04 Ağustos 2012 Cumartesi, 13:40:07Güncelleme: 13:56:09
Türkiye, "millî marş" ile Kurtuluş Savaşı yıllarında tanıştı. Daha önceleri marşın ne olduğunu bilmediğimiz için uluslararası toplantılarda zor duruma düşerdik. Meselâ, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya'da yapılan bir askeri törende sıra bize gelince subaylarımız marş niyetine hep bir ağızdan tekbir getirmiş ve büyük alkış almışlardı.
Birinci Dünya Savaşı'nın son yıllarında, Brest-Litovsk'taki Alman karargâhında bir koşuşturma vardı. Avusturya-Macaristan İmparatoru Karl'ın doğum günü kutlanacaktı. Herşeyiyle eksiksiz bir tören yapılması gerekiyordu ve Almanlar müttefikimiz oldukları için, koşuşturanlar arasında Türk subayları da vardı. Türk tarafı, kutlamalarda askeri murahhasımızın yaveri olan Teğmen Abdülkadir Bey'i görevlendirmişti.
Sonraki senelerde "Karamürsel" soyadını alacak ve Beşiktaş Klübü'nün başkanlığını yapacak olan Abdülkadir Bey'e, kutlama hazırlıkları sırasında önemli bir haber gelmişti. Rusya'da esaretten kurtularak Türkiye'ye dönmekte olan 37 kişilik bir Türk subay kafilesi, bir gece konaklamak üzere istasyona inmişlerdi. Kutlamaya, bu subaylar da davet edildi.
Tören başladı ve ziyafet sofrasına geçildi. Yemeğin sonunda ayağa kalkan Alman komutan, sözü esaretten dönen subaylarımıza getirerek Türk askerinin kahramanlığını övdü. Konuşma biter bitmez bütün Almanlar hep bir ağızdan "Deutschland Deutschland über alles" diye başlayan Alman millî marşını okumaya başladılar ve bitirince Türkler'e dönüp "Şimdi sizi dinlemek istiyoruz" dediler. Bizde millî marş olmadığını hatırlayan Abdülkadir Bey hemen vaziyete elkoydu. Askerlere "Ordumuz etti yemin'i okuyabilir miyiz?" diye sordu ama "Unuttuk" cevabını aldı. "Kalkın ey ehl-i vatan" dedi, hatırlamadıklarını söylediler.
Abdülkadir Bey, bunun üzerine "Arkadaşlar, haydi tekbir getirelim" dedi ve subaylar "Allahu ekber Allahu ekber..." diye başlar başlayıp tekbiri bitirince salonda bir alkış koptu. Almanlar, "tekbir"deki basit melodinin verdiği ruhani hava içerisinde subaylarımızı dakikalarca alkışladılar.
Tekbirin büyük bestekârı Itrî, yaklaşık iki asır öncesinden elini uzatmış ve subaylarımızın imdadına yetişmişti.
HATTIN ÜSTADLARI
Derviş Ali
GENÇLİĞİNDE Yeniçeri Ocağı'nda çavuş olan Derviş Ali, yazıya olan merakı dolayısıyla Erzurumlu Halid adındaki bir hattata müracaat ederek altı çeşit hattı öğrendi.
İcazetname sahibi başka hattatlara da devam ederek sanatını geliştirdi. Ünlü hattat Hafız Osman, onun en tanınmış öğrencilerindendir ve Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa da öğrencileri arasındadır.
Derviş Ali'ye hattatlar arasında "Büyük Derviş Ali" veya "Birinci Derviş Ali" denmektedir. Çok usta bir sanatkârdı ve hattın büyük ismi Şeyh Hamdullah'ın kudretinde yazmıştı. Bazıları, Derviş Ali'yi Şeyh Hamdullah ekolünün ikinci kurucusu olarak görürler.
1673'te vefat eden ve eserlerinin bazıları bugün Topkapı Sarayı Kütüphanesi ile Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde olan Derviş Ali'nin bu sülüs ve nesih kıt'ası, İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde bulunmaktadır.
SARAYDAN İFTARLIK TARİFLER
Portakallı sahlep
MALZEME
- Keçi sütü
- Sahlep
- Portakal
- Nişasta
- Fesleğen yaprağı
TAZE keçi sütü bir taşımlık kaynatıldıktan sonra, az sahlep ilâvesiyle soğumaya bırakılır. Portakal kabukları bir başka kapta iyice yumuşayıncaya kadar kaynatılır ve soğutulur. Küçük parçalara ayrılmış tatlı portakallar, soğuyan sahlepli süte ilâve edilir ve taşmayacak şekilde karıştırılarak kaynatılır. Portakallar dağıldıktan sonra, suyu süzülmüş kabukları da konur. Az nişastayla kıvamı koyulaştırılır, soğuduktan sonra üzerine fesleğen yaprağı serpilerek sofraya getirilir.
AZ BİLİNEN MİNYATÜRLER
Meleklerin, dördüncü ve son defa ölen Hazreti Circis'i gömmeleri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder