31 Mart 2012 Cumartesi

Son silah sustu halk kahvelere koştu-Cemil KOÇAK



31 Mart’ı Alman görgü şahidi anlatıyor
“Son silâh sesinden bu yana aradan sadece beş dakika geçmişti ki, İstanbullular gayet sakin bir biçimde bir fincan kahve ile sigaralarını içmek için yeniden kahvehaneleri doldurdular.”
1908 yılının temmuz ayında ilân edilen II. Meşrutiyet’i ve 1909 yılının nisan ayındaki 31 Mart Ayaklanması’nı İstanbul’da bizzat yaşayarak gören, o sırada İstanbul’da ticaret odası hukuk müşaviri olan Kutschbach’ın günlüğü pek çok bakımdan hatırlanmaya değer. Kitabının ilk yüz sayfası yazarın günlüğünden oluşmaktadır. Günlük yeni takvime göre düzenlenmiştir; bunun için aradaki 13 günlük farkı hatırlamalıyız.
 İstanbul’u birbirine kattı
Günlük, II. Meşrutiyet’e yol açan eylemlerin başlangıç tarihi olan 13 Temmuz günü başlamakta ve 14, 16, 19-22 ve 24-28 Temmuz günlerini içermektedir. Bu sırada Balkanlar’da meydana gelen ayaklanma ve bunun İstanbul’la saray üzerindeki derin etkileri kaleme alınmıştır. Günlüğün ikinci yarısı 13 Nisan, yani 31 Mart Ayaklanması’nın ilk günü başlamaktadır. Bu kısımda da 13-17, 19-25, 27 ve 30 Nisan günleri ile 3, 10 ve 12 Mayıs günleri yer almaktadır. Günlükte ayaklanma ve bastırılması son derece canlı bir dille tasvir edilmiş; heyecanlı bir şekilde kaleme alınmıştır. 13-23 Nisan günlerinde ayaklanma, 24-25 Nisan günlerindeyse bastırılması anlatılmış; 27 Nisan günü Abdülhamit’in tahtan indirilmesi ve Sultan Reşat’ın tahta çıkışı; 30 Nisan günü yeni padişahın ilk selâmlık töreni; 10 Mayıs günü yeni padişahın kılıç kuşanma töreni ve 12 Mayıs günü ayaklanma sonrası idamlar kaleme alınmıştır. Günlük 1909 yılının haziran ayının ortasında Yıldız Sarayı’nın ayrıntılı bir anlatımı ile sona ermektedir.
Hareket Ordusu şehirde
Kutschbach’ın günlüğü tarihçileri heyecanlandıracak yeni tarihsel bilgi ve açıklamalardan yoksun olmakla birlikte, günü gününe tutulmuş canlı notlardan oluşması açısından ilginçtir. Örneğin, 24 Nisan günü yazılmış Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girişiyle meydana gelen silâhlı çatışmaları anlatan satırlar son derece canlıdır:
Kostantinopel, 24 Nisan:
Sakin yattık. Uyanıp da odamın balkonuna çıktığımda saat sabahın beşiydi. Omuzları üzerine dökülen bir palto ve başına da beyaz bir fes giymiş bir askerin duvara tırmandığını birden fark ettim. Bu duvar bizim sokağı duvarın yan tarafında bulunan eski Türk mezarlığından ayırmaktadır. Orada bulunan askeri karakola geriden gizlice yaklaşıldı. Hemen ardından yan sokaktan bazı birbirine benzer askerlerin geldiğini ve yanlarında taşıdıkları tüfeklerle karakola saldırdıklarını gördüm. Saldırıya uğrayanların kendi kendilerine silâhlarını teslim etmeleri ve şimdiye değin nöbetçi olanların kendi bölgelerinde tutsak olmaları çok şaşırtıcı oldu. Sayıca çok kalabalık olan yabancı askerler derhal sokağı kontrol altına aldılar ve bir devriye çıkardılar. (…)
Kuzeyden top atışları duyuldu
“Birkaç katlı yüksek evimin terasına çıktım. Buradan bütün İstanbul kuşbakışı görünüyor. Saat sabah altı buçuk. Kuzeyden ilk top atışı duyulmaya başladı ve ateş sesleri gök gürültüsünü andırır bir biçimde hiç kesilmeden devam etti. Pera [İstiklâl] Caddesi’nde de çatışma oluyor. Tüfek ve top sesleri gayet yakından geliyor ve her an çarpışanların  birdenbire ortaya çıkarak görüneceği sanılıyor. Selanik’ten gelen birliklerin de önümüzde görünmesi bunu gösteriyor. Yoldan gelip geçen  herkes sokaktan uzaklaştırıldı ve taraflar çatışmaya hazır hale geldiler. Çatışmanın mezarlıktan sonraki alana yayılması bekleniyor. Pera Caddesi’nin çıkışındaki Taş Kışla’nın çevresinde şehrin içinde çatışmalar devam ediyor. Burada gayet yakın olan Taksim Kışlası’na da Selanik’ten gelen birlikler tarafından saldırıldı ve buranın işgal edilmesinin önünü almak pek şüpheli görünüyor. Kışla topa tutuldu ve top mermileri Pera Caddesi’ne de düşmektedir. İşte, ağır top ve tüfek ateşi bize göre sağ taraftan Galata’dan geliyor. Selanik’ten gelen birlikler Tophane Kışlası’na saldırdılar ve kışla kısa zamanda düştü. (.,.)
“Makedonya’nın   hırsız çeteleri”
Aynı konuda yazılmış ikinci kitap ise Alman İmparatorluk Meclis üyesi (milletvekili) Adalbert Graf Sternberg tarafından yazılmıştır; onun kitabı, II. Meşrutiyet ve 31 Mart Ayaklanması hakkında kısa bir incelemedir. Kitabın ilk bölümü Osmanlı Devleti’nde anayasacılık hareketinin başlangıcını ve mücadelesini özetlemekte, anayasanın yeniden yürürlüğe girişini anlatmaktadır. İkinci bölümde 31 Mart Ayaklanması anlatılmaktadır. Bu sırada 31 Mart Ayaklanması’nın ilk günü olan 13 Nisan’da meydana gelen olaylara değinilmektedir. Son kısımda ise, 31 Mart Ayaklanması’nın ikinci gününden Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girişine dek geçen sürece meydana gelen olaylar kaleme alınmıştır.
Tarih Sultan’ı azad eder
Kutschbach’ın 31 Mart ve Abdülhamit’e karşı gayet uzak ve kuşkucu tutumuna karşılık Sternberg, İstanbul’da ayaklanmanın bastırılmasını sağlayanları şöyle değerlendirmektedir: “Makedonya’nın hırsız çeteleri”. Kitapta Osmanlı Devleti’nin tarihiyle ilgili bazı yüzeysel açıklamalarda da bulunulmaktadır. Yazar Abdülhamid hakkında da şöyle yazmaktadır: “Bugün bütün her şeyin günahı sultana yüklenmektedir; fakat tarih onu pek çok şeyden azad edecektir. Zulmü korkudan, gerici yönetim biçimi ise mevcut koşullardan kaynaklanıyordu; en yetenekli kişileri kendine danışman seçmiş olduğunun en açık göstergesi, şimdiki yöneticilerin yine aynı kişileri yönetimin en üst kademesine getirmiş olmalarıdır. Abdülhamid’in düşüşü bir zorunluluktu, çünkü o padişah olduğu sürece hiçbir Jön Türk kendini güvende hissedemezdi.”
Yazar kitabında “Anayasal Türkiye’nin Geleceği” başlığı altında gayet kötümser bir tablo çizmekte, İslami toplumda tutucularla reformcular arasındaki çatışmanın daha da şiddetleneceğini tahmin etmekte, sonuçta da anayasal bir yönetimin geleceğine bir hayli karamsar ve kuşkulu bakmaktadır. Yazar, Jön Türkler’in hedeflerine sempati beslemekteyse de, başarılarından ümitli değildir.
Keklik gibi dizilirler
Sternberg, İstanbul hakkındaki genel izlenimlerini parça parça anlatmaktadır. Bunlar arasında Abdülhamid, genel olarak padişahların hayatı, harem, İstanbul’un Türk kadınları (yazar, pek az güzel kadın gördüğünden şikâyet etmektedir; oysa Fransız, Alman, Rum ve Ermeni kadınları batılı hem cinslerinden pek az farklıdır... Türk kadınlarının tipik özellikleri şöyle  anlatılmıştır: “kara gözler, solgun yanaklar; kış mevsiminde bir dizi keklik gibi birbirlerine sokulmuş otururlar”) ve parlamento ile Ahmet Rıza zikredilebilir. İlginç tesadüf, Kutschbach’ın kitabının olduğu gibi Sternberg’in de kitabının son bölümünün Yıldız Sarayı’nın uzun ve ayrıntılı  tasvirine ayrılmış olmasıdır.
Her iki kitabın karşılaştırılmasında şu nokta gözden kaçırılmamalıdır: Kutschbach 31 Mart Ayaklanması ile Abdülhamid arasında tam bir paralellik ve işbirliği olduğunu kendi yorumu olarak ortaya koyarken, Sternberg Abdülhamid’in bu olayda aktif bir rolü olmadığını, onun olayın tertipçisi sayılamayacağını, olsa olsa sadece teşvik etmekle kaldığını vurgulamaktadır.
Bu iki Almanca kitap, yeni bilgiler içermemesine karşın, şimdiye dek bu dönemle ilgili incelemelerde kaynak olarak kullanılmamış olmaları bakımından ilgi çekicidir.
OKUMA NOTLARI
Kutscbach’ın kitabının adı: ”Die Türkische Revolution-im Juli 1908 und im April 1909” (Türk İhtilali- Temmuz 1908 ve Nisan 1909), Verlag von W.Kutschbach, Halle a.S., Standard-Buchdruckerei g.m.b.h., Leipzig,, (yayın tarihi yok). Ayrıca günlüğün yer aldığı sayfalarda ilginç fotoğraflara da yer verilmiştir. Bunlar arasında Sultan Reşat’ın, Enver ve Niyazi Beylerin, Abdülhamit’in, Sadrazam Hilmi Paşa’nın, Ahmet Rıza Bey’in, Hareket Ordusu’nun İstanbul’a yürüyüşünün, bu orduya ait topların şehre girişinin, Taksim Kışlası’nın çatışmalardan sonraki yıkık durumunun, Taksim Meydanı’ndaki ölü ve yaralıların, ölülerin tramvayla taşınmalarının ve 31 Mart Ayaklanması’na katılanlardan bazılarının halka açık idamlarının fotoğrafları zikredilmeğe değerdir. Ben bu tarihleri içeren bir başka günlük hatırlamıyorum.
Sternberg’in kitabı: “Die Türkische Revolution” (Türk İhtilali), Georg Stilke, Einendruckerei und Verlags Gef. m.b.h., Berlin, 1909. Kitabın arka kapağından yazarın sadece Türkiye hakkında değil, fakat başka ülkeler hakkında da yayın yapmış olduğu anlaşılmaktadır.
Bu arada eğer Sina Akşin’in doktora tezi olan “31 Mart Olayı”nı okumadıysanız, hâlâ iyi bir başlangıç yapamamışsınız demektir. Şimdiye kadar bu alandaki en iyi akademik araştırmadır. İlk elden bir şey okumak isterseniz Abdülhamid’in başkâtibi Ali Cevat Bey’in “İkinci Meşrutiyet’in İlânı ve 31 Mart Hâdisesi”ni öneririm. Olayların ilk elden gözlemini içerir. 31 Mart denince herkesin hemen hatırlayacağı Derviş Vahdeti’nin meşhur “Volkan” gazetesinin yeni harflerle tıpkı basımı da Ertuğrul Düzdağ tarafından yirmi sene önce yapıldı bile.


Hiç yorum yok: