26 Eylül 2012 Çarşamba

Batı'nın İslamofobi antikası - AKİF EMRE


Amerika'da yayınlanan, her anlamda tam bir süflilik örneği olan filme karşı, İslam dünyasında şimdiden onlarca insanın can vermesiyle sonuçlanan öfke tezahürü, kimilerine göre İslamofobinin, yani İslam düşmanlığının kaynağı. Bu görüşü savunanlar, söz konusu manzarayı, Batı'nın fikir özgürlüğü seviyesine ulaşamayan, fanatizme tutsak Müslüman kitlelerin tahammülsüzlüğünün göstergesi olarak okur. Bir tür neo-oryantalist bakış açısına göre, geleneksele asılı kalmış görüntüsüne rağmen sahip olduğu imkan ve başvurduğu kavramsal çerçeve itibariyle modern bir boyuta sahip olan bu tepkiler, Batı'yı tehdit etmektedir. Bu tehdit algısı da İslamofobinin yükselişe geçmesine neden olmaktadır.
İslam dünyasında ise, Müslümanlara dair modern dünyanın gözü önünde tahammülsüz, fanatik, fikre kan dökerek karşı koyan bir görüntü verildiği için mahcup ve öfkeli bir seçkinler tepkisi oluşuyor. Bunlar da yerli neo-oryantalizmin taşıyıcıları olarak, öfkenin gerçek kaynağından çok tezahürüne odaklanmış durumdalar.
Her iki tepkide de oklar kutsala hakaret karşısında tepki gösteren Müslümanlara yönelmiş oluyor. İslam dünyasının yaşadığı travma anlaşılmadan, Batı'nın uzun süredir tek yanlı olarak dayattığı siyasal, psikolojik ve askeri şartlar göz önüne alınmadan tepkinin neden bu denli şiddet/li olduğu anlaşılamaz.
Bu tartışmalar bir yana, asıl sorun şu hususun atlanıyor olmasında: İslamofobinin bu tür tepkiler nedeniyle Batı'da yükselmekte olduğu? Bu tespit tek taraflı bir indirgemecilikle malul olduğu gibi aynı zamanda Batı toplumlarını hem tanımamak hem de kusursuz model olarak kutsamanın tezahürü.
Şu bir gerçek ki, İslamofobi Batı'da yeni ortaya çıkmış bir olgu değildir. Batı'nın kültürel köklerinde tarihsel olarak İslam karşıtlığı, hatta düşmanlığı vardır. Bu zıtlık farklı biçimlerde ortaya çıkan bir ötekileştirme ve düşmanlığı beraberinde getirir. Bu durumun karşılığının İslam dünyası için de geçerli olduğu söylenebilir. İslam ve Batı'nın ilişkisini başından beri bu zıtlık belirliyor.
Karşılıklı zıtlığın Batı için farklı olan yanı şu ki; Batı son yarım yüzyıla kadar öteki ile yani Müslümanlarla kendi yurdunda iç içe yaşama deneyiminden mahrumdu. İslam alemi ise doğduğu günden itibaren farklı olanlarla birlikte yaşamayı başardı ve bunun tecrübesini edindi. Tam bugün Müslümanlara yöneltilen 'tahammülsüzlük' tarihsel açıdan ve sosyo-kültürel ilişki bakımından Batı için geçerlidir. Müslümanlar, özellikle semavi din mensupları olmak üzere farklı din ve kültürlerle bir arada yaşama pratiğine ve de buna zemin hazırlayan teorik çerçeveye sahiptiler.
Batı ise, dışlayıcı medeniyet tasavvuru nedeniyle bu tecrübeden mahrum kaldığı gibi farklı olanı anayurdunun dışında tutarak ötekileştirdi ve kimliğini bu ötekileştirme üzerinden inşa etti. Eğer Müslümanlar ve Osmanlı gerçeği olmasaydı Avrupa kimliği inşa edilir miydi? Buna olumlu cevap vermek zor.
Modern dünyada ilkin sömürgecilik döneminde, Müslüman kitlelerle doğrudan temas kuran Avrupalılardan ancak belli kesimler bu tecrübeyi edinmişti. Ve askeri, ekonomik açıdan üstünlüğü ele geçirmenin verdiği bir üstünlük duygusu hakimdi. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı Avrupa'nın Müslüman göçmenlerle kurmak zorunda kaldığı ilişkiyi belirleyen kodlar bu tarihsel hafızadan arınmış değildir.
Modern Batı toplumların sekülerleştiği, çoğulculuğun belirleyici özellik haline geldiği, fikir özgürlüğünün tartışılamayacak olması gibi gelinen noktayı kırılmaya uğratan asıl etkeni bu tarihsel hafızada aramak gerekir. Zaman zaman farklı biçimlerde nükseden İslamofobi ise iç politik gerekçelerle olabildiği gibi küresel rekabetin bir argümanı da olabilir pekala.
Amerika kıta Avrupasının tarihsel ilişkilerinden ve hafızasından nispeten uzak olsa da benzer kodlarla işlemekte. Son on yılda özellikle yüksek tutulmak istenen nefret dalgasının küresel hegemonik hedeflerinden bağımsız olduğunu kim söyleyebilir? Sokaktaki sıradan insanın bile bu nefreti hissetmesini örgütleyen siyasi söylemin Haçlı seferi referansına başvurmasının tesadüfi bir dil sürçmesinden ibaret olamayacağını yaşayarak da öğrenmedik mi?
Ama sanırım hiçbir uygulama, en azından yakın dönem için, Almanya'da ortaya çıkan kayıp aranıyor afişlerindeki kadar dışlama, hedef yapma cesaretini gösterememişti. Amerika'nın McCarthizm uygulamaları bile bu kadar açık 'afişleme' cesaretini göstermemişti. Gerçi Almanların sahip olduğu Nazi tecrübesi bu uygulamanın safha ve sonuçları bakımından eşsiz bir örneklik sunuyor.
Özellikle Amerika'da ve Batı Avrupa'da artık bir sektör haline gelen İslamofobinin mahiyeti, ilişkileri, politik argümanlarını doğru anlayamayan neo-oryantalist okumalar, ne bu coğrafyayı ne de İslamofobiyi anlar. Hele hele New York metrosunda asılan 'Vahşileri değil, uygar insanları destekle; İsrail'e yardım et' yazılı afişlere yansıyan ilişkileri fark etmiyorsanız İslamofobiyi de anlayamıyorsunuz demektir.
Tarihin karanlık dehlizlerinden Amerikan vitrinine konan bu yeni ürün Avrupa'dan taşınan bir batı antikasıdır.

Hiç yorum yok: