13 Temmuz 2012 Cuma

Çılgın Petro’nun çılgınlıkları -Erkam Tufan Aytav


Ayıptır söylemesi Beyaz geceleri yaşamak için eşim ile birlikte geçenlerde üç günlüğüne St . Petersburg’a gittik.


Gerçekten gezilmesi ve görüşmesi gereken bir şehir Petersburg. Artık vize de kalktı. Ayrıca İstanbul’dan St. Petersburg’a direk de uçulabiliyor. Bir imkânını bulabilirseniz bence kaçırmayın gidin ve gezin.

Kuzey Kutbuna yakın en büyük şehir unvanına sahip. Baltık denizine kıyı bir şehir, yüzlerce kanal ve 42 adadan oluşuyor. Yalnız bir kusuru var, kopya bir şehir. Kopyayı çeken de bizim Deli dediğimiz Rusların Büyük dediği Petro. Aslında deli veya büyük demekten ziyade çılgın demek daha doğru. Bataklığa şehir kuruyor. Binlerce insanın canı pahasına hem de. Yalnız ölenlerin çoğunun İsveç’ten getirilen savaş esirleri olduğunu burada belirteyim.

Çar olmasına karşılık uzun yıllar sarayda değil de mütevazı bir evde oturmuş. Bu ev müze olarak hala duruyor. Adam gerçekten çılgın imiş, gemi yapmaya meraklı. Onun için kalkıp Avrupa’ya gidiyor tersanelerde bir işçi gibi çalışıyor. Avrupa'daki gelişmeleri öğrenmek ve bunları ülkesinde uygulamak için yüzbaşı kılığında Avrupa'nın birçok ülkesine seyahatler ediyor. Ve tam bir batı hayranı. Şehri bu hayranlığı üzerine kuruyor (1703). Bizdeki kılık kıyafet konunu benzer bir de kanun çıkarıyor, sakalı yasaklıyor falan. Devlet merkezli batılılaşma çabaları yani.

Bu şehre ilk olarak 15 yıl önce gitmiştim. Şehir döküktü. Arka sokakları perişandı. Şimdi ise pırıl pırıl, çok para harcandığı belli. Putin’in Petersburglu olduğunu burada belirteyim ki bu yenilenmeyi daha iyi anlayabilelim.

Siz de eğer bu şehri gezmek isterseniz benim gibi ‘Beyaz Geceler’de gitmenizi tavsiye ederim. Şehrin romantizmini sonuna kadar yaşarsınız. Yani Haziran ve Temmuz  aylarında. Gece olmuyor bu mevsimde. 00.30’larda hava biraz kararıyor ve parlament mavisi oluyor. İki saat sonra da hava ağarıyor. Namaz kılanlar için buraya not düşeyim bu mevsim burada yatsı namazı vakti girmiyor. Akşamdan sonra sabah namazı vakti giriyor. Akşam ile yatsıyı cem edeceksiniz. Ama sakın bu şehre kışın gelmeyin işte o zaman da tam tersi oluyor ‘siyah gündüzler’ yani. Saat 11.00’lerde hava ağarıyor, 15.00 gibi de kararıyor. Kısa gündüz saatleride zaten havanın bulutlu olması sebebi ile karanlık. Tam melankolik bir hava yani.

Bu şehre beyaz gecelerde gitmenizi tavsiye etmekle birlikte Dostoyevski’nin Beyaz Geceler romanını ve onun yanında da Mustafa Armağan’ın Kuğunun Son Şarkısı kitabını okuyarak gitmenizi tavsiye ederim.

 

Petersburg tam bir açık hava müzesi. Müzelerini gez gez bitiremezsiniz. En büyüğü de Hermitaj müzesi. Yıllarca gezilse bile bitirilemez deniyor, galiba haklılar küçük bir kısmını gezmekle birlikte ayağıma karasular indi. Şehirde dikkatimi çeken bir başka şey de yerel halkın da çoluk çocuk müzelere ilgisi.

Ancak bu şehri mutlaka bir rehberle gezmesi lazım. Her kaldırımında, her sokağında anlatılacak çok hikâyesi var. Kaldırımda yürürken birden Puşkin’in de takıldığı edebiyatçılar kahvesine rastlıyorsunuz. Ölümüne sebep olacak düellodan önce yine bu kahveye gelmiş ve düelloya çıkayım mı çıkmayım mı diye saatlerce düşünmüş. Malum, çıkmış ve öldürülmüş. Rus edebiyatının en büyük dehası genç yaşta pisi pisine ölüp gitmiş. Pisi pisine denebilir mi emin değilim. Karısına göz koyan bir subay ile düello yapmış. Namus meselesi işte, ne yapsın adam, çıkmış düelloya. Sonra karısı ile o subay ne olmuş bilmiyorum, inanın onu sormayı unuttum rehberime. Aslında önemli bir ayrıntı değil mi? Bir de Puşkin’in karısı yüzbaşıya kaçmışsa, Puşkin mezarında ters dönmüştür herhalde.

Her neyse…

St Petersburg’u bu yazıda bütün yönleri ile anlatmam mümkün değil. Size çok ilginç bir müzeden bahsetmek istiyorum. Müzede sergilenenleri görünce bula bula bu müzeyi mi buldun yazacak dediğinizi, ama merakla fotoğraflara da baktığınızı görür gibi oluyorum.

                                   Bu müzenin adı Kunstkamera Antropoloji ve Etnoğrafya Müzesi.



Her gidene bu müzeyi görmesini tavsiye etmem. Ayrıca bu fotograflara da herkesin bakmasını tavsiye etmem. Bu yazı sadece meraklısına. 

Bu güne kadar gördüğüm en garip müze bu. Neva nehri kıyısında bulunuyor ve dünyanın en eski müze binasıymış. Kunstkamera’nın kelime anlamı "konst-kamer", yani sanat odası anlamına geliyor. Aslen Almanca bir kelime. Zaten bu şehrin adı da Almanca’dan geliyor. Bizim çılgın Petro’nun hobilerinin sergilendiği müze burası .

İçinde 2 milyona yakın farklı kültürlerden eserler sergileniyor. Ama ilginç olan bu değil. İlginç olan bu müzenin ‘anatomi’ bölümü. Bu bölümde yarı insan yarı hayvan yaratıklar, tuhaf canlılar, iki başlı bebekler, anomali doğmuş canlılar sergileniyor. Petro’nun anatomi merakı sayesinde bunlar toplanmış. Gezerken her an istifra edebilirsiniz aman dikkatli olun.

 



Beyinlerinin yarısı açılmış bebekler, ana karnından çıkarılmış anomali ceninler…. Petro bunların üzerinde deneyler yaparmış. Meraklı adam işte. Gemi yapmaya da meraklı ameliyat yapmaya da. Bir rivayete göre o dönem fakir Rus halkından bazıları para kazanmak için hamileyken karınlarını tekmelettikleri ve sakat bebeği düşürerek getirip sattıkları söyleniyor. İnsanın aklı almıyor.

Müzenin kuralı gereği her bir garip yaratığın önünde sadece bir dakika durabilirsiniz. Zaten fazla bakamazsınız ama bakacak olursanız görevliler hemen gelip sizi uyarıyor. Ayrıca fotoğraf çekmek de yasak. Ama ben sizin için yakalanmayı göze alıp bu fotoğraflarlı çektim.

Türkiye medyasında bildiğim kadarı ile ilk kez yayınlanacak bu fotoğraflar.

Mideniz kaldırırsa bakarsınız fotolara. 

Hiç yorum yok: