23 Şubat 2012 Perşembe

Sürgün köpeklerin dramı-MAHMUT SAMİ ŞİMŞEK / TARİH SANDIĞI


19. Yüzyıl sonuna kadar köpekler, İstanbul'un yaşayan simgeleri olarak kabul ediliyordu. Eski İstanbul kartpostallarındaki köpekli fotoğraflar da bunun delîli sayılır.

İstanbulluların şefkat gösterdiği sokak köpekleri, şehre gelen batılı gezginlerin de dâimâ ilgi odağı olmuştu. İşte bunlardan biri olan Edmondo De Amicis, "İstanbul" adlı hâtırât kitabında teferruatıyla sokak köpeklerinin her yönünü anlatmaktadır. Ona göre sokak köpekleri, suriçi İstanbul'da merhamet görürlerken, Pera tarafında bir sopanın sesi ya da gölgesini dahi görmeleri, zavallıların uykularını yarıda kesip arka sokağa kadar kaçmaları için yeterlidir.

Birine bir kerecik bir kuru ekmek yada bir kemik parçası atmaya gör; iki gün kapının önünden ayrılmazdı. Mahallenin, sokakların gönüllü bekçileriydi onlar. Yabancıları görünce havlar, hırlar, huzursuz eder, hele bir de bu yabancı bir köpekse, ortalığı savaş meydanına çeviriverirlerdi.

Müslümanı Frenklerden ayırt edebilen İstanbul köpekleri, yabancılara geçit vermedikleri için mahalle sâkinleri tarafından o mahallenin koruyucusu ve kapıların önündeki artıkları, çöpleri yalayıp yuttukları için de mahallenin temizlik görevlileri kabul edilirlerdi. Nihâyet İstanbul'un bu sâhipsiz sâkinlerine, bir zaman sonra sokaklar bile çok görülmeye başlandı.

PADİŞAH FERMANIYLA GELEN SÜRGÜNLER

Bir galat-ı meşhûru tashîh edelim: Köpek sürgünleri bilindiğinin aksine Sultan 2. Mahmut zamânında başlamadı. Zîrâ taa 17. yy da Sultan 1. Ahmet'in sadrazamı Nasuh Paşa, suriçi İstanbul'daki köpeklerin tamâmını toplatıp Üsküdar'a sürgüne göndermişti. Hattâ bundan da önce Kânûnî Sultan Süleyman'ın kayınbirâderi ve sadrazamı Lütfi Paşa, ikinci kez Şam vâlisi olduğu dönemde, Şam'ın bütün köpeklerinin öldürülmesini emretmiş ve 1000 kadar köpeğin kâtili olmuştu.

Fakat insanlara saldıran başıboş sokak köpekleri de az değildi. Ne zaman ve ne sebeple saldıracağı belli olmayan bu hayvanlar, hele bir de sürü hâlinde saldırırlarsa kaçmak bile çâre olmazdı çok defâ. 1902 yılının soğuk bir kış gününde Boğaziçi sâhillerinde yürürken bir köpek sürüsünün saldırısına uğrayan Hattat Şefik Seyfi Bey, canını kurtarmak için boğazın buz gibi sularına atlamaktan başka çâre bulamamıştı. Bu sırada hastalanan Şefik Bey'in, bu hastalıktan vefât ettiği dahi rivâyet edilmiştir.

2.MAHMUT'UN SÜRGÜNÜ

Sultan 2. Mahmut döneminde ise Galata'da gece yarısı bastonuyla köpeklerden korunmak isteyen bir İngilizin, köpeklerin hücumuna uğrayıp kaçarken, yüksek bir duvardan düşüp ölmesi, köpekler için sonun başlangıcı olmuştu. Elçilik tarafından saraya yapılan baskıyla pâdişah, sokak köpeklerinin toplatılıp Hayırsızada'ya sürülmesini ferman etmek zorunda kaldı. Lâkin köpekleri adaya götüren mavna, kopan fırtınanın tesiriyle adaya yanaşmaya muvaffak olamayınca, köpekler İstanbul'a geri getirildiler. Halkın bunu ilâhî bir ikaz sayarak, saraya baskı yapmasıyla da, Sultan Mahmut fermânını geri çekmiş, köpekleri sürmekten vazgeçmişti.

YANGININ SEBEBİNİ KÖPEKLERDEN BİLDİLER

Sultan Abdülaziz döneminde köpeklerin sürgünü tekrar gündeme geldi. Pâdişahın fermânıyla yeniden mavnalara doldurulan köpekler, yine adaların yolunu tuttular. Lâkin bu defâ da Çemberlitaş'tan Gedikpaşa'ya, hattâ Kumkapı sâhillerine kadar uzanan büyük İstanbul yangını, köpekleri sürgün ettikleri için Yüce Allah tarafından verilen bir cezâ olarak addedilmiş, halk tekrar saraya hücûm etmişti. Sultan Abdülaziz'in ikinci bir fermânıyla köpekler tekrar İstanbul'a getirildiler.

2. ABDÜLHAMİT KUDUZ ENSTİTÜSÜ KURDURDU

Sultan 2. Abdülhamid döneminde ise Alman İmparatoru Kayzer 2. Wilhelm 1889 yılında İstanbul'a ziyârete geleceği için ziyâret öncesi yoğun bir temizlik faaliyeti başladı şehrin dört bir yanında. Husûsiyle hastalıklı köpekler yine çöp toplar gibi toplanıp yazlık mekânlarına tâtile (!) gönderilecekti. Lâkin şefkatli sultan, köpeklerin sürgününe ferman vermek yerine başka tedbirler düşünülmesi için ferman vermeyi tercih etti. Bu defâ köpekler sürgünden kurtuldular. Köpeklerle uğraşmak yerine kuduzla uğraşmayı tercih eden Sultan Hamid, Fransa'ya Pastör Enstitüsü'ne bir heyet gönderip, 10 bin altın bağışlayarak Dünyanın üçüncü Kuduz Enstitüsü'nün İstanbul'da kurulmasını sağlamış, Pastör'ü de büyük ihsanlar karşılığında İstanbul'a dâvet etmişti.

Köpekleri çok seven Sultan 2. Abdülhamid'in sertabîbi Mavroyeni Paşa da, İstanbul köpeklerinin zekî ve eğitilebilir olduğunu iddiâ etmiş, hattâ bu konuda araştırmalar yapmıştı.
Devir, Sultan Reşad devri. Sene 1910. Dâhiliye nâzırı Talat Paşa. Şehremini, yani Belediye Başkanı da Suphi Bey. Artık şu sokak köpekleri meselesini kökünden çözmek için, köpeklerin topluca ölüme gönderilmesine karar çıkmıştı.

80.000 KÖPEĞİ BİRDEN SÜRDÜLER

Sultan 2. Abdülhamid Han'ın hal'inden kısa bir süre sonra, İttihat-Terakkî hükümeti tarafından gerçekleştirilen elîm hâdiselerden biri de 1910 haziranındaki köpek itlâfıdır. Sokaklardan toplanan 80.000 köpek mavnalarla Hayırsız Ada'ya (Sivri Ada) götürülerek orada aç susuz ve yapayalnız bir ölüme terk edildiler. Kayalıklarla kaplı bu adada neredeyse dikili tek bir ağaç dahi yoktu.

Avrupada eğitim görmüş ve batı şehirlerine hayran olmuş jöntürkler de İstanbul'un Avrupa kentleri gibi olması için sokaklarda gezen bu canlı çöplükleri (!) temizlemenin lüzûmuna inanıyorlardı. Hattâ dönemin Abdullah Cevdet, İbrâhim Şinâsi gibi batı zihniyetli yazarları, köpeklerin aleyhinde sayfalar dolusu yazılar yazarak hükümete, köpeklerin yok edilmesi için mesajlar veriyorlardı.

Nihâyet gün geldi ve İstanbul sokaklarının bu zavallı sâkinleri demir kancalarla, tıpkı o köpekler gibi işsiz güçsüz berduşlar tarafından çöp arabalarına toplanmaya başlandı. Köpekleri 3-5 kuruş karşılığında toplayanlar mahallenin ayak takımıydı.
Köpekler toplandı, Tophâneden bindirildikleri mavnalarla Hayırsız Ada'ya götürülüp atıldı. Artık bu gidişin dönüşü de yoktu.

İstanbul Belediye Başkanı Suphi Beyin köpek kıyımını, sonraki belediye başkanlarından Cemil Topuzlu devâm ettirdi. '80 Yıllık Hatıralarım' isimli hâtırâtında "30 bin köpek öldürttüğünü" iftiharla anlatır. O sene çıkan Balkan Savaşı da, İstanbullular tarafından köpeklere yapılan cefânın cezâsı olarak yorumlandı.

Hiç yorum yok: