10 Nisan 2012 Salı

Türkiye ve Cezayir - Mehmed Niyazi

İddia edildiği gibi Osmanlı, Cezayir'i üç günde Fransa'ya bırakmadı.



Bir başbakan, konuşurken sözlerinin gerçeği ifade edip etmediğine dikkat etmelidir; zira devlet adamının bir görevi de milletlerin birbirine düzgün bakmalarını sağlamaktır. "Osmanlı bizi kolayca Fransa'ya vermiş, adeta peşkeş çekmiş" diye düşünen bir Cezayirlinin ülkemize bakışıyla, çaresiz kalan Osmanlı'nın yapabileceği bir şey olmadığını bilen Cezayirlinin bakışı farklıdır. Osmanlı elinden geleni yapmamışsa, masumlara karşı emperyalist Fransızların zulmüne endirekt de olsa ortaktır; fakat tarih bize aksini söylüyor.
Fransa, Cezayir'den aldığı yüklü borç paranın üstüne yatmak için bahaneler arıyordu. "Dayı" denen Cezayir'in son Beylerbeyi İzmirli Hüseyin Paşa'nın, Fransa konsolosunun yüzüne yelpazesini vurması, Fransa'nın aradığı bahane oldu. Koramiral Duperre, Cezayir Limanı'nı abluka etti. Oradaki Osmanlı kuvvetlerinin karşı koyması üç yıl sürdü. Bab-ı Ali mutlaka Hüseyin Paşa'nın emrindeki kuvvetleri takviye ederdi. Ne çare ki Batı'nın komplosu Osmanlı'ya böyle bir imkân vermedi.

Cezayir'de Fransızlara karşı direniş sürerken, Kaptan-ı Derya Çengeloğlu Tahir Paşa'nın kumandasındaki Osmanlı donanması Navarin Limanı'na geldi. İngiltere, Fransa, Rusya'nın filolarından oluşan müttefik donanması 20 Ekim 1827 sabahı milletlerarası hukuka aykırı olarak Navarin Limanı'na geldi. Tahir Paşa endişe etmedi; dostluk ziyareti için geldiklerini zannetti; çünkü bu üç devletle Osmanlı savaş halinde değildi; Cezayir'de süren çarpışmalar mevzii bir olay olarak değerlendiriliyordu. Aslında karşı koysa da başarılı olamazdı; zira dünyanın üç büyük donanmasıyla karşı karşıyaydı. Müttefik donanması birden bütün toplarını ateşledi; 57 Osmanlı gemisi battı; 8 bin askeri şehit oldu. Bu kahpece davranış tarafsız çevrelerce kınanınca, söz konusu devletlerin deniz kumandanları böyle bir emir vermediklerini belirttiler. Tabii yalan söylüyorlardı; dünyanın üç büyük gücüyle Osmanlı nasıl başa çıkacaktı; çaresiz yutkunmak zorunda kaldı.

Osmanlı donanmasının ağır kayba uğraması, Rusya'nın eline fırsat verdi. Ruslar, Prut'u aşarak Osmanlı topraklarına girdi. Osmanlı, iki yıl önce de Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmış, henüz modern bir ordu kuramamıştı. Rusya'nın karşısına çıkan Osmanlı ordusunun çoğu gönüllülerden oluşuyordu. Serezli Yusuf Paşa, savunduğu Varna kalesini rüşvetle teslim etti. İşte bu şartlar devam ederken Cezayir şehri yakınlarına General Bourmunt 36 bin askerle çıktı. Yine de Bab-ı Ali elinden geleni yaptı. Kosantine'de yaşayan Türkler, bir araya gelerek savunmaya başladılar. Düzenli bir orduya karşı sivil güçler ne kadar dayanabilirdi; başlarında Hüseyin Paşa olmak üzere 5 Temmuz'da teslim oldular.

Mısırlı Muhammed Harb, "Osmanlı olmasaydı, bütün Kuzey Afrika Hıristiyan olur, dillerini unutup Fransızca veya İspanyolca konuşurlardı." diyor. Zaten Fransızlar, 130 yıl kaldıkları Cezayir'de aydınların dilini değiştirmedi mi?

Cezayir'i Fransa'ya vermek zorunda kalan Osmanlı'nın evlatları kurtuluşunda çok önemli rol oynadılar. Kimileri Cezayir konusu Birleşmiş Milletler'e gelince, Fransa'nın lehinde oy kullandığımızı söyleyerek tarihi çarpıttılar. Türkiye'nin de üye olduğu NATO, ortağı olan Fransa'yı destekleme kararı aldı. Buna rağmen Türkiye, Fransa'nın yanında değil, tarafsız oy kullandı. Ama Türkiye, bu oyu kullanırken cümle alem gibi, Cezayir'in lehine aşırı çoğunlukla oy çıkacağını biliyordu. Fakat Türkiye, Cezayir'in kurtuluşunda hayati rol oynamıştır. O dönemde Libya'nın başbakanı olan Mustafa bin Alim, hatıratında mealen şöyle diyor: "Karanlık çökünce Libya sahillerine yaklaşan Türk mavnalarının indirdiği silahları biz develerle naklediyor, kurtuluş harekâtını destekliyorduk."

Güneş battıktan sonra İskenderun ve Antalya'dan kalkan mavnalar Kıbrıs Mukavemet Teşkilatı'na da silah götürüyorlardı. Yassıada'da mahkeme başkanı; "İskenderun ve Antalya'dan kalkan mavnalar nereye gidiyor, ne götürüyorlardı?" diye sorunca, mazlum Menderes; "Devlet sırrıdır, söyleyemem" cevabını verdi. Soruyu soran da ya Kıbrıs'a ya da Cezayir'e gittiğini biliyordu. Demek ki Menderes'in boynuna geçen urganda bu hizmetlerinin payı vardı. Zaten idam sehpasına giderken "İplerin kimler tarafından yönetildiğini gayet iyi biliyorum" dememiş miydi?

Mustafa bin Alim, "Türkiye olmasaydı Cezayir, bağımsızlığını rüyasında göremezdi." diyor. Bu gerçeği Cezayir'in başkanı da mutlaka biliyordur. Eğer söz konusu gerçek Cezayir'de bilinmeseydi, muhalefet liderleri ona sert tepkide bulunmazlardı. Ama İslam ülkelerinin en büyük sıkıntısı, başlarındaki hükümetlerin emperyalistlere dayanmak mecburiyetini hissetmeleridir. "Hiç kimsenin Cezayirlinin kanından faydalanmaya hakkı yoktur." cümlesi bunun tipik bir ifadesidir.

Hiç yorum yok: