İsmet İnönü'nün Atatürk'e dargın ölmüş olmasını kim bilir kaçıncı keredir tartışıyoruz. Bir TV programı sırasında İnönü'nün kızı Özden Toker, Taha Akyol'u telefonla arayarak Atatürk ile babasının 25-26 Temmuz 1938 tarihli mektuplarını kamuoyuna "ilk defa" açıklamış,
Akyol da köşesinde mektupları yayınlayarak tarihe not düşmüş oldu (Hürriyet, 6 Aralık 2011).
Lakin Özden Toker'in mektupları kamuoyuna ilk defa açıkladıkları sözüne itirazım var. Zira kızı Gülsün Bilgehan'ın 1994'te basılmış olan "Mevhibe" adlı kitabında İnönü'nün söz konusu mektubu aynen mevcuttur. Mektupların orijinallerinin ilk defa açıklandığını söyleseydi daha uygun düşerdi.
Ancak burada bir soruyu gündeme getirmem gerekir:
İnönü'nün Atatürk'e Dolmabahçe Sarayı'nda hastayken yazdığı bir "belge"nin aslı neden Cumhurbaşkanlığı Arşivi'nde değil de, İnönü Vakfı'ndan çıkar? Özden Hanım'ın bu soruya cevap vermesini beklemeden Kılıç Ali'nin hatıratından bu "belge hırsızlığı"nı yapanın Nafi Atuf Kansu olduğunu öğreniyoruz! Şöyle yazıyor Kılıç Ali:
"İsmet Paşa o günlerde sık sık özel mektuplar da gönderiyordu. Atatürk, bej renkli zarflar içerisinde gelen bu mektupları okuduktan sonra yatağının yanındaki komodinin çekmecesine koyardı. Sonradan duyduğuma göre, Atatürk'ün ölümünün hemen ardından, yed-i emin olarak tayin edilen Nafi Atuf Kansu bu mektupların hepsini komodinin çekmecesinden alarak İsmet Paşa'ya vermişti."
Böylece 25-26 tane olduğunu tahmin ettiğimiz mektupların asıllarının neden İnönü Vakfı'nda korunduğunu da anlamış oluyoruz. Yine de vakfın onları bugüne kadar neden yayınlamadığını merak ediyorum. Eleman bulamıyorlarsa bu göreve meccanen talibim. Hem Erdal İnönü ile babasının mektuplaşmalarını kitaplaştıran Can Dündar gibi İnönü'nün "Kendimi iyi kolluyorum" cümlesini "Kendimi iyi kullanıyorum" şeklinde okumayacağımı da taahhüt edebilirim!
Peki ne yazılıydı İnönü'nün mektuplarında? Birkaç cümlesini sizinle paylaşayım:
"Büyük, sevgili Atatürk... Velînimetim Atatürk... Derin tazimle ve dayanılmaz bir özleyişle ellerinizden öperim velinimetim... İki mübarek ellerinizden, sevgili ve can verici yüzünüzden, doyamadan binlerce öperim sevgili Atatürk."
Oysa İnönü, Atatürk'e 15 yıl önce Lozan'dan çektiği telgrafta "Her dar zamanımda Hızır gibi yetişirsin. Gözlerinden öperim pek sevgili kardeşim" diye yazabiliyordu. Demek, öpme derecesi gözlerinden ellerine inmiştir ve bu, Özden Hanım'a rağmen 1938'deki İnönü'nün Lozan günlerindeki prestijinden çok uzaklarda bulunduğunun kanıtıdır. Tabii Atatürk'e olan 'borcu'nun 1938'de hangi seviyelere çıktığının da.
"Mevhibe"de bu defa Atatürk'ün İsmet Paşa'ya yazdığı bir mektubun metni vardır ki, o da epeyce tuhaftır. Mektup "1 Ocak 1938- İsmet. Benim sevgili dostum, kardeşim, aziz evladım!" diye başlar. "Dostum, kardeşim" tamam da Atatürk'ün İsmet'e "aziz evladım" diye hitap etmesini nasıl anlamak gerekir? Üstelik aralarındaki yaş farkı sadece 3 yıl iken, bu baba-oğul ilişkisini hatırlatan aşırı samimiyet şaşırtıcı değil mi?
Öte taraftan Atatürk'ün yüzüne karşı yalvaran mektuplar yazan ama sonra onlara el koyan İnönü, aralarının bozulmasında Atatürk'ün haksız olduğunu da söyleyebilmiştir. 27 Mayısçılardan Orhan Erkanlı "Anılar, Sorunlar, Sorumlular" adlı hatıratında İnönü'nün ağzından şu sözleri aktarır:
"Atatürk'ün son seneleri çok zor olmuştur. Gece alınan kararları ertesi gün daima iptal etmek eski bir adetimiz idi. Son seneler[de] bu adet kalkmaya başladı. Eylül 1937 kavgası oldu. Bu kavgada haksızlık, esasında Atatürk'ündür. (...) İmposition [dayatma] şeklinde karar alarak tebliğ etmek ve bu vesile ile sevmediği birkaç vekili tahkir etmek istedi. Sabrım tükendi. Şiddetle mukabele etmem onu sükûnete getirdi."
İsmet Paşa Atatürk'ü yola getirmiş, dediğine göre. Bir yukarıdaki yalvaran mektupları okuyun, bir de bu efelenişi. Hiç birbirine uyuyor mu?
Yukarıdaki sözleri söyleyen birinin, Çankaya'daki Atatürk heykelini depoya attırmasını, Nutuk'u yasaklatmasını, resmi dairelerden, paraların ve pulların üzerinden resmini kaldırtmasını ancak gizli bir tür intikam duygusuna bağlayabiliriz. Büyük adamların yanında durup bütün varlığını ona borçlanan "ikinci adam"ların, şefin ölümü üzerine intikamlarını "karizma transferi"ni ustaca gerçekleştirerek aldıklarını en azından Stalin'den beri biliyoruz.
Kaldı ki, Atatürk sağken dahi onun köşk ve saray sofralarında dil ve tarih çalışmalarına gömülmesine için için sevinen ve kendisine terk ettiği iktidar alanından alabildiğine istifade ederek örgüt üzerindeki nüfuzunu pekiştirmeye yoğunlaşan İnönü, 1937'ye gelindiğinde mutlak iktidara epeyce yaklaşmış durumdaydı. Hatıralarını derleyen Sabahattin Selek'in kitabın 543. sayfasına düştüğü bir not çok ilginçtir.
Selek'e göre Atatürk de, İnönü de Nyon Antlaşması'nın Meclis'ten kendi istedikleri şekilde geçmesini istiyorlar. Anlaşamıyorlar. Bunun üzerine İnönü, kabineyi toplayıp onlara kimden yana olduklarını soruyor. Cevap, "Siz başbakansınız, size uyarız." oluyor.
Sonuçta Nyon Antlaşması Atatürk'ün değil, İnönü'nün istediği şekilde onaylanıyor. Atatürk bunu engellemek için Meclis'e koşuyor ama nafile. Meclis boştur ve İnönü işi bitirmiştir (Ş. S. Aydemir, "İkinci Adam", cilt I, s. 483, 485).
Böylece İnönü, henüz Atatürk yaşarken ona siyasî bir gol atmayı başarmıştır. Akabinde görevden uzaklaştırılır ki, bunu, Atatürk'ün, etrafına örülmek istenen İnönü çemberini kırma girişimi diye yorumlayabiliriz. Ayrıca Refik Saydam'ın, hastalığı sırasında Atatürk'ü ziyarete gitmek isteyen İnönü'yü 'Sizi vuracaklar Paşam' diye bağırarak vazgeçirmesi de üzerinde önemle durulması gereken bir ipucudur. Kimdir İnönü'yü vurduracak olanlar? "Çankaya'nın tetikçisi" Recep Zühtü'nün vuracağı söyleniyor ki, yakışır.
Demek ki, Çankaya Köşkü ile Dolmabahçe Sarayı'na sıkışmış ve Meclis'te azınlığa düşmüş olan Atatürk yanlıları ile İnönü'nün güçlü örgütü arasında eşit olmayan bir mücadele yaşanıyordu 1938'de. Nitekim 11 Kasım'da 1935'ten itibaren büyük ölçüde İnönü'nün safına geçmiş bulunan Meclis, Fevzi Çakmak'ın da desteğiyle onu Çankaya'ya çıkarmakta tereddüt göstermez. O kadar ki, CHP grubunda İnönü'ye oy vermeyen tek vekil, Atatürk'ün genel sekreterliğini yapmış olan Hikmet Bayur'dur.
Bilmemiz gerekir ki, bu başarı, İsmet İnönü'nün 13 yılı aşkın başbakanlığı sırasında bol bol vakit ve imkân bulduğu taktik ve kadrolaşma çalışmalarının planlı bir meyvesiydi. Hatta diyebiliriz ki, ölmeden önce Atatürk'ün altından iktidar halısı önemli ölçüde kaymıştı ve yaşasaydı bile, 1939'da cumhurbaşkanı seçilemeyebilirdi.
İsmet Paşa kürsüde konuşuyor, arkasında Kur'an-ı Kerim'den bir ayet: "Ve emruhum şûrâ beynehum." (Şûra Sûresi, 38). TBMM'nin bir ayetin gölgesinde çalıştığı günlerin kayıp anılarından biri.
***
Atatürk'ün Hasan Rıza Soyak'a yazdırdığı söylenen 25 Temmuz 1938 tarihli mektup.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder