11 Haziran 2012 Pazartesi

Eğer mesele vatansa, gerisi teferruattır! -Aziz Üstel


Bu lafı Mustafa Kemal’in söylediği anlatılırsa da bunu kanıtlayacak belge yoktur; ya da bulunamamıştır bugüne değin. Ama kim söylemişse söylemiş olsun, bir dönemin insanlarını çok ama çok güzel tanımladığı yadsınamaz.
Efendim, Teşkilat-ı Mahsusa’nın önemli görevlerinden biri, ülke ekonomisini millileştirmekti. İstanbul’da Kara Kemal Bey bu amaçla esnafı örgütlemiş, yerli sermayeye dayalı şirketler kurmuştu. Celal Bayar’sa Teşkilat’ın İzmir Şubesindeydi. Görevi, Teşkilat’la İttihad ve Terakki merkezi arasında iletişimi sağlamanın yanı sıra İzmir ekonomisini Türkleştirmekti.
Kuşçubaşı Eşref Bey’in gönderdiği bir dosyadan söz eder “Ben de Yazdım” adlı anılarında Bayar. Bu dosyaya göre Teşkilat-ı Mahsusa, 1913’de Batı Trakya Hükümeti tarihe gömüldükte sonra, Enver Paşa tarafından yeniden kurulur:
“Gelelim yeni Teşkilat-ı Mahsusamıza: Enver’in emrinde bir kurul ve Süleyman Askeri reis, ordudan subaylar, hükümet ricalinden bazı kişiler, yabancı Müslüman memleketlerinden Hilafete bağlı zevattan tanınmış ulema, siyasi, milliyetçi ve memleketin kurtulması uğrunda çalışan kimselerden oluşacak .”
Eşref Bey’in listesinde önemli isimler vardır. Hindistan’da Muhammed ve Şevket Ali biraderler, Sih Ghadr Partisinin önderi Dar Hayal bunlardan bazılarıdır. Eşref Bey bazı isimleri yazmamıştı dosyaya çünkü bunlar ülkelerinde, çok önemli mevkilerde oturuyorlardı.
Eşref Bey Teşkilatın itici gücü ve ruhuydu demek yanlış olmaz. Zaten Teşkilat hep onun deneyimlerinden yararlandı: “Bizler, hepimiz birer eski tüfektik. Kendimizi vatan hizmetine ve vazifeye adamıştık. Para pul umurumuzda mıydı?”
Metelikleri yoktu ve meteliği yoldan saptırmak, baştan çıkarmak amacıyla vermeye kalkışan, yerdi Osmanlı tokadını o saat. Ucuz kahramanlıklara, süslü lakırdılara, sahte tavırlara yüz vermeyen, samimi, gerçek vatanseverlerdi bu adamlar. Kaybedecek neleri vardı, bir düşünsenize? Çoğunun dikili bir ağacı bile yoktu ki, hele bir duralım, kafamızda şu işi birkaç kez daha evirip çevirelim diye kaygıya kapılsın. Çoluk çocuk mu? Onları düşünecek zamanları bile olamadı.
Şimdi, günümüzde böylesi bir vatanseverliği çoğumuz anlayamayız. Bunu ayıplamamak, yadsımamak gerek. Niye biliyor musunuz? Batılılaştık da ondan. Ama Kuşçubaşı Eşref Bey ve arkadaşları için vatan devlet demekti; her şeyden önce gelirdi. Devletsiz soluk alıp veremeyen son kuşaktır onlar. Çünkü onlar için devlet babadır. Baba ne yapar? Almaz! Verir! Devlet ya da Vatan öylesine önemlidir ki, örneğin devlet işine koşulmuşsan eğer, komşunun atını ona sormadan alıp gidebilirsin. Hırsızlığa girmez bu! Devlet her şeyden önce gelir. Birey de kimmiş!
Teşkilat-ı Mahsusa’cılar kazanamayacakları bir dava için yola çıktıklarını sezemeyecek, kavrayamayacak kadar saf değillerdi elbet: “Etrafımızda dünya yıkılıp gitmeden, hiç olmazsa, birkaç tane daha küçük zafer elde edebiliriz, diye düşünüyorduk hepimiz.”
Mustafa Kemal Bey’den, Enver Bey’e onlardan Kuşçubaşı Eşref Bey’e, Nuri ve Halil Paşa’lara, Ali Fethi Bey, Hacı Selim Sami Bey, Çerkez Reşit Bey, Fuat (Bulca) Bey, Süleyman Askeri’ye, Yakup Cemil’e kadar hepsi Trablusgarp’ın yolunu tuttu. İtalyan ordusunu söküp atmaktı Osmanlı toprağından amaçları. Küçük de olsa bir umut meşalesi yanıyordu bağırlarında: Acaba kurtarabilir miyiz bütün vatan topraklarını! Ve bu meşalenin ışığıdır onları Balkan’lara, Arabistan çöllerine, Kafkasya’ya kadar taşıyan; kurtuluş savaşının ateşlerini yakan. Sonra yol ayırımına düşmüşlerdir elbet ama o sonradır;başlangıçta tek söylem vardır: “EĞER MESELE VATANSA, GERİSİ TEFERRUATTIR!”

Hiç yorum yok: