30 Temmuz 2012 Pazartesi

Kapitalizmin üç büyük krizi - Mahfi Eğilmez


Her ne kadar kapitalizmin bir ekonomik sistem olarak ortaya çıkışını 150 - 200 yıl kadar geriye taşıyıp sanayi devriminin çıkışına bağlasak da bir dünya sistemi haline gelişini özellikle son 100 – 125 yıla sığdırmamız mümkündür. Böyle bir geçmişe baktığımızda sistemin yaşadığı irili ufaklı krizler arasında üç tanesi dikkati çekiyor. İlk kriz “Uzun Depresyon” adıyla anılan ve 1873’de başlayıp 1896’ya kadar uzanan, hatta birçok yorumcuya göre Birinci Dünya Savaşına neden olacak kadar uzun süren krizdir. 1873 yılının 9 Mayıs’ında Viyana Borsası’nın çöküşüyle başlayan panik kısa sürede bir sistem krizine dönüştü. Ekonomi tarihi yorumcularının önemli bir bölümü krizin çıkış nedeninin temelinde Fransız Prusya savaşının ertesinde Fransa’nın Almanya’ya ödemek zorunda kaldığı büyük savaş tazminatının rol oynadığını öne sürüyor. Bazı yorumcular krizin ABD’yi de etkilemesini İç savaştan sonra ABD’nin izlediği altına bağlı sıkı para politikası olduğunu iddia ediyorlar. Monetaristler krizin kökeninde o dönemde paranın değerini belirleyen altın miktarında yaşanan kıtlık olduğu görüşünü savunuyorlar. Bu görüşlerin hepsinde doğruluk payı olduğunu kabul etmek belki de en mantıklı yaklaşım. Nedeni ne olursa olsun kapitalizmin yaşadığı ilk ciddi kriz budur. 

Uzun Depresyon 1914 yılında çıkan Birinci Dünya Savaşı’na kadar sürmüştür. Savaşın çıkış nedenleri arasında Fransa’ya yüklenen savaş tazminatının önemli bir yer tuttuğu dikkatten kaçmamalıdır.

İkinci kriz “Büyük Bunalım” ya da “Büyük Depresyon” adıyla anılan ve 1929 yılında başlayıp 1935’e kadar süren krizdir. Birinci dünya savaşına girilirken ülkelerin çoğu altın standardı denilen bir para sistemine sahipti. Kâğıt para, altın karşılığı olarak basılıyor ve dolayısıyla döviz kuru da altın kuru üzerinden oluşuyordu. Dünya savaşı çıktıktan sonra paraya şiddetle ihtiyaç duyan Avrupa ülkeleri altın standardını terk ederek karşılıksız para basmaya başladılar. Karşılıksız para basımı enflasyona neden oldu. Avrupa ülkelerinin paralarının karşılıksız kalması ve enflasyonun hızlanması yatırımcıların paralarını ve altınlarını, altın karşılığı para basmayı sürdüren ABD’nin bankalarına yollamalarına ve bu gelişim de New York’un dünya finans merkezi unvanını Londra’nın elinden almasına neden oldu. Bu dönemde dünyadaki altın servetinin aşağı yukarı yüzde 40’ı ABD’de toplanmıştı.

ABD’de biriken bu büyük servet müthiş bir ekonomik sıçramaya yol açtı. Değerler şişmeye, balonlar oluşmaya başladı. Borsada değerler astronomik hızlarla yükseldi. Herkes varını yoğunu bu alanlara yatırmaya başladı. Hükümetler altın girişini özendirmek için altın standardını sürdürdüler ve deflasyonist politikalar izlediler. Bu politikalar sonucunda fiyatların düşüşü nedeniyle ekonomik faaliyetler gerilemeye başladı. Bu gelişimin devamı sonucunda 1929 yılının Ekim ayında ABD borsasında aşağıya doğru gidiş başladı. 24 Ekim 1929’da ekonomi tarihine Kara Perşembe olarak geçen seanslarda borsa tam anlamıyla çöktü. Bir gün içinde borsada 4 milyar doların üzerinde kayıp yaşandı. Krizde 4000 dolayında banka battı. Çöküş, kısa sürede dünyaya yayıldı ve büyük dünya krizi adı verilen ve yaklaşık on yıl süren bir krize dönüştü. Kriz ABD’de Avrupa ülkelerinden daha kısa sürdü. ABD’nin GSYH’sı 1929’da 315 milyar dolar iken 1933’de 216 milyar dolara düşmüş, işsizlik oranı 1929’da yüzde 3.2 iken 1933’de yüzde 25’e yükselmiştir. Aynı dönemde fiyatlar yüzde 25 düşüş göstermiştir (deflasyon.)

Büyük Bunalımın birçok nedeni var. Bunların en önemlileri şöyle sıralanabilir: (1) ABD’de üretimin sayılı holdingin elinde toplanmış olması ciddi sorunlar yaratmıştır. Bunlardan birkaç tanesinin bunalıma girmesi genel bir krize yol açabilecek ortamı yaratacak durumdaydı. (2) Bankalarla ilgili bugünkü gibi kapsamlı kurallar, denetim mekanizmaları ve mevduat sigortası sistemi mevcut değildi. (3) Ekonomi politikası bugün klasik ekonomi politikası olarak adlandırılan ve ekonomiye devlet müdahalesi yapılmaması esasına dayanan yöntemle yürütülüyor, ekonomideki bozulmaya karşın altın standardına ve para basmamaya dayalı politika sürdürülüyordu. Adeta Adam Smith’in görünmez elinin gelip ekonomiyi kurtarması bekleniyordu. 

1929 Dünya ekonomik krizi, kapitalist sistemin karşılaştığı en büyük krizdir.  Milyonlarca insan işini kaybetmiş, ülkelerin milli gelirleri gerilemiş, ekonomiler küçülmüş, karşılıklı ticaret büyük ölçüde sekteye uğramıştır. Pek çok ülke altın ve döviz rezervlerini koruyabilmek için ithalat kısıtlamalarına ve paralarını devalüe etmeye yönelmişlerdir. Bazı ülkeler yabancı parayla işlem yapılmasını yasaklamışlardır. Sonuçta uluslararası ticaret hızla daralmış, istihdam ve yaşam standartları düşmeye başlamıştır.

Dünya ekonomisinin bu büyük bunalımdan çıkışı büyük ölçüde İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes’in formüle ettiği devlet müdahaleleri yoluyla olmuştur. Keynes 1936 yılında yayımladığı Genel Teori (İstihdam, Faiz ve Para Genel Teorisi) adlı kitabında, sonradan Keynesyen ekonomi ya da karma ekonomi adıyla anılacak olan devlet müdahalelerinin formülünü ortaya koymuştur. Deflasyonist bir gelişmeden depresyona geçen kapitalist dünya ülkeleri ekonomiye devlet müdahalesi yapmak suretiyle ekonomilerini canlandırmıştır.

Canlanmanın ilk sonuçlarının alınmaya başlandığı sıralarda II. Dünya Savaşı çıkmıştır. Savaşın çıkışı büyük ölçüde Almanya’nın ekonomik bunalımdan gördüğü zararın nedenlerine dayalıdır. Savaşın sonlarına doğru dünya kapitalizminin karşılaşacağı bu tür bunalımları daha kolay atlatabilmek için uluslararası bir işbirliğine gitmenin ve bunu kurumsallaştırmanın gerekli olduğu anlaşılmıştır.

Üçüncü büyük kriz içinde yaşadığımız “Küresel Kriz”dir. Her ne kadar ilk aşamada finans sözcüğü işin içine katılmış olsa da sonrasında gelinen noktada konu finans krizi olmaktan çıkmış bir ekonomik krize dönüşmüştür. Bu krizin çıkışı büyük ölçüde emlak fiyatlarının mortgage kredileriyle şişirilmesine ve çoğunluğu bu tür değerlere dayalı kâğıtların satılmasına dayanmaktadır. Dünyadaki birçok ülke birçok değişik önleme başvurmuş olsa da kriz halen devam etmektedir.  

Hiç yorum yok: