İçine girdiği borç sarmalından bir türlü çıkamayan Yunanistan’ın yetkilileri, bir süre önce garip bir açıklamayla Ege’deki adalarından bazılarını satışa çıkararak mali krizi atlatmayı düşündüklerini beyan etmişlerdi.
“12 Ada” diye bilinen, Ege’deki kıyılarımızı bir ağ gibi sarmış bulunan adaların satılacak olması hakikaten rahatsız ediciydi.
Neden rahatsız oldum?
İki açıdan. Birincisi, İsmet Paşa’nın hem Başdelege olarak katıldığı Lozan’da 12 adanın alınması yönünde herhangi bir direnişte bulunmayışı, hem de Cumhurbaşkanlığı döneminde iki defa geri alma veya en azından bazı haklarımızı kabul ettirme fırsatı çıktığı halde onları elinin tersiyle itmiş olması yeterince yaralayıcıydı. İkincisi, bu adaları Yunanistan’a üçüncü şahıslar vermişti. ‘Yahu kimin malını kime veriyorsunuz?’ diye soran da olmamış anlaşılan.
Diyeceksiniz ki, ‘Biz vermedik ama bunca zaman sonra bunun derdini sürmek sana mı düştü?’Evet, bana, bize, hepimize düşüyor bu davanın izini sürmek ve geçmişin hesabını sormak. Hafızamızı kayıplarımız konusunda canlı tutmanın, en azından bugün sahip olduklarımızın kıymetini bilme noktasında bir bilinç uyanışını sağlama potansiyeline sahip olduğuna inanıyorum.
Bundan 100 yıl önce İtalyanlar Trablusgarb’a hücum etmişler ve bizi barışa zorlamak için Rodos ve 12 Ada’yı işgal etmişler, ‘Trablusgarb’da direnmekten vazgeçip askerinizi çekerseniz biz de adaları boşaltırız’ şantajını yapmışlardı. Sonuçta 1912 Ekim’inde Lozan’ın iskelesi olan Uşi’de İtalyanlarla anlaştık, 2. madde gereği biz askerimizi çekecektik, İtalyanlar da adaları boşaltacaklardı.
Gelin görün ki, bu sırada Balkan Savaşı çıkmıştı. Yunan donanması 12 Ada’yı işgale hazırlanıyordu. Sırf bu yüzden adaları boşaltmak üzere olan İtalyanlara, ‘Hiç değilse savaş sonuna kadar kalın’ dedik. Zaten 1914′te 1. Dünya Savaşı’na girince İtalyanlarla düşman olduk, böylece 12 Ada kâğıt üzerinde bize ait görünmesine rağmen İtalyan işgalinde kalmaya devam etti. 2. Dünya Savaşı’nda İtalyanların hem Libya’dan, hem de adalardan çekilme kararı alıncaya kadar bu böyle gitti.
İşte 1942′den sonraki süreçte fırsatları layıkıyla değerlendirebilseydik, belki hepsi üzerinde değil ama bazı adaların alınması veya adalar üzerinde haklarımızın tanınması mümkün olabilecekti. Bu fırsatların nasıl kaçırıldığını dönemin tanıklarından öğreniyoruz.
İlk olarak eski Dışişleri bakanlarımızdan Feridun Cemal Erkin’e başvuralım.
1946′da Paris’te toplanan savaşın galipleri, yenik İtalya ile barış antlaşmasının şartlarını görüşmektedirler. O tarihte Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliği görevini yürüten Erkin, hükümete başvurarak konferansın 12 Ada’nın kaderini tayin işini görüşeceğini, görüşmelere katılma girişiminde bulunmak için izin istediğini bildirmiştir. Hükümet Cumhurbaşkanı İnönü’nün başkanlığında toplanmış ve kararını şöyle bildirmişti: “2. Dünya Savaşı dışında kalmış olmaklığımız dolayısıyla savaşın ganimetlerinden pay almak hakkımız yoktur. Konferansa başvurulmayacaktır.” (Milliyet, 28 Temmuz 1976)
Adalara mendil sallayan kim?
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Edwin Wilson’la görüşen Erkin, ona, konferansta Yunanistan’ıntarafını tutarak Türkiye’nin haklarını görmezden gelmelerinin haksızlık olacağını bildirmiş ve adaların aslında Türkiye’ye ait olduğunu, Anadolu’ya en yakın olanlarının bize verilmesi gerektiğini söylemiştir. Wilson, bu sözler karşısında sessizliği yeğlemiş olmasına rağmen Erkin aynı görüşleri bu defa İngiliz Büyükelçisi Sir David Kelly’ye aktarmış, o da durumu Dışişleri Bakanı’yla görüşeceğini bildirmiştir. Sonuçta 12 Ada, nüfusun çoğunluğu Rum olduğu gerekçesiyle ve silahsızlandırmak şartıyla Yunanistan’a bol keseden ihsan edilmiştir. Böylece Yunanlılar tek kurşun atmadan, hiçbir zaman kendilerinin olmayan adalara bağdaş kurup bugüne kadar gelebildiler.
Yalnız Erkin’in dikkatini çeken bir nokta önemlidir. Eğer bir yerde çoğunluk olmak orada hak sahibi olmak demekse bu niçin bizim lehimize uygulanmaz? Mesela Batı Trakya’da çoğunluk Müslüman Türklere aittir. O tarihte Yunanistan’ın bu sebeple adalara sahip olması halinde bizim de Batı Trakya’da hakkımız doğacağını bir mütekabiliyet ilişkisi kurarak savunacak çapta bir Dışişleri kadromuz olsaydı bazı haklar kazanılması mümkündü.
Ancak olayın bir başka yönünü, eski Dışişleri bakanlarımızdan İhsan Sabri Çağlayangilaçıklamıştır. Cüneyt Arcayürek’in yaptığı bir söyleşide Çağlayangil, 12 Ada ile ilgili son derece çarpıcı bir bilgiye yer vermiştir. Buna göre,
“İngiltere, adalar konusunda Paris Konferansı hazırlanırken Ankara elçisi eliyle Türk hükümetine bu konferansa katılmasını bildirmiştir. Dışişleri Bakanlığı Arşivi’nde gördüğüm belgeye göre Türk hükümeti bu teklife cevap vermemiştir. Daha sonra İngiliz elçisi, bir teşebbüs daha yapmış, bu adalarda Türklerin de oturduğunu, hiç değilse bu açıdan konferansta Türkiye’nin de bulunmasını uygun gördüklerini söylemiştir. Hatta bu konferansa katılmamayı arzu ettiğimize göre hiç değilse bir gözlemci bulundurmamızı telkin etmiştir. Bu da uygun görülmemiş olmalı ki, hiçbir hareket yapılmamıştır.”
(Hürriyet, 11 Kasım 1972)
Ancak Arcayürek’in Tek Parti döneminin kokmaz bulaşmaz Cumhurbaşkanı İnönü’nün bu politikasını deşifre etme çabası bir adım daha ileri gider ve o tarihte sağ olan Celal Bayar’a bilgisi olup olmadığını sorar. Bayar da, 1950′de Çankaya Köşkü’ne çıktığı zaman çekmecelerden birinde eski yazıyla bir belge gördüğünü, okuyunca bunun İnönü ile Başbakan Şükrü Saraçoğlu arasında geçen bir yazışma olduğunu öğrendiğini söyler. Bu belgede Saraçoğlu, Alman gizli servislerinin Adaları bizim işgal etmemiz yönündeki telkinlerinden söz etmekte ve İnönü’den ne yapılması gerektiğine dair cevap beklemektedir. O sırada bir yurt gezisinde bulunan İnönü ise Almanların bu tekliflerinin reddedilmesini Başbakan’a bildirmektedir.
Bayar millî bir mesele olduğu için bu belgeyi hiç açıklamamış, ancak bir seçim kampanyasında kendisine hücum edince İnönü’ye, “Adalara mendil sallayan kim?” diyerek anlayacağı lisanla hitap etmişti. İnönü meseleyi hemencecik anlamış ve olayın üzerini kapatmıştır. Şimdi “Cumhuriyet”te yazan Arcayürek o yazı dizisini şu sözlerle noktalamış:
“Gerçek odur ki, adalar meselesi savaş içinde ve savaş sonrası Türkiye’nin lehine uygun gelişmeler göstermiş ve bunlar değerlendirilememiştir.”
Yunanistan işte şimdi o biraz da bizim ihsan ettiğimiz adaları satılığa çıkarıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder