23 Nisan 2012 Pazartesi

İnsanlığın sıkıntısı / Mehmed Niyazi

İspanya'dan Kovulan Yahudiler Osmanlı'ya Sığınmışlardı

Sebeplilik özellikleri taşıdıkları için sosyal konularda rastlantı yoktur.


Batı'da anabilim dalının felsefe, bizde hukuk olması sebepsiz değildir. Batılı aydınlar belli bir seviyeye geldiler mi mukaddes kitaplarına inanmıyorlar. Bir insan duyduğu bir olayı üç gün sonra kaleme alırsa aynen aksettiremez; ya bir şeyler ilave eder, ya da bazı hususları eksiltir. Tebliğleri yetmiş ile yüz on yıl sonra kaleme alındıklarından İncillerin Hz. İsa'nın ağzından çıkanların aynısı olduğunu iddia etmek mümkün değildir. İtibar edilen İncillerde de maddî hatalar bulunmaktadır; dünyanın sabit, güneşin onun etrafında döndüğü gibi. Bu maddî hatalar Batılıyı şüpheye sevk etti, şüpheden doğan felsefe ardından ilimleri sürükledi. Elde maddî hataların yer aldığı İnciller bulunduğu için ilimle dini telif etmeleri mümkün değildir. Kanaatimizce Batı'nın dramı bu noktada gizlidir.


Batılı bilim adamları dinden kopuyor; fakat belli bir seviyenin üstüne çıkanlar ilmin her şeyi çözemeyeceğini fark ediyorlar. İnsan nedir, nereden geliyor, nereye gidiyor ve benzeri soruları felsefenin çözülmez problemleri olarak yaftalayıp bir kenara koyuyorlar. Yaradılışla ilgili meseleleri çözümlenemez kabul eden Batılı, bilimini zifiri karanlık üzerine bina etmek zorunda kalıyor. Elbette hayatın müşkülatlarını çözmekte yararlı olan bu ilim, onlara güç de veriyor; fakat huzur vermiyor. Güçlünün huzursuzluğu sadece kendini rahatsız etmez, başkalarını da etkiler. Günümüzde atom bombalarının gölgesinde tedirgin şekilde yaşamamızın sebebini bir başka yerde aramamalıyız.


Bilim, beyni güçlendirir; beyin insana kendini, vicdan ise başkalarını düşündürür. Vicdanı dokuyan dindir. Bir dinde bütün insanlığı kucaklayan hak kavramı gelişmemişse, onun dokuduğu vicdanda sadece kendi dindaşı yer alır; dine inanmayan birine ise bir başkasını ne düşündürebilir?


Hak kavramı gelişmedi mi güç zalimleşir. 1774'te Kartal Meydan Muharebesi'ni kaybedince Osmanlı süper güç olma hüviyetini de yitirdi. O zamandan beri dünyaya Batılı anlayışla yoğrulan iki süper güç hakim oldu. Onlar "Rabbül Alemin" gibi bir kavramdan yoksun oldukları için kendilerinden saymadıklarını ötekileştirdiler. Bölgesel savaşlar hiç durmadı. Güçsüzler iliklerine kadar sömürüldü. Petrolleri ele geçirmek uğruna çıkarılan iki dünya savaşı milyonlarca genci alıp götürdü.


Günümüzde bile dünyayı tarasak, Sultan II. Bayezid gibi bir devlet adamı görebilir miyiz? Yüzyıllardan beri yaşadıkları İspanya'dan Yahudilerin kovulmaları onun dönemine rastlar. Bütün ülkelerin kapılarını kapadığı bir günde İsrailoğulları'na Devlet-i Aliyye olanca imkânlarıyla kucak açtı. Giriş yolları üzerindeki kadılara, eyalet beylerine ve limanlardaki mültezimlere gönderdiği ferman insanı yüreğinden yakalamaktadır. Bu dönemde Sakız adası iç işlerinde bağımsızdı; sadece dış işlerinde Osmanlı onları temsil ediyordu. Yahudi mülteci dolu bir gemi fırtınanın etkisiyle Sakız'a sığınmak zorunda kalır; buraya hakim Venedikli şövalyeler erkeklerini esir telakki edip satmak, kadın ve çocukları da alıkoymak isterler. Bu zalimliği öğrenen II. Bayezid, Sakız şövalyelerine bugünkü dilimize aşağıdaki gibi çevirebileceğimiz bir ferman gönderir: "Siz ki donanmamızın bir parçasını göndersem hemen dize gelecek kadar zayıfsınız. Size sığınmak zorunda kalan bu talihsiz insanların kaderleri üzerinde kendinizi hakim zannederek zulmetmeye utanmıyor musunuz? Yarınımızın ne olacağını biliyor musunuz? Eğer sizler de aynı akıbete uğrarsanız, o zaman kimlerden merhamet ve şefkat istemeye hakkınız olur? Kuvvet ve ikbal sahiplerinin vazifesi, kendilerine iltica etmiş olanlara güler yüzle kucak açmak, onların derdine derman olmaya çalışmaktır. Ancak bu yolla, Allah'ın kendilerine bahşettiği fani kuvvete layık olduklarını ispat ve hamdü sena vazifesini ifa etmiş olurlar. Hemen ferman eylerim ki, bu çaresizlerin birisinin kılına halel gelmeden gemilerine bindiriniz, izzet ve ikram içinde Aydın ili kıyılarına iletesiniz ve fermanımı yerine getirdiğinize dair mazbatayı alınız." Bunun üzerine şövalyeler gemileriyle Yahudileri Osmanlı ülkesine getirirler.


Bazıları Osmanlı'nın âlicenaplığına gölge düşürmek amacıyla ekonomisinin önünü açmak için Yahudileri ülkesine getirttiğini yazıyorlar. Tabii onların ne tarihten ne de Osmanlı'nın hak kavramından haberleri var. Yahudilerin İspanya'da hiçbir hakları bulunmuyordu; ezici çoğunluğu okur yazar değildi; doğru dürüst zanaattan da mahrumdular. Dünyanın en güçlü ekonomisine ne katkıları olacaktı? Ciddi bir tarih kitabı açıp Fransa'nın, İngiltere'nin yıllık gelirinin Sivas ilinin kaçta kaçı olduğunu okurlarsa herhalde dudakları uçuklar.


Yahudilerin Osmanlı'ya şükranlarını ifade eden "Minnet Şiiri"nin son dörtlüğü onlara zaten gerekli cevabı veriyor:


"Ve dün lanetler altında kimseler


Sefil ve çıplak olarak İstanbul'a girdiler


İlk defa olarak işitebildiler;


Siz muhacirsiniz, Safa geldiniz."

Hiç yorum yok: