihi

1928'de Hasan el-Benna ve arkadaşları tarafından Mısır'da kurulan 'Müslüman Kardeşler Cemiyeti', İngiliz sömürge döneminin koşulları altında hayatiyet kazandı. Sultan Abdülhamit'in 'İttihad-ı İslam' siyasetinin mirasını devralan 'Müslüman Kardeşler' sömürge sonrasındaki güdümlü askeri diktatörlük rejimlerinde sivil muhalefeti temsil ettiler. Sömürge altındaki İslam dünyasının pek çok yerinde etkisini hissettiren Müslüman Kardeşler 80 yıldan fazladır Mısır'da büyük bir zulüm ve baskı sürecinden geçtiler. Hasan el-Benna bir suikast sonucunda şehit edilirken, sonraki liderlerin neredeyse tamamı uzun yıllar hapiste kaldılar.
Mısırlı gençler 'Tahrir Meydanı'nda Mübarek rejimine karşı devrimi başlattıklarında herkesin gözü 'Müslüman Kardeşler' teşkilatının üzerindeydi. Çünkü 'Müslüman Kardeşler' Mısır'ın en eski, en yaygın ve en örgütlü sivil hareketini temsil ediyordu.
Mübarek'in devrilmesinden sonra yapılan seçimlerde 'Müslüman Kardeşler' teşkilatında yetişen Muhammed Mursi'nin Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte Mısır zorlu bir süreçten geçiyor.
İngiliz işgaline karşı Mısır milli hareketini temsil eden 'Hizbü'l-Vatani'nin Mustafa Kamil'den sonraki lideri Muhammed Ferid, Birinci Dünya Savaşı yıllarında uzun bir süre İstanbul'da yaşadıktan sonra 1919'da Berlin'de sürgünde vefat etmişti.
Hem 1952'deki askeri darbeden 60 yıl sonra Mısır'da ilk kez bir sivilin Cumhurbaşkanı seçilmesi, hem de seçilen kişinin 74 yıllık 'Müslüman Kardeşler' mensubu olması dikkatlerin Mısır'a çevrilmesi için yeterliydi.
'Müslüman Kardeşler' Mısır'da kurulduğu halde etkisini bütün İslam dünyasında hissettirmişti. Bu bağlamda 'Müslüman Kardeşler' küresel çapta ilk İslami-sivil siyasi bir harekettir.
ABDÜLHAMİT'İN SİYASİ MİRASI
Mısır'ın ardından Lübnan, Suriye ve Filistin'e taşan hareket kısa süre içerisinde İngiliz ve Fransız sömürgesinde yaşayan Arap-İslam dünyasının her bölgesinde İslami hareketlere esin kaynağı olmuştu.
Sultan II. Abdülhamit'in 'İttihad-ı İslam' siyasetinden sonra sömürgeci devletleri en fazla endişelendiren hareket 'Müslüman Kardeşler' idi. Ondan önce Cemalattin Afgani ve Mısırlı Muhammed Abduh'un 1880'lerde çıkardıkları 'Urvetu'l- Vuska' dergisi müslümanların sömürge egemenliğine karşı bilinçlenmelerini sağlamıştı.
'Müslüman Kardeşler'in kurucu kadroları hem Mısır'daki işgalci İngiliz idaresine karşı bayrak açan Mustafa Kamil, Muhammed Ferid ile 'El-Müeyyet' gazetesinin sahibi Şeyh Ali Yusuf gibi Sultan Abdülhamit'in 'İslam Birliği' siyasetini destekleyen Osmanlı yanlısı aydınların mücadelesinden etkilenmişlerdi.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı safında yer alan Mısırlı mücahitlerden Abdurrahman Azzam, Abdülhamit Said, Şeyh Muhammed Hıdır Hüseyin, Şeyh Abdülaziz Çaviş gibi meşhur şahsiyetler de 'Müslüman Kardeşler'e esin veren isimler arasında yer alıyorlar.
İstanbul, İkinci Meşrutiyet sonrasında da İslam dünyasının sömürgeci devletlerin işgali altında yaşayan Kuzey Afrika'dan gelen 'İttihad-ı İslam'ı savunan mücahit aydınlara ve liderlere ev sahipliği yapmıştı.
Öte yandan Mısır'daki yenilikçi alimlerden Şeyh Reşid Rıza da 'Müslüman Kardeşler'in kurucu lideri merhum Hasan el-Benna'nın etkilendiği şahsiyetlerin başında geliyordu.
El-Benna'nın etkilendiği şahsiyetlerden biri de Osmanlı ordusunda yetişmiş, Suriye'de Fransız işgaline karşı verdiği mücadeleyle tanınan ve bir süre Mısır'da sürgün yaşayan doktor Şeyh Muhammed Said el-Arafi'ydi.
HİLAFET BOŞLUĞU VE İRŞAD
Efsanevi bir teşkilat olan 'Müslüman Kardeşler' teşkilatının kurulduğu dönemde Hilafetin merkezi olan Osmanlı İmparatorluğu tasfiye edilmişti. Daha 1800'lerden itibaren Osmanlı egemenliği altındaki Cezayir, Tunus, Mısır-Sudan, Libya İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar tarafından işgal edilerek sömürgeleştirilmişti.
Orta Asya İslam-Türk coğrafyası dahil İslam dünyası sömürgeci devletlerin işgali altındaydı.
Dolayısıyla Müslüman Kardeşler sömürgeleştirilmiş İslam dünyasının yüzyüze bulunduğu sorunların ezici ağırlığı altında kurulmuştu. Müslüman Kardeşler kurulduğunda Mısır İngiliz güdümündeki Kral Faruk'un idaresi altındaydı.
El- Benna Mısır'ın sömürge idaresinden kurtulup bağımsızlığını kazanması, yanı sıra Mısır'ın islami kimliğiyle uyumlu sivil bir rejimin kurulması için gençlerin eğitim, kültür ve inanç düzeylerinin yükseltilmesi gerektiğine inanıyordu. İslami İrşad geleneğinin yeniden canlandırılması için yoğun bir çalışma içerisine girmişti.
'O HALDE BİZ İHVAN-I MÜSLİMİNİZ'
Genç bir öğretmen olan El-Benna, 1928 yılı Mart ayında İsmailiye şehrinde arkadaşları Hafız Abdulhamit, Ahmet el-Husari, Fuad İbrahim, Abdurrahman Hasebullah, İsmail İzz ve Zeki el-Mağribi ile bir araya gelmişti.
Toplantıya katılanlar aralarında İslami çalışmanın gayesi ve prensipleri üzerinde anlaşmışlardı. Aralarından biri El-Benna'ya şu soruyu sormuştu:
'Kendimize ne ad vereceğiz? Biz bir cemiyet veya bir dernek veya bir tarikat veya resmi bir şekil alıncaya kadar bu şekilde kalacak kimseler miyiz?'
El-Benna'nın bu soruya vediği cevap şöyleydi:
'Hayır, ne bu, ne o. Şekilcilikten veya resmilikten vazgeçelim. Bu ilk toplantımızın temeli; düşünce, maneviyat ve çalışmak olsun. Biz, İslam'a hizmet eden kardeşleriz. O zaman biz; İhvan-ı Müsliminiz.'
El-Benna'nın 1932'de Kahire'ye taşınmasıyla Cemiyetin merkezi de Kahire'ye intikal ettirildi. Okullar, mescitler, enstitüler açan, dergiler yayınlayan, konferanslar tertipleyerek İrşat çalışmalarına başlayan Cemiyet'in mürşitliğine de El-Benna getirilmişti.
MEDENİYET VE TECDİD PROJESİ
El-Benna'nın 1942'de milletvekilliği adaylığı İngilizlerin baskısıyla engellendi.
Aynı şekilde, 1944-1945 seçimlerine de bağımsız aday olarak katılan El-Benna milletvekili seçildi, ancak İngilizlerin tazyikiyle Mısır Hükümeti seçimleri iptal etti. El-Benna ile birlikte 60'a yakın İhvan adaylıktan düşürüldü.
Filistin'de İsrail devletinin kurulmasının ardından başlayan savaşlarda 'Müslüman Kardeşler' mürşitleri El-Benna'yla birlikte Sina cephesinde gönüllü olarak savaştılar.
'Filistin meselesi' Müslüman Kardeşler'in en fazla hassasiyet gösterdiği meselelerden biriydi. Bir ara Kral Faruk rejimi tarafından tutuklanan Hasan el-Benna sessiz kitlelerin sesi olmuştu.
Benna'nın 1949'da Kahire'de Krallık istihbarat servisi tarafından düzenlenen bir suikast sonucunda şehit edilmesi Mısır halkının 'Müslüman Kardeşler'e olan teveccühünü daha da artırdı.
Hasan el-Benna İslami tecdit(yenilenme) hareketinin önemli temsilcilerinden biriydi. Prof. Hayrettin Karaman Hoca 'Hasan el-Benna'nın medeniyet ve tecdid projesinin esasları' başlıklı bir tebliğinde El-Benna'nın Anayasaya dayalı parlamenter sistemi İslama aykırı görmediğini aktarır.
Sivil muhalefet
'Hür Subaylar'ın 1952'deki darbesinin kolayca gerçekleşmesinde Müslüman Kardeşler'in kitlesel desteği de rol oynamıştı. Ne ki darbeciler, kurmayı düşündükleri diktatörlük rejimi için 'Müslüman Kardeşler'i bir tehdit olarak gördüler.
Sömürgeciler Mısır'dan ve diğer Arap ülkelerinden çekilmeyi kabul etmişlerdi ama arkalarında askeri rejimler bırakmışlardı. Müslüman Kardeşler hareketi askeri diktatörlük rejimlerine karşı İslami sivil ana muhalefeti temsil etmişlerdi.
1950'lerin ilk yarısında sadece Mısır'da İhvan'ın 1500 civarında şubesi, üye sayısı 1 milyondan fazlaydı.
'Resmi sömürgecilik' sonrası dönemde artık mücadele askeri rejimler ile Müslüman Kardeşler arasında cereyan edecekti. Diktatörleri birer birer düşüren Arap devrimleri ile 'Müslüman Kardeşler' hareketi de yeni bir sürece girmiş oldu.
NOT: Konu hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyen okurlar, 'Medeniyet Derneği' ile 'Genç Birikim Derneği'nin yayımladığı 'Hasan el-Benna ve Müslüman Kardeşler Uluslararası Sempozyumu-Tebliğler' başlıklı iki ciltlik eseri edinebilirler. Yanısıra, Dr. Süleyman Kızıltoprak'ın 'Mısır'da Osmanlı'nın son yüzyılı', Salih el-Verdani'nin 'Mısır'da İslami Akımlar' kitaplarının yanı sıra, Muhammed Ferid'in 'Mısır Mısırlılarındır: İngiliz İşgaline Karşı Osmanlı Hilafeti' başlıklı anılarıyla Hasan el-Benna'nın 'Dava ve davetçinin hatıraları' isimli hatıratına başvurabilirler.

'Peygamber ve Firavun'..

Mısır parlamento binasındaki dev 'Hüsnü Mübarek portresi' yerinden sökülmüş.
Görevliler tarafından bu dev portrenin yerine üzerinde 'Allah' yazılı bir çerçeve konulmuş.
Her zorbanın bu tabloyu yüzlerce kez düşünüp aklını başına devşirmesi ve halkının taleplerine kulak kesilmesi gerekiyor.
Fakat işler böyle gitmiyor, zorbalar ve diktatörler yapıştıkları koltuktan bir türlü kalkmak istemiyorlar.
Kendi durumlarının ne kadar farkında oldukları da şüphe götürür.
Bakın Zeynel Abidin Bin Ali, güç bela uçağa bindirilerek uzaklaştırılmış.
Yolsuzlukla suçlanan karısı bile 'seni geri zekalı, bin şu uçağa' diye bas bas bağırmış söylenenlere göre.
'Ülkemde ölmek istiyorum' diye direnmiş Bin Ali ama polis müdürü arkasından iteleyerek bindirmiş.
Hüsnü Mübarek de Bin Ali gibi benzer tepkiler gösterdi, şimdi nerede olduğu bile bilinmiyor.
***
Diktatörler, tahtlarına yapışıp kaldıklarında kalp gözleri köreliyor, kulakları işitemez, gözleri görmez hale geliyor.
Zannediyorlar ki Firavun piramitleri gibi binlerce yıl yaşayacaklar.
Firavunlar sıradan insanlar gibi öleceklerini kabul etmeye bir türlü yanaşmıyorlardı.
Ölüme karşı koyacak kadar kendilerinden geçmişler, cesetlerini mumyalatarak piramitlerinde ritüellerini sürdüreceklerine inanıyorlardı.
Belki de inanmıyorlardı ama öyle inanılmasını, iktidarlarının öldükten sonra bile devam edeceğini bildirmek istiyorlardı, kim bilebilir?
Osmanlı askerlerinin Mısır'ı fethettikten sonra toplarını talim sırasında yer yer piramitlere doğru ateşlemeleri, belki de en yıkılmaz diye görülen krallıkların bile günü dolduğunda devrileceklerini göstermek içindi, bunu da kim bilebilir ki?
Peki Süveyş Kanalı'nın yapımında angarya usulüyle çalıştırılan yüz bin kadar işçinin öldüğünü kaç kişibiliyor acaba?
İhtişam ve israf dolu yaşamlarının yanı sıra yaptıkları dış borçlar yüzünden kanal hisselerini yabancı güçlere satan dönemin Hidiv'leri yüzbin Mısırlı'nın ölümle sonuçlanan emeğini bir çırpıda elden çıkarmışlardı.
Sırf bu yüzden Mısır yetmiş seksen yıl kadar işgal altında kaldı.
Canım Mısır, Firavunlara özenen yöneticileri yüzünden az bedeller ödemedi!
***
Fransız sosyolog Gilles Kepel'in 'Peygamber ve Firavun' kitabını bir kez daha okudum.
6 Ekim 1981'de aşırı ve ihtişamlı kutlamalar sırasında Enver Sedat'ın öldürüldüğü sahneyi bakın nasıl anlatmış:
'Kısa süren bir şaşkınlıktan sonra bütün Mısır halkı, terörist grubun lideri Yüzbaşı Halit İslambuli'nin tam yaylım ateşinden sonra var gücüyle haykırdığı cümleyi benimsemiş ve hep bir ağızdan tekrarlamıştı: 'Ben Halit İslambuli'yim!.. Firavunu ben öldürdüm ve ölümden korkmuyorum!.'.
Bu sahnelerin görüntülendiği video kasetleri karaborsada fevkalade yüksek fiyatlarla satılıyor ve zengin kesim tarafından tekrar tekrar seyrediliyordu. Hiçbir katil onun kadar böylesine günün konusu olmamıştı. Daha da enteresanı, dünya devlet başkanlarının katıldığı kurbanının cenaze merasimine halkın zerrece ilgi göstermemiş olmasıydı!'
Fransız sosyologun izlenimleri böyle.
Düşünüyorum da, kendi halkları tarafından kovulmuş başkanların vefat ettikleri zaman arkalarından acaba kaç kişi gözyaşı dökecek?
Dünya kadar malın olmuş, dünya kadar para yapmışsın, değer mi?