Goethe;Avrupa Edebiyatında bir devir açan adam olarak tanınır. Fakat onun bilinmeyen
ve hatta kasıtlı şekilde gizlenen bir yanı vardır ki, bu da Avrupa’da, özellikle Almanya’da
ilk İslâm sempatisini uyandıran kişi olmasıdır. Bir çok Avrupalı onun açtığı aydınlık
çığırdan giderek İslâm’ı bulmuştur. Bernard Shaw, bu gerçeği şöyle dile getirir:
İrlandalı yazar George Bernard Shaw (1856 – 1950)
19. asırda Carlyle (Karlayl), Goethe (Göte), Gibbon gibi insaflı ve namuslu mütefekkirler, Hazret-i Muhammed’in dinindeki yüksek kıymeti sezmişler ve bu suretle Avrupa’nın İslâmiyete karşı davranışında bir değişme olmuştur. Daha şimdiden milletime ve diğer Avrupa milletlerine mensup çok kimseler Muhammed’in (s.a.v.) dinine girmiş bulunuyorlar. Avrupa’nın İslâm’laşmağa başlamış olduğunu söyleyebilirim.
Alman Müslümanlardan olup İslâm’a büyük hizmetleri dokunan imanlı insan Hacı Ahmed Schmiede de bu gerçeği şöyle anlatır:
“Biz Alman Müslümanlarının İslâm câmiasına ayak basarken eli boş gelmediğimizi, İslâm edebiyatına ölmez Gothe’mizin eserleriyle iftiharla girdiğimizi kaydetmeliyim.”
Goethe, İslâm’a karşı ilk alâka ve muhabbeti daha 23 yaşındayken duydu. Teolog Herder‘in kendisine verdiği Kur’an tercümesine dair araştırmalar yaptı ve Kur’an’ı tam olarak aksettirmekten çok uzak olan bu tercüme bile onu hayran bıraktı. Hıristiyanların İslam dinine müsamaha ile yaklaşmalarını“nurlandırıcı bir tolerans” olarak gördü.
İslâm’a hizmetkâr bir Alman Müslüman olan Ahmed Schmiede’nin deyimiyle, “Goethe’nin zamanında Müslümanlık hakkında mevcut eserler, dinimizi bitaraf göstermekten çok uzak idi.” Kur’an tercümelerine varıncaya kadar, kaleme alınan her kitapta, Müslümanlık ancak kötüleniyordu. Bu kadar düşmanca tasvirlerin satırları arasından yine de İslâm’ın yüce hakikatini, Kur’an’ın azametini duyabilmek, atılan çamurların arasında pınarın berrak suyunu seçebilmek için gerçekten hidayet ışığına ihtiyaç vardı. Biz inanıyoruz ki, Goethe, hidayete kavuşmuştur. Allah, zulmet içinde hüsnüniyetle nur arayan kimseyi tek bırakmaz. Goethe ise, arıyordu. 23 yaşında iken Goethe’nin meşhur Alman Mütefekkiri Herder’e yazdığı bir mektupta şu sözleri okuyoruz:
O tarihlerde kaleme alınan bir takım yapraklarda Şairin kendi eliyle yazdığı Kur’an âyetleri, Arapça gramerine ait notlar vs., Gothe’nin genç yaştan itibaren Kur’an’a ve Arap diline vukuf kazanmağa cehdettiği bize malûm olur. En çok tekrar ettiği âyetler, Allah’ın, gözü gören insanlar için tabiatta tecelli ettiğini beyan edenleridir. Burası bilhassa dikkate değer bir husustur: Bir çok hidayete erenler gibi, Goethe’yi de, İslâm mesajının tabiat hâdiselerine uygunluğu, Kur’an’da ifadesini bulan İlâhî kanunun, tabiat safhalarına mutabakatı heyecana getirmiş, hayranlığa, vurgunluğa götürmüştür.“Kur’an’da Musâ’nın dua ettiği gibi dua etmek istiyorum: Ya Rabbi, dar göğsümü genişlet!”
Daha ziyade hissiyattan doğma bu vurgunluktan sonra, bir an gözün açılıyor. Görüyorsun ki, vurulduğun bir zahiri güzellik değildir. O, öyle bir şümullü sistemdir ki, onun yanında bütün diğer dünya görüşleri ve dinler sönük kalır. Goethe, bu hakikati, Eckermann‘la yaptığı konuşmalarda şöyle dile getirir:
Ve itiraz kabul etmez bir kesinlikle İslâm’ın şümulünü anlatır:“Görüyorsunuz ki, bu inancın hiç bir eksikliği yoktur. Biz, bugün ne kadar sistemlerimiz varsa, daha ileri gidemedik. Zaten, hiç kimsenin ondan daha ileri gitmesi mümkün de değildir. Müslümanların bu felsefî sistemi, faziletin hangi basamağında durduğumuzu öğrenmek üzere kendimize ve başkalarına tatbik edebileceğimiz yararlı bir ölçüdür.”
Bu kesin teslimiyet, Goethe’yi en çok cezbeden noktadır. İslâm fikriyatında önemli gördüğü hususları sayarken, Şair en başta, “Allah’ın bilinmesi mümkün olmayan iradesine karşı kayıtsız şartsız teslimiyet” unsurunu zikreder ve der ki:“Çılgınlıktır, herkesin her husustaKendi özel görüşünü övmesi.Madem ki İslâm, Allah’a teslim olmak mânâsınadır:Öyle ise hepimiz İslâm’da yaşayıp ölmekteyiz!”
Allah’ın birliği hususunda Goethe’den doğrudan doğruya İslâmî bir taviz vermezlik müşahede edilir:“İslâm, yaşama uygun düşen bir şiiriyete yer verir. Allah’ın birliği, iradesine teslimiyet, peygamberin aracılığı, bütün bunlar inancımıza, tasavvurlarımıza uygun gelir.”
Ve İslâm’ın esası olan vahdaniyete atfen Şair, Hz. İsa’yı da tam İslâmî düşünce tarzı ile töhmetten kurtarır:“Bir olan Allah’a iman, daima ruh yükseltici etki gösterir. Zira, bu inanç insana, kendi iç âleminin vahdetini hatırlatır.”
Bu teslimiyet inancı dev Şairi, gözümüzü yaşartan, âsil bir tevazuya, tertemiz bir imana götürür:“İsa temiz duygu ile düşünürdüSadece tek Allah’ı sakinlikle;Onu (İsa’yı) Tanrı yapanlarMukaddes niyetini rencide etti.Ve böylece hak olduğu görülürMuhammed’in başardığı;Yalnız vahdet mefhumu ile oBütün âleme galip geldi.”
Kur’an-ı Kerîm, Şair’in yol göstericisidir:“Kur’an’ın ezelden olup olmaması diyeBir şüphe beni uğraştırmaz!Kitapların kitabı olduğuna iman ederim.Müslüman olarak bana farz olduğu gibi!”
Goethe’nin sevdiği gelini hastalandığında Şair, bir doktor dostuna yazdığı mektupta, ümitsizliğe kapılmadığının sebebini açıklar:“Dalâlet beni şaşırtmak ister;Ancak sen şüphelerimi dağıtmasını bilirsin.Amellerimde, şiirlerimde,Sen yoluma istikamet verirsin.”
1831 yılında kendisinden teselli isteyen bir kadına Goethe der ki:“Başka bir diyeceğim yok. Bu mes’eledeki dayanağım, yine de İslam’dır.”
Bu ve benzeri sözlerden anlaşılıyor ki, Goethe İslâm’ın esası olan “Allah’a teslimiyet” kaidesini bizzat yaşayarak, hayatında ve eserlerinde canlandırarak değerlendirmiştir.“Bu hususta kimse başkasına nasihat veremez. Herkes, ne yapacağını bizzat kendisi tayin eder. Maamafih kendimize ne türlü cesaret vermeğe çalışırsak çalışalım: Biz hepimiz İslam’da yaşıyoruz.”
Yukarıdan beri getirdiğimiz misalleri okuyanlar, zannımca, Goethe’nin en azından fikren Müslüman olduğu kanaatına varmaktan kendilerini alamazlar. Fakat bunlardan başka, bu büyük Alman Şairi’nin, hakikaten, fiilen ihtida etmiş (Müslüman olmuş) olabileceğine delâlet eden kuvvetli alâmetler de mevcuttur. Şöyle ki: Napolyon’a karşı ittifak kurmuş devletlerden olan Rusya’nın ordusuna mensup bir Müslüman Başkırt taburu, 1816 yılında uzunca bir müddet Weimar şehrinde kalır. Şair’in günlük hatıra defterinden anlaşıldığı üzere, İslâm asker ve zabitleri Goethe’ye büyük izzet ve ihtiramda bulunurlar, özel iltifat gösterirler. Şair’in evinden Müslüman misafirler esik olmaz. Nihayet Goethe, Başkırt Müslümanlarının İmamı ile görüşür ve bir gün Weimar Protestan Lisesi’nin salonunda kılınan toplu namaza katılır.
Şairimizin sözü geçen İslâm din adamı huzurunda şehadet kelimesi getirip getirmediğini kesinlikle bilmiyoruz. Ancak, unutmayalım ki, yukarıdaki şaşırtıcı bilgileri gün ışığına çıkaran Müslüman olmayan âlimlerdir. Goethe’nin etrafında toplanan bilgi mecmuu içerisinde bu son gerçeği, yani fiilen Müslüman oluşunu ortaya atarlar mı? Bilmem, bu kadar feragat ve âlicenaplık beklemek fazla değil mi? Onun için bu husustaki araştırmayı, Müslüman olan Germanistlerden beklememiz daha doğru olur.
Ancak, ortada Goethe’nin kendi sözü vardır. Weimar’daki hâdiselerden az sonra te’lif edilen meşhur“Batı-Doğu Divanı”nın çıkacağını müjdeleyen ilânda Şair, herkesi hayrete düşüren bir ifade kullanarak“bizzat kendisinin de Müslüman olduğu hususundaki şüpheyi reddetmediğini” açıklar.
Sanırım ki, büyük Alman Şair ve mütefekkirinin İslâm’la ilişiğinin, bizzat ihtida hâdisesine kadar varmış olabileceği merkezindeki düşüncemiz, yukarıda arzedilenler karşısında, herhalde dayanıksız bulunmaz. Fakat kesinlikle şunu söyleyebiliriz ki, İslâm dini, medeniyeti, ahlâkı, Goethe’nin hayatı boyunca son derece önemli etki göstermiş, eserlerine ruh vermiş ve Şair’i en azından fikren Müslüman olarak davranmağa ve hareket etmeğe sevketmiştir.
Geçenlerde bu mes’eleyi konuştuğum bir Türk gazetecisi bana şu soruyu sordu:
“Farzedelim ki, Goethe’nin Müslüman olduğu kesinlikle anlaşılır. Bu anlayış Goethe’yi değerlendirmemizde bir değişiklik yapacak mıdır?”
Bu soruya şöyle cevap verdim: “Goethe, şahsı hakkında anlaşılanların aynı olarak daima o bildiğimiz Goethe’liğinde kalır. Fakat, böyle bir durumda Alman edebiyatı, dünya edebiyatı hiçbir şey kaybetmeksizin, İslâm edebiyatı bir büyük Şair ve Mütefekkir kazanmış olur.”
Elbette Goethe gibi bir zekâ tarlasının münbit zemininde gelişip boy atan fikir ve düşünceler çok ehemmiyetlidir. Çünkü, Goethe dünyanın takdirini kazanmış bir edebiyat adamı ve zekâ harikasıdır.Time-Life International Dergisi’nin, Batı âleminin hayat ve eserleri bilinen 17 dâhisi üzerinde yaptığı bir zekâ testinde Goethe 210 puanla birinci seçilmiştir.
Almanya’nın en büyük Şairi ve bu ankete göre de Batı’nın en büyük dâhisi Goethe’nin Peygamberimiz hakkındaki şiirlerinden birkaç örnek ve birkaç düşüncesiyle sözü biterelim:
Şiir ve notlarını, Bakara sûresindeki, “Mağrip ve Meşrık Allah’ındır” meâlindeki âyetin ışığında yazan Goethe, “Hz. Muhammed’in Terennümü” adlı şiirinde, “Resûlüllah’ı, küçük bir pınardan fışkıran, sonra ruhani kuvvetler sayesinde bütün ırmakları ve nehirleri kucağına alan, muazzam bir zaferle ulûhiyyet ummanına getiren bir İlâhî akarsuya benzemiştir.”
O’nun dilinde Peygamberimiz şöyle anlatılıyor:
Goethe, hayran, hatta müridi olduğu Hafız’dan naklen şöyle der: “Ne başardımsa Kur’an’a borçluyum.”“Sevinç sevinç berrakVe yıldız yıldız parlakBir dağ pınarıÜstünde beyaz bulutlarınVe kuytusunda bir yeşil yamacınAziz ruhlar sallamış beşiğiniVeda edip çocuk tazeliğiyle bulutlaraRaks eder gibi iner mermer kayalaraHaykırır sevincini semalaraDağ geçitlerindeÖnüne katar renk renk çakıllarıVe bağrına basar kardeş pınarlarıÇiçeklenir ayak bastığı yerlerVe nefesiyle yeşerir çimenlerYoldaşı olur şimdi ırmaklarOvaları doldurur gümüş ışıklarBir ses yükselir pınarlardan“Kardeş ayırma bizi koynundan,Bekliyor Yaratan.Yoksa bizi çölün kumları yutacakGüneş kanımızı kurutacakKardeş,Dağın ırmaklarını, ovanın ırmaklarınıHepimizi alıp koynunaEriştir bizi yüce RabbınaEzelî Deryâ’nın yanına.”Peki, der, dağ pınarıKendinde toplar bütün pınarlarıVe haşmetle kabarır göğsü, kollarıÜlkeler açılır uğradığı yerlerdeYeni şehirler doğar ayaklarının altında…Kulelerin alev zirveleriniVe haşmetli mermer saraylarınıBırakıp arkasındaYürür mukadder yolundaDalgalanır başının üstünde binlerce bayrakİhtişamının şahitleriEvlâtlarını Rabbine ulaştırarakKarışır İlâhî ummana coşarak!”
Kur’an’ın Almanca tercümelerini beğenmeyen Şair, bunları Kur’an tefsiri olmaya lâyık görmemiş, eksik ve noksan bulmuştur. Kur’an’dan önce Arap edebiyatının şaheserleri olan “Muallâkat-ı Seb’a” adıyla Kâbe’nin duvarlarına asılan şiirleri inceleyip Almanca’ya çevirmiştir. Onları Kur’an üslûbu ve edebiyatıyla karşılaştırdıktan sonra şöyle demiştir:
Batı-Doğu Divanı’nda da Kur’an hakkında şöyle der:“Kur’an’ın üslûbu, muhtevasına ve gayesine uygun bir şekilde, kat’i, yüce, haşyet verici ve hakikaten muhteşemdir!”
Kur’an hakkındaki bu tasdik ve takdirinin bir fiilî ifadesi olarak, her yıl, Kur’ân-ı Kerim’in indirilmeye başlandığı Kadir gecesini ihyâ ettiğini 70 yaşındayken açıkladı.“Kur’an’ın içinde pek çok tekrarlar vardır. Onu okuduğumuz zaman, bu tekrarlar bizi usandıracak sanılıyor. Fakat biraz sonra bu kitap bizi kendisine çekiyor. Bizi hayranlığa ve sonunda büyük saygıya götürür. Bu kitap bir millet için gönderilmiş olmakla birlikte son derece pratik olduğundan ebediyyen te’sirini kaybetmiyecek ve diğer milletleri etrafına toplayacaktır.”
Goethe’nin Peygamberimiz (sav) hakkındaki tesbiti de imanının bir güzel isbatıdır. Hz. İsa’yı da, Hz. Muhammed’i de birer peygamber olarak kabul eder. Bu yüzden de Peygamberimizi kabul etmeyen, Hz. İsa’yı da Allah’ın oğlu sayan İlâhiyatçılarla münakaşalar eder. Lavater adlı İlâhiyatçı arkadaşıyla bu sebepten arası açılmıştı. Daha 23 yaşındayken Peygamberimiz hakkında bir naat yazmış ve Kur’an’dan aldığı ilhamla kahramanı Peygamberimiz olan bir esere başlamış, fakat bitirememişti. Resûlüllah’a hürmet ve muhabbeti çok mükemmeldir. O’nun insanlar üzerindeki te’sirinin emsalsizliğinden ve şahsiyetinin ulaşılmazlığından bahseder.
İskoçyalı düşünür Thomas Carlyle (1795–1881)
1827 tarihinde “Kahramanlar” adlı eseri yazarak Kur’an’ı ve Peygamberimizi takdir eden tarihçi-filozof Thomas Carlyle‘a gönderdiği mektupta: “Biz her millete kendi lisanından bir peygamber gönderdik” meâlindeki âyetten bahsediyor ve “Allah’ın Kur’an’da söylediği haktır” diyordu. Hele Peygamberimiz hakkındaki şu tesbitleri ne kadar isabetlidir:
Goethe, ihtiyarlık yıllarında ilham kaynağının artık tamamiyle İslâm olduğunu şöyle anlatır:“Hiç kimse Hz. Muhammed’in prensiplerinden daha ileri bir adım atamaz. Avrupa’ya nasip olan bütün başarılara rağmen, bizim konulmuş olan bütün kanunlarımız, İslâm kültürüne göre eksiktir. Biz Avrupa milletleri medenî imkânlarımıza rağmen Hz. Muhammed’in son basamağına varmış olduğu merdivenin daha ilk basamağındayız. Şüphe yok ki, hiç kimse bu yarışmada O’nu geçemeyecektir.”
Goethe son nefesinde de imanını işaret etmekten geri durmamıştır. Bu olayın da içyüzünü öğrenmek oldukça ilgi çekicidir: “Geçen sene F. Almanya’da Rias Radyosu’nda Goethe’nin ölümününü anlatan Leo Kettler demişti ki: ‘Goethe ölüm saatinde şehadet parmağıyla göğsüne devamlı (W) harfini yazıyordu. Bu işaretle belki imzasını atmaktaydı.’“İslâm, yaşıma uygun düşen bir şiir ilham ediyor bana: Allah’ın sırrına varılmaz iradesine teslimiyet, dünyanın bir karar üzere durmayan yaşayışı karşısında rindane bir tavır, iki dünya arasında yalpalayan bir sevgi, saflaşan ve bir mecazda ifadesini bulan gerçek. Bir ihtiyara yetmez mi bunlar?”
Muhafazakâr Hıristiyanların haç işareti ettiklerini bildiğimizden bu tahmini bizi tatmin etmedi ve dikkatimizi çekti. Akla uygun, kuvvetli bir ihtimaldir ki, Goethe Lâtin harfi (W)’yi değil, İslâm alfabesiyle Allah lâfzını yazmıştır ve bu gerçek Arapça bilmeyen şahıslar tarafından yanlış anlaşılmıştır. Arapça bilen birçok Müslümanla beraber Berlin Hürr Üniversitesi’nin İslâmiyet ve İlâhiyat Enstitüsü’nde Ord. Prof. Dr. Fritzs Steppat da bu işaretin öyle mânâsız W harfini değil, Allah kelâmını ifade ettiğini makul görüyorlar
Doğu uygarlığı ile ilgilenen bir tarihçi olan Josef von Hammer’in Kuran çevirisini sürekli olarak okuyan Johann Wolfgang von Goethe (1749 – 1832), Almanya’da İslamiyet’e pozitif yaklaşan ilk edebiyatçı olmuştur.
Avusturyalı tarihçi Joseph von Hammer-Purgstall (1774 – 1856)
Çünkü Merhum imanını zaten açıklamıştır. Divan’ında şöyle cesurane bir sözü vardır: “Bu eserin Yazarı Müslüman olduğunu reddetmez.” Bazı muhalifleri Goethe’nin Müslüman olduğunu iddia etmekle onu zor duruma düşürüp itibarını sarsacaklarını sanmışlardı. Merhum da bu iddiayı kabul etti.”
Başta da belirttiğimiz üzere Goethe’nin Avrupa’da ve bilhassa da Almanya’da ve Almanca konuşulan ülkelerde İslâm konusundaki te’siri çok büyük olmuştur. Çünkü ilk kabullenen bir bakıştır. Ve inşaallah o imanla ölmüştür. Avusturyalı büyük bir Antropoloji Âlimi olan Prof. Dr. Ömer R.B. Ehrenfels, bu te’sirin canlı bir örneğidir. Berlin’de Moslemische Revue adlı mecmuanın da kurucusu tanınmış bir âlim ve yazar olan Dr. Hamid Marcus da, Goethe’nin islâm hakkındaki yazılarından etkilenmişti. Ve daha niceleri. Alman misyoneri, diplomatı ve ilim adamı olan Muhammed Emin Hobohn da, Goethe’den te’sir kapmış, müslüman olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder