William, saat imalatçısı bir babanın ve ev hanımı bir annenin evlâdı idi. Dedesi John Quilliam deniz kuvvetlerinde tanınmış bir kaptandı. Köklü bir aileden gelen Henry daha küçük yaşlarda güzel konuşması ve zeki tavırlarıyla dikkat çekmeye başlamış. Öğretmenlerinin tavsiyesi üzerine hukuk okumuş. 1882’de Cezayir ve Fas’a yaptığı bir iş seyahati Henry’e Müslümanların hayat tarzlarını tanıma fırsatını verecekti. Bu seyahatinde Henry, Müslümanların hiç de kendine anlatıldığı gibi vahşi, medeniyetten uzak, ilkel insanlar olmadığını gördü. Aksine Müslümanlar kendini medenî gören birçok Avrupalı’dan çok daha ufku geniş ve engin bir kalb kültürüne ve mânevî iklime sahiplerdi.
Bu seyahat esnasında gördükleri, yaşadıkları, Henry’nin dünyaya bakışını değiştirdi. 1887’de William Henry Müslümanlığı seçti. Daha 31 yaşındaydı, İslâm ve Müslümanlık için yapmayı plânladığı çok şey vardı. 1889’a kadar seyahat için gittiği bu coğrafyada kaldı ve İslâm hakkındaki bilgisini geliştirdi. Arapça öğrenmiş ve İslâm’ın temel prensiplerini akademik seviyede anlatabilecek kadar derin bir müktesebâta ulaşmıştı. Artık hayatında tek istediği şey, kendi memleketindeki insanlara da tecrübesini aktarmak ve karanlıktaki ruhlara aydınlığa giden yegâne yolu gösterebilmekti.
1889’da doğduğu topraklara, döndü ve yaptığı ilk iş evini İslâmî bir merkez ve mescit hâline getirmek oldu. Annesine ve oğluna İslâmiyet’i anlattı. Annesi 63 yaşında Müslümanlığı kabul etti.Arkasından doktor olan oğlu da Müslüman oldu. 1890 yılında bir arkadaşı, Müslümanların başı ve aynı zamanda Osmanlı Sultanı olan Sultan 2. Abdülhamid’i ziyaret etmesini söyledi.1890 yılının sonbaharında İstanbul’da 2. Abdülhamid Han ile görüştü. Sultan, İngiltere’den gelen bu değerli insanı hürmet ve ihtimamla karşıladı. Bir devlet reisi gibi ağırladı. Bir hafta misafir etti ve saltanat kayığı ile İstanbul’u gezdirdi. Gideceği vakit kendisine hediye ve ulufelerle birlikte bir padişah fermanı verdi. Bu fermanda Padişah ve Halife-i Rûy-i Zemin 2. Abdülhamid Han; William Henry Quilliam’ın Britanya’nın Şehülislâmı vazifesine getirildiğini ve isminin de bundan sonra Abdullah Quilliamolduğunu ifade etmiştir. William Henry bu onurlu vazifeyi kabul etti.
O günden sonra Devlet-i Âliye’nin bir memuru olduğunu göstermesi açısından kafasından Osmanlı fesini hiç çıkarmadı. Osmanlı memurlarının giydiği esvabı giyerek İngiltere’de dolaştı.Zîrâ o artık Devlet-i Âliye’nin ve Halife-i İslâm’ın bir memuru idi. Quilliam hayatını, İslâm’ı İngiltere’de anlatmaya adamıştır. Önce işe çevresinden başladı. Mescit hâline getirdiği evini daha sonraki yıllarda bir vakfa dönüştürdü ve bu vakıf üzerinden İngiltere’nin çeşitli yerlerinde mescit ve camiler açmaya başladı. Önceleri çok mütevazı gayretler ile başlayan bu hizmet, çok çabuk netice vermeye başladı. Her geçen gün Müslüman olan İngilizlerin sayısı arttı. Durumdan rahatsız olan bir kısım medya William Henry Quilliam’i, Osmanlı casusluğu ve döneklikle suçladı. William Henry vesilesiyle Müslüman olanlara o yıllarda medyanın alay maksatlı verdiği bir isim vardı: “Turn to Turk.” (Türk oldu, Türk’e döndü) Bu alaycı ifade daha sonraları Müslüman olan İngilizler tarafından benimsendi. Bugün Müslüman olan 15.000 civarındaki İngiliz artık kendilerine “Turn to Turk” denmesinden hoşlanır ve kendilerini ifade ederken bu kelimeyi özellikle kullanır.
William Henry 1932 yılında vefat ettiğinde geride hidayetine vesile olduğu 600’ü aşkın Müslüman İngiliz bırakmıştır. Bugün İngiltere’deki Müslüman İngilizler vefa borçlu olduklarıAbdullah Quilliam’ı her yıl düzenledikleri bir anma gecesiyle yâd ederler. Anma gecesine katılan erkeklere girişte Osmanlı fesi dağıtılır. Zîrâ Abdullah Quilliam hayatı boyunca bu fesi çıkarmamıştır.
Bu seneki anma günlerinde bir sürpriz yaşandı. Abdullah Quilliam’ın torunu olan hanımefendi dedesinin yaptığı işleri dinledikten sonra, Türk olan eşinin de kendisinde bıraktığı olumlu intibalar neticesinde İslâmiyet’i seçti. Her hâlde vefatının 74. yılında Abdullah Quilliam’abundan daha güzel bir hediye takdim edilemezdi.
Liverpol’daki araştırma merkezinde Akbar Ali ve diğer vazifelilerle görüştük. Akbar Ali’nin anlattığına göre; Abdullah Quilliam’ın vakfettiği bina, daha sonra belediyenin eline geçmiş.Uzun seneler evlendirme dairesi olarak kullanılmış. Mescit kısmını arşiv odası yapmışlar. Akbar Ali’nin kızının nikâhı da orada kıyılmış. Akbar Ali, kızının nikâh merasiminde yaşadıklarını şöyle anlattı:“Camiye git ve belgeleri getir, dediklerinde şaşırmıştım. Ama niçin arşiv odasına câmi dediklerini o zaman bilmiyordum. Sonradan buranın Abdullah Quilliam’ın İslâmiyet’i yaymak için aldığı binanın namaz kılınan bölümü olduğunu anladım. O, buradaki saldırılardan sonra Türkiye’ye gidince, bina belediyeye intikal etmiş. Şimdi bu binayı belediye bize 125 seneliğine ücretsiz olarak verdi. Yalnız şart olarak hemen restore etmemizi istiyor. BBC ile ortaklaşa, Abdullah Quilliam ve bu binayı tanıtıcı bir program yaptık. Torunu da konuştu.”
Akbar Ali bize BBC ile yaptıkları programı videodan seyrettirdi. Binadaki ay yıldızlar hâlâ duruyor. Binanın câmi kısmında bir org vardı. Bunun sebebini Akbar Ali şöyle açıkladı: “Abdullah Quilliam zâten şairdi. Yeni Müslüman olan, kiliseler de müziğe alışkın İngilizlere, org ile güzel İlâhî ve na’tlar söylüyor ve onların câmiyi yadırgamamalarını istiyordu.” Akbar Ali 1908’de dört yüz kişinin yumurtalar atarak camiye saldırmasında gazetelerin rolünün büyük olduğunu belirtiyor.
Benden Quilliam’ın “Dîn-i İslâm” kitabını ve İstanbul’daki dergilerde çıkan fotoğraflarını istediler. Onlar, bir Türk’ün Abdullah Quilliam üzerine doktora çalışması yapıp hem İngiltere, hem de Türkiye dönemlerini iyice ortaya çıkarmasını arzuluyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder