19 Haziran 2012 Salı

Dindar subaylar - Ersoy Dede

28 Şubat zulmünün silahlı kuvvetlerdeki personele yansımasıyla ilgili onlarca yazı yazdım. Fakat öyle anlaşılıyor ki, somut bazı meseleleri doğrudan nakletmeden yazdığımız yazıların önemli bir bölümü suya yazılmış sayılıyor. İşte bu nedenle sizinle, bugün ve de yarın yaşanmış bazı hikâyeler paylaşacağım. Okudukça ve dinledikçe tüylerimi diken diken eden, "bu kadar da olur muymuş?" dedirten hikâyeler. Her birini dizi film yapsan, "abartmışsın" derler, gerçekçilikten uzak bulurlar. Ama üzgünüm Leyla..


POSTALLARIYLA CAMİYE DALDI
Emekli Yarbay Abdullah Sönmez'den dinledim. Sene 1994 ya da 1995.. Sönmez o vakit, Uzunköprü'de bölük komutanı.. Denetleme geleceği gün tabur komutanlığına da vekalet ediyor. Denetlemeyi yapan kişi de meşhur Teoman Koman. O dönem MİT Müsteşarlığı'ndan 2. Kolordu'ya yeni atanmış. Uzatmayalım, Teoman Koman koğuşları vesaireyi denetledikten sonra tam mutfağa geçiyor ki, kenardan bir ezan sesi yükseliyor. Bir anda kimsenin beklemediği o tepkiyi veriyor komutan; "Bu ne ya? Tekke mi burası, kışla mı?" Bu çıkışının ardından da süratle sesin geldiği yere doğru ilerlemeye başlıyor. Postallarını bile çıkarmadan camiye girdiği anı, Abdullah Sönmez şöyle anlatıyor: "... Camiden içeri botlarıyla girince, sanki işgal kuvvetlerinin bir komutanı girmiş gibi hissettik.." O denetlemenin sonunda ise, Teoman Koman, bugün de hâlâ geçerli olan mesai saatleri dahilinde caminin kapalı olması gerektiği emrini verdi. Ardından camideki tespihler, yazılar, kitaplar ne varsa kaldırtıp öyle gitti..
İRTİCA DEVLETİN BAŞINDADIR
Bugün Balyoz Davası'ndan tutuklu olarak yargılanan Çetin Doğan'la ilgili bir hatırayı da yine emekli Yarbay Sönmez'den nakledeyim. 2002 yılı 31 Aralık günü.. Yılbaşı kutlaması yapılacak. Sönmez, o vakit Kocaeli'deki 15. Kolordu'da görevli.. 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan da, telekonferansla herkesin yeni yılını kutluyor o gece. Yalnız bir ara yeni yıl kutlaması bir fişleme talimatına dönüşüveriyor. İşte Sönmez'in naklettiği Çetin Doğan'ın o konuşması: "İrtica bugün devletin başındadır. TSK olarak bunu kabullenmemiz mümkün değildir. Biz STK'larla, basınımızla, YÖK ile ve yargı ile prensipte ortak hareket etme kararı aldık. Her komutan da emri altındaki personeli çok sıkı denetleyecek, hangi kurumun başındaki isimler irticaya yakın ise tespit edilip bilgi verilecektir.."
EŞİNİN BAŞINI AÇSAN BİLE
Emekli Binbaşı Recep Akbudak'ın hikâyesi de önemli. Zaten askerlik hayatı boyunca sürekli psikolojik baskıya maruz kalan Akbudak ve eşini bekleyen sonun ne olduğu çok açıktı. Askeri tesislerden yararlanamamaları, başörtüsüyle kantine alışverişe gittiklerinde bile karşılarına çıkarılan; "başörtülüler giremez" yazılarının ne anlama geldiğini onlar da biliyorlardı. Hadımköy'deki görev süresi daha sona ermeden Çerkezköy 3. Zırhlı Tugay Komutanlığı'na tayini çıktığında da bunun bir yıldırma harekâtı olduğunun farkındaydı. Çerkezköy'de yaşadıklarından sonra ise her şeyi göze alıp komutana çıkmaya karar verdi. Tuğgeneral Recai Öztürk'e.. Derdini anlattı. Ve şu yanıtı aldı: "... Binbaşım, artık eşinizin başını açsanız bile ordudan atılacaksınız. Sizin başarılı bir asker olmanız beni ilgilendirmiyor.."
BAŞINI AÇMADI, ÖLÜME YOLLANDI
Yarın, başörtülü bir kadının bu inat uğruna nasıl ölüme yollandığını anlatacağım size. İbretlik bir öykü. Kürtaj için vücutlarına yazılar yazan sözüm ona feminist kadınların sessizce izlediği bir hikâyeyi anlatacağım.
Kalın sağlıcakla..


Dindar Subaylar 2

Darbe Mağduru asker hikayelerine devam ediyoruz. Aslına bakacak olursanız bu hikayeler askerlerden çok asker eşleri ve asker annelerini ilgilendiren hikayeler. Evinin bulunduğu lojmanlar bölgesine, arabanın bagajında götürülüp getirilen kadınların öyküsü bu.

Askeri Gazinolarda, ordu evlerinde önlerinden çatal-bıçakları toplanan, şarkı kesilip ismen anons edilerek salondan çıkartılan kadınlarımızın öyküsü.. Ve de sırf bu inat ve ideolojik saplantılar uğruna ölüme terk edilen kadınlarımızın..


ÖLÜME YOLLANAN BİR ANNE

Yaş kararları ile TSK'dan atılan emekli yüzbaşı Güray Balatekin'in yaşadıklarını özetleyeceğim bugün size.. Herşey Ardahan görevi sırasında uğradığı psikolojik baskıyla başlıyor Aliye Balatekin için. Her başörtülü subay eşinin başına geldiği gibi o da askeri kantinlerden alış-veriş yapamıyor, eşiyle sosyal etkinliklere katılamıyor. Bu yüzden eşinin sicili düşecek kaygısıyla zorla katılsa bile önünden servisi alınıyor. “Size yemek veremem” diyen garsonların sözlerine muhatap kalıyor, vs.. vs.. Ama asıl dram, hanımefendi rahatsızlanmaya başladığında ortaya çıkıyor. İlk mide rahatsızlığına baktırmak için eşini revire götüren Balatekin, sıhhiye askerin; “kesin emir var, eşinizi bu halde muayeneye alamam” cevabıyla karşılaşıyor. O dönemin koşulları içinde bulundukları yerde başka bir şansları da olmadığından, Güray Bey, eşini ilk otobüsle İstanbul'a gönderiyor. İstanbul'da ilk tetkikleri yapılan Aliye Hanım mide kanseri teşhisiyle Ankara GATA'ya sevk ediliyor. Hatta öyle ki, GATA'da sürekli tedavi altında kalması yönünde karar çıkınca, devlet Güray Balatekin'i de mecburen Ankara'ya tayin ediyor. Yani sistem, Balatekin ailesinin başına gelenlerden haberdar.

DERSE GİRMESEN DE OLUR

Neyse bu tayinden çok kısa bir vakit sonra, Güray Balatekin, kendisine gösterildiği gibi Ankara'daki Kara Havacılık okulunda ders vermek üzere sınıfına doğru giderken, komutanı olan Albay; “Sen derse girme. TSK ile ilişiğin kesildi” diyor.. Bu kadar.. Elinde, daha çok yeni almış olduğu taktir beratı var. Emirleri layıkıyla yerine getirdiğinden, mesleğini seven başarılı bir asker olduğundan vs.. bahseden bir belge. Ama, taktir belgesi kafi gelmiyor anlayacağınız.

TEDAVİNİ ERTELEDİLER HANIM

O günden sonra yaşananları da Balatekin şöyle anlatıyor; “....Bütün sosyal güvencem kesildi. Eşimi GATA'ya götürmem bu şartlar altında mümkün değildi. Artık kapısından bile geçemezdim. Zira ne sağlık karnem vardı artık ne de askeri kimliğim. Eşime, önce, ‘tedavini biraz ertelediler” dedim. Sonra rahatça başörtüsü takabileceğini söyledim. Tevekkülle karşıladı. GATA'da tedavisi yarım kalan eşim birkaç hafta sonra vefat etti...”

BU İŞİN SORUMLUSU KİM?

Bu cinayetten herkes sorumludur. Hadise duyulduktan sonra Genelkurmay'ın; “PKK'lılara bile bakıyoruz. Eski yüzbaşının eşine neden bakmayacakmışız? Gelse idi bakardık” mealinde bir açıklaması olmuş. Oysa durum hiç de öyle değil. Zira YAŞ kararı ile disiplinsizlikten atılmış bir subay var ortada, Askeri kimliği alınmış. Üstelik de eşi başörtülü. Hiç birbirimizi kandırmayalım yani. Ama benim burada altını çizmek istediğim başka bir husus var. Bugün mesela görüyoruz. Soyunup-dökünüp “bedenim benimdir canım ne isterse onu yaparım” diyen sözde feminist bir kesim var ortada. Bu feministler, YAŞ kararıyla ordudan haksız ve de hukuksuz biçimde atılan bu subayın, bu nedenle hayatını kaybetmiş eşi için, bırakın bir şey yapmayı, akıllarından bile geçirmiş olabilirler mi acaba? Hiç sanmıyorum.

İBRET OLSUN

Bu hikayeler o kadar çok ki.. Ama anlatmamız lazım. Yazmamız lazım. Kayıtlara geçmesi lazım. Yarın bir gün unutup gideceğiz. Tansu Çiller'i lider, Demirel'i devlet adamı zannedeceğiz günün birinde. Mesut Yılmaz'ı tarih sadece “eski Başbakanlardan” diye anacak anlatmazsak eğer.

DÜNDEN DÜZELTME

Teoman Koman'ın postallarıyla camiye girdiği tarihi 1994 veya 1995 diye yazmıştım. Gerçek tarih 1992'nin sonbaharıymış. Kalın sağlıcakla.

Hiç yorum yok: