Türk ordusuna armageddon darbesi
Türk ordusu, 1917 yılı sonlarında Kudüs’ün doğusunda Armageddon’da İngiliz ve işbirlikçisi Arap-Siyonist güçler tarafından ağır bir yenilgiye uğratıldı. Savaş sonrasında onbinlerce Türk askeri Arap isyancılar tarafından karınları hançerle deşilerek öldürüldü. Armageddon Savaşı ile İslam ve Türk hakimiyeti kutsal topraklar bölgesinde sona erdi.
Eylül ayı ortaları geldiğinde hazırlıklar tamamlanmıştı. Kudüs’ün biraz kuzeyinde başlayan Türk savunma hatlarındaki askerler siperlerini bile yerleşemeden öldürücü darbeyi vurmaya hazırlananlar bütün planlarını hazırlamışlardı. İngiliz general önündeki masa üzerindeki haritaya bakarak Megiddo yazısı bulunan vadinin üzerine kırmıza kalemle çarpı işareti koydu.
Osmanlı’nınyeni kurulan Yıldırım ORDULARI Grup kumandanı Alman asıllı Liman von Sanders, düşmanın muhtemel saldırısı karşısında gerekli tedbirleri almakla meşguldü. Akdeniz kıyılarından başlayarak Kudüs’ün kuzeyi ve oradan doğuya ilerleyerek “ölü deniz” olarak isimlendirilen Lüt gölü yakınlarına kadar uzanan cephenin tutulması gerekiyordu. Askerin her türlü yiyecek ve silah ihtiyacının karşılanması işi önemli ölçüde Anadolu’dan Arabistan çöllerine uzanan demiryolu ile olacaktı. İngiliz ordusunun saldırısı 19 Eylül 1918 günü başladı. Uçakların keşif uçuşları, Akdeniz sahillerinde bekleyen savaş gemilerinin her türlü askeri malzemeyi getirmiş olması en büyük avantajdı.
Saldırı başladığında Türklerin beklenmediği gelişmeler oldu. Ürdün vadisinin en büyük şehri Amman ile Şam’ı birbirine bağlayan tren yolu boyunca Arap aşiretlerinin saldırıları, patlamalar birbirini izledi. Osmanlı’nın Medine’ye kadar uzanan Hicaz ve Yemen cephesi ile bağlantı sağlayan tren yolu önemli ölçüde tahrip edildi. Köprüler havaya uçuruldu. İstasyonlara saldırılar oldu. Yakalanan Türk askerleri vahşice öldürüldü. Kerak şehri ve civarında yaşananlar kıyamet manzaraları idi. Cesetleri öteye beriye saçılmış Türk askerleri başında zafer çığlıkları atan bedevi Arapların gösterileri insan neslinin ne kadar vahşileşeceğini gösteriyordu. İntikam duygularını tatmin etmek isteyenler askerlerin karınlarını deşerek midesinde ve barsaklarında para arıyorlardı. 24 Eylül 1918 tarihi itibariyle Galile gölü yakınlarında bulunan Türk askeri karargahına ulaşan haberler cephenin bozulduğunu on binlerce askerin kanının çöl kumlarına serildiği yönünde idi. Bir yandan İngiliz ordusunda bulunan Anzak (Avusturya, Yeni Zelanda), Hintli, İskoç asıllı askerlerin askerlerin sergilediği vahşet diğer yandan benzer şekilde Türk askerinin kanını dökmeye hazır Arap bedevilerinin gösterileri karşısında Türk kumandanlar hızlı bir şekilde Şam’a ve oradan da daha kuzeye Halep’e çekilme hazırlıklarına başladılar. Geride binlerce askerin cesedini bırakarak… Osmanlı 7. Ordusuna kumanda eden Mustafa Kemal da içinde bulunduğu şartlarda geri çekilmeye karar verdi. Anadolu’ya yakın Halep’in kuzeyindeki Katma istasyonuna yakın yere kadar geldi.
Uzak diyarlarda İngiltere’nin başkenti Londra’da bulunan Yahudi, Siyonist, Mason organizasyonun liderleri ellerini ovuşturarak birbirlerini tebrik ediyor, zaferlerini kutluyorlardı. Tarihi hayalleri gerçekleşiyordu. Yahudi topraklarındaki “Gentile çağı”nın sona erdiğine inandılar. “Gentile çağı” onlara göre M.S. 639 yılında Yahova’ya adanmış kutsal toprakların Kudüs ve yöresinin Müslümanların elinden alınması anlamına geliyordu. Tevrat ve benzer şekilde olayları açıklayan İncil’de yer alan “Armageddon” savaşının gerçekleştiğini Yahova’nın zafer kazandığını kabul ediyorlardı. Onlara göre “megiddo savaşı” kıyamet öncesi yeryüzünden şeytan’ın tüm kötülüklerin ortadan kaldırılması demekti.
Hilal’i bayraklarında kutsal bir simge olarak bulunduran Osmanlı/Türk askerleri onlara göre “şeytanı” temsil ediyordu. Kerubi yani şeytan insana benzer, iki boynuzu olan keçi başlı, iki kanatlı, alnında yıldız işareti bulunan ve her zaman Yahova’ya karşı gelen bütün kötülüklerin kaynağı olan varlıktı. Kutsal Tevrat’ta onların yok olacakları hakkındaki bölümü de buldular. Tevrat’ın “Hezekial” duasının 12.-18. ayetleri tanrı Yahova ile şeytanın mücadelesini açıklıyordu: “Adem oğlu, rab Yahova şöyle diyor: Kemalin mührü, hikmetle dolu, güzellikte tam olan sendin. Sen Aden’de Allah’ın bahçesinde idin. Sarı yakut, kırmızı akik, yeşim, safir,kızıl yakut,zümrüt taşları ile bütün değerli taşlarla ve altınla kaplanmıştın. Teflerinin ve zurnalarının işciliği sende idi. Yaratıldığın gün hazırlanmıştılar. Sen meshedilmiş gölge olan kerubi (şeytan) idin. Ve seni ben diktim. Allah’ın mukaddes dağında idin. Ateşten taşlar arasında gezdin. Sende kötülük olduğu bulununcaya kadar yaratıldığın günden beri yollarında kamildin. Ticaretinin çokluğundan ötürü senin içini zorbalıkla doldurdular. Ve suç işledin. Ve seni murdar şey gibi Allah’ın dağından attım. Ve seni gölge salan kerubi (şeytan) ateşten taşlar arasından atıp yok ettim. Senin yüreğin güzelliğinden ötürü yükseldi. Parlaklığından ötürü hikmetini bozdun.Seni yere çaldım. Görsünler diye seni krallarının gözü önünde seni attım. Kendi makdislerini fesatlarının çokluğu ile ticaretinin kötülüğü ile bozdun. Ve senin içinden ateş çıkardım. Seni o yiyip bitirdi. Bütün seni görenlerin gözü önünde seni yeryüzünde kül ettim. Kavimler arasında seni tanıyanların hepsi sana şaşacaklar. Sen bir dehşet oldun. Ve ebede kadar yok olacaksın”.
Tevrat’ta anlatılanlar, “Gentile” olarak isimlendirilen “Musa ve İsa tanımayan kerubi” yani şeytanın kendisi idi. 1917 ve 18 yılı içinde Filistin topraklarındaki işgalleri sona eren Türk ordusu bir bakıma kutsal kitaptaki “Megiddo savaşını” kaybeden kıyamet günü felaketini yaşayan yok olması gereken(!) kerubiler/ şeytanlar idi.
Tevrat’ta yer alan Hezekiyal suresinin ayetlerindeki açıklamalar kıyamet günü savaşını hakkında bilgiler veren “Armageddon” olayını hatırlatsa da Osmanlı/ Türk askerlerinin Filistin’den ayrılışları bambaşka gerçekleri gözler önüne seriyordu. Bir yandan din kardeşi olarak bilinen Araplardan Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’e, Hicaz’ın geniş bir bölümünü elinde bulunduran Suudiler ve onlarla aynı görüşleri paylaşan Arap bedevileri Arabistan çöllerinde oluk oluk Türk askerinin kanını akıtmaktan çekinmediler. Megiddo savaşını kazanan İngiliz general Allenbi, savaş raporlarında, cephe kurarak savaşı başlattığı 1917 yılı eylül ayından itibaren Lawrence aracılığı ile her ay 200.000 İngiliz poundu altın dağıtımının 500.000 pound altına çıkarıldığını… Savaşın kazanılmasında askeri üstünlükten ziyade “diplomasi ve altının” daha önemli olduğunu açıklıyordu. Türklerin siyon dağında atılması ve İsrail’in kurulmasına giden yolda İngiliz ordusunun askeri harekatı ile ilgili belgelerde İngiltere’deki Rotschild ailesinin bütün masrafları karşılama vaadinde bulunduğu da açıklanıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder