2 Mayıs 2012 Çarşamba

Talihsiz bir Padişah: Sultan II.Abdülhamid Han - Yavuz Bahadıroğlu


Nazarımda o “ifrat” ile “tefrit” arasında kalmış, talihsiz bir Padişah’tır: Bir taraf ona “Ulu Hakan” derken bir taraf “Kızıl Sultan” demiş, “Diktatör Padişah”, “Şefkatli Sultan”, “Cennetmekân”, “Katil Han” gibi zıtlarla tanımlanmıştır.

Yeryüzünde bu kadar uç, birbirine bu kadar zıt ifadelerle anılan başka bir hükümdar var mı, bilmiyorum.

Sağcımız-solcumuz, dindarımız-laikimizle Sultan Abdülhamid’i kendi gerçeğinden koparıp aslında hem ona, ham da tarihe zulmediyoruz.

Öncelikle kabul etmek gerekir ki, o bir hükümdar. Yani bir siyaset adamı…

Siyaset adamlarını dini yahut ideolojik yaklaşımlarla çözmeye çalışmak, doğru değil.

Ama bunu yapmayı biz çok seviyoruz. Bir taraf, bir siyaset adamını “velayet makamı”na oturtup, her türlü yanlıştan “tenzih” (lütfen sözlüğe bakın) ederek, “Cennetmekân Sultan Abdülhamid Han Hazretleri” derken, öbür taraf müthiş bir kin tufanı halinde esiyor: “Ceberrut Han, Kızıl Sultan, Abdülhamid…”

Tarihi gerçekler bu iki zıt kutup arasındaki çekişmelerde ziyan olup gidiyor.

Oysa Sultan II. Abdülhamid’i çözmeden Filistin’i çözmek, onu kavramadan ötekini kavramak imkânsız! Çünkü gerek Filistin’de, gerekse Irak’ta, zaman zaman “vahşet ve dehşet operasyonları”na sahne olan toprakların büyük bir bölümü Sultan II. Abdülhamid’in tapulu malıydı (Sonradan hazineye devretti). Filistinlilerin Yahudilere toprak sattığını görünce Yahudilere toprak satılmaması konusunda önce bir ferman yayınlamış, bunun yetmediğini görünce de toprakların önemli bir bölümünü üzerine geçirmişti (“Filistin’i Araplar Yahudilere sattı” derler ya, gerçek böyle değil. Yahudilere para karşılığı intikal eden toprakların tamamı, Filistin’in tamamının sadece binde 9’udur. Yani devede kulak bile değildir).

Yani Sultan II. Abdülhamid, Osmanlı asırlarında “Kavm-i Necip” denilen Arap kardeşlerini satmamış, kendi zararına olacağını bile bile sahip çıkmıştır (Şimdi onlar birbirlerini satıyor).

Ancak o indirilip iktidar İttihad ve Terakki cuntacılarının acemi ellerine geçince, Anadolu tepeden tırnağa kadar sarsılmış, Balkanlar ve Ortadoğu ise yitip gitmiştir.

Osmanlı Meclis-i Meb’usanı’nda Yahudilerin temsilcisi olarak bulunan ve Osmanlı’nın köklerini yolmakla meşgul olan Emanuel Karasso, İttihatçıların önderlerini İspanyol Mason Locası’na kaydettirip Mason yapmış, böylece Osmanlı yönetimi farkında olmadan Masonların kontrolüne geçmiştir.

Şunu söyleyebiliriz ki, Sultan Abdülhamid’den sonra gelişen hızlı çöküş, İttihad-Terakki’nin gafleti ile azınlıkların ihaneti sonucunda gerçekleşmiştir.

Bu gelişmelerden de anlaşılacağı gibi, Sultan II. Abdülhamid, bize öğretilenin aksine, son derece ileri görüşlü, başarılı ve vatansever bir padişahtı… Tarih boyunca her türlü çıkar çatışmasının odağını teşkil eden Ortadoğu’yu tam otuz üç sene sulh ve sükûn içinde yönetme mahareti, bize bunu söylüyor.

Zaten bu yüzden, Filistin üstüne dini, milli ve ekonomik ütopyaları olan Yahudilerle “Büyük Ermenistan” rüyası gören Ermenilerin ve onlara yandaş Batılı devletlerin hışmına uğradı: Ona “Kan emici” anlamında “Kızıl Sultan” dediler.

Halbuki o, şartlar gereği “müstebit” (lütfen sözlüğe bakın), ama “müşfik”ti. Otuz üç sene süren padişahlığı şefkatinin delili olarak tarihin tescili altındadır. Ki, otuz üç senede sadece üç dört adî suçlunun idam cezasını tasdik etmiş, kendisini öldürmek için arabasına bomba koyan Ermeni suikastçılar dâhil, şahsına karşı cürüm işleyen suçluları dahi affetmiştir.

Mithat Paşa, Yıldız Mahkemesi’nde Sultan Reşad’ı katletme (intihar süsü verilip geçiştirilen cinayet) suçundan idama mahkûm edilmişken ve başta Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa olmak üzere, pek çok devlet ileri geleni bu hükmün infazını Padişah’tan rica etmişken, o sadece Taif’e sürmekle yetinmişti.

Hiç yorum yok: